|
|
|
Mevlânâ sadece akıl gözüyle anlaşılmaz |
Türk Edebiyatı Vakfı’nın düzenlediği “Çarşamba Sohbetleri”nde bu hafta Mevlânâ anıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Çiçekler, Mesnevi’den Farsça ve Türkçe aktardığı beyitlerle Mevlânâ’yı anlatırken, onun eserlerine sadece akıl yönünden bakıldığında yavan kalınacağına dikkat çekti.
Türk Edebiyatı Vakfı binasında gerçekleştirilen toplantıda Mevlânâ hakkında bir konuşma yapan Prof. Dr. Mustafa Çiçekler, eserleri doğrultusunda Mevlânâ’yı tanıttı. Mevlânâ’nın eserlerine özellikle akıl yönünden bakıldığında biraz yavan kalacağını söyleyen Prof. Dr. Çiçekler, “Çünkü Mevlânâ’nın coşkusu ve eserlerinde bize anlatmak istediği şey, son derece manevî boyutu olan sözler” dedi.
Mevlânâ’nın “Akıl altı yön, sınır vardır, bunun dışında sınır yoktur der / Aşk ise der ki evet vardır, biz defalarca gittik” anlamına gelen beyitini de aktaran Çiçekler, “O halde akılla idrak edemediğimiz, kavrayamadığımız bir boyut sözkonusu ise Mevlânâ bunu katetmiş. Biz belki sadece karşıyı görebileceğimiz göze sahip olmamıza rağmen Mevlânâ onun daha ötelerine bu altı cihetin çok daha ilerlerine giderek, aklın dünyaya geldiğinde hemen ticaretle meşgul olurken aşkın onun ötesinde birşeyler gördüğü ve onunla meşgul olduğunu ifade etmesi de onun hadise ve olaylara farklı bir bakış açısıyla baktığını ve bize aktarılan eserlerinin o gözle okunması gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Çiçekler, normal insanların fevkinde algılamanın mümkün olduğu Mevlânâ’nın buraya Şems’in yardımıyla ulaştığını dile getirdiği konuşmasında, “O, insanların bu tür tehlikeli yollarda gidebilmesi için bir yol göstericinin olması gerektiğini söylüyor” dedi. Bu yol göstericinin de yine Mevlânâ’nın eserlerinde, ‘mürşid, pir’ özelliklerine sahip olması gerektiğinin görüldüğünü belirten Çiçekler, Mesnevî’den Farsça beyitler aktararak konuşmasını sürdürdü.
|
Naciye KAYNAK
/ İSTANBUL
27.04.2007
|
|
|
Mardin’de tarihî eserler ilgi bekliyor |
Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Mardin’in Oğuz (Dara) köyündeki harabeler, 3 bin yıllık medeniyetlerin kalıntılarını taşıyor. Pers İmparatorluğu başta olmak üzere birçok medeniyete ev sahipliği yapan tarihî ve mimarî mekanlar bakımsızlıktan adeta dökülüyor.
Kalesi, taştan oyma mağaraları, tarihî zindanları, kuleleri, surları ve daha pek çok tarihî ve mimari yapıları ile ortada kalan Oğuz köyünü her yıl binlerce turist ziyaret ediyor. 7 bin yıllık tarihiyle Hititler’den Sümerlere, Artuklular’dan Osmanlılara kadar birçok medeniyete beşiklik eden Mardin’de tarihî binalar ilgisizlik veya yanlış çalışmalar sebebiyle harabeye döndü. Sahip olduğu kültürel değerleri ve günümüze kadar dimdik ayakta duran tarihi binalarıyla açık hava müzesi görünümüne sahip olan şehir, dünyada Venedik ve Kudüs ile birlikte sayılı 3 SİT şehirden biri olma özelliği taşıyor.
Mimari, etnografik, arkeolojik, tarihî ve görsel değerleriyle zamanın durduğu izlenimi veren Güneydoğu’nun şiirsel şehirlerinden Mardin’de, tarihî mekânlar yok olmakla karşı karşıya.
RESTORASYON ASLINA UYGUN YAPILSIN
Muhtar Hamit Bilgiç, bölgenin birinci derece SİT alanı olmasından dolayı tek bir çivi dahi çakamadıklarını belirterek, “Köy nüfusu artıyor. Askere gidip dönen çocuklar, ev yapamadıklarından evlenemiyor. Mimarî alanlara gerekli bakım sağlanamıyor. Ne yapacağımızı şaşırdık. Konuyu Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar’a ilettik. Bize, biraz sabırlı olun, dedi. Biz de çaresizlik içinde kıvranıp duruyoruz. Kültür Bakanlığı’na, buradaki harabelerin bakım ve onarımının sağlanması çağrısında bulunuyoruz” dedi.
Mehmet Şirin Ayanoğlu adlı vatandaş ise Zinciriye Medresesi restorasyonunun ehil olmayan insanlar tarafından ve zamanında yapılmadığını öne sürdü.
Zinciriye’nin aslına uygun bir şekilde restore edilmediğinin herkes tarafından bilinmesine rağmen hiç kimsenin tedbir almadığını anlatan Ayanoğlu, şöyle konuştu. “Şehidiye Medresesi gibi şimdi de bu tarihî medresemizin restorasyonu yanlış yapılıyor. Taş kaplamaların yerine beton kullanılıyor. Bu çalışmaları denetleyen yetkilileri görevlerini yapmaya çağırıyoruz. Restorasyon çalışmalarının aslına uygun olması gerekiyor.”
|
/ MARDİN
27.04.2007
|
|
|
“Çankaya savaşlarını durduracak kitap” |
Cumhurbaşkanlığı Seçimiyle ilgili polemik ve tartışmalar sürerken bu konuda ardı ardına güncel kitaplar yayımlanmaya başladı. Çoğu araştırma olan bu kitaplar genellikle “Çankaya Savaşları”nı kızıştırmak, yangına körükle gitmek, gerilimi artırmak gibi bir misyonla çıkıyorlar.
Bu konuda son çıkan bir mizahî romansa gerilimi azaltıp, barış ve huzuru yeniden tesis etmek amacıyla yayımlandı. Zaten “General Motor” isimli bu kitabın alt başlığı “Çankaya Savaşlarını Durduracak Kitap” adını taşıyor.
Gazeteci-mizah yazarı Rıfat Yörük’ün yazdığı roman Ankara’da bulunan Elips Kitap tarafından yayımlandı ve İpekyolu Dağıtım tarafından Türkiye çapında kitabevlerine dağıtıldı. Mizahî romandaki karikatürler Yeni Asya Gazetesi karikatüristi İbrahim Özdabak tarafından çizildi. 180 sayfalık kitabın önsözü ise tiyatro san'atçısı-mizah yazarı Ulvi Alacakaptan’a ait.
Yazar Rıfat Yörük kendi hayat hikâyesini kitabın arka kapağında esprili bir şekilde şöyle anlatıyor:
“48 yaşında ve SSK emeklisi. 4 darbe yaşadı. 78 kuşağından… Ömrü boyunca evde, okullarda, asker ocağında, işyerlerinde ve kamusal alanlarda yaşadığı baskılar, yasaklar, dayatmalar bu kitabın ana temelini oluşturdu.
Mersin’de doğdu, İzmir’de büyüdü. Ancak 30 yılını geçirdiği bu 2 sahil şehrinden sonra ‘Mevlâm’ onu Kayseri ve Ankara gibi denizsiz kentlere gönderdi. Kayseri’de 10 yıl kalmasına rağmen bir türlü “Gayserili” olamadı ve parasız-arabasız-evsiz geldiği bu şehirden yine aynı şekilde ayrıldı.
(...)
Baskılara, yasaklara ve dayatmalara karşı olan yazar, bu kitabı da Çankaya Savaşlarını durdurmak yani barış ve huzur için yazdığının önemle altını çiziyor.
Rıfat Yörük, bütün meyveleri özellikle de kaliteli hurmayı ve C vitamini deposu kiviyi çok seviyor. (Böylece, kitapta bazı meyvelerin suçlanmalarına da anlamlı bir göndermede bulunuyor) Evde meyve kalmadığında “meyve krizi”ne girebilen yazar, yaşını göstermemesini de çokça tükettiği meyvelere borçlu olduğunu her vesileyle belirtiyor.”
|
Recep GÖREN
/ ANKARA
27.04.2007
|
|
|
|