Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Son kozlarını oynuyorlar

Maalesef muhalefet partilerinin tavrı yüzünden meclis cumhurbaşkanını seçemedi. Askerin cumhurbaşkanı seçiminin birinci turundan sonra yaptığı açıklama, süreci daha da vahim hale getirdi. AKP ve ANAP krizi aşmanın bir yolu olarak cumhurbaşkanını halka seçtirme yoluna gittiler. Meclisten geçen yasanın önünde bir engel daha var o da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer... Anlaşılan o ki bu süreçtede bazı sıkıntılar olabileceği.

Biz de bu tartışmaları İngiltere'den takip eden gazeteci Koray Düzgören'le Türkiye'nin yaşadığı süreci değerlendirmeye çalıştık. Düzgören Türkiye'de değişimin ve demokratikleşmenin kaçınılmaz olduğunnu, buna ayak direten kesiminde artık son kozlarını oynadığını söylüyor. Dileriz Türkiye müreffeh, medeni dünyanın en saygın devleti olur. Dileriz bu yolda daha fazla acı yaşanmaz...

*İngiltere’den bakınca son gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye dünya ülkeleri için nasıl bir imaj verdi?

Türkiye’nin zaten bir imajı vardı. Askerlerin ve bürokrasinin vesayeti altında bir yarı-demokratik, daha doğrusu demokratikleşme sürecini tamamlayamamış bir ülke olarak biliniyordu. Hâlâ hukuk devleti haline gelememiş, insan hakları meselelerini çözememiş, geçmişi ile hesaplaşamayan bu nedenle de ekonomik ve toplumsal gelişmesini yeterince sağlayamayan bir ülke. 2004’den itibaren Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde yapılan reformlar ve eksik de olsa atılan adımlar nedeniyle bu imaj düzelir gibi oldu. Ama kısa bir süre sonra AKP’nin AB sürecinde ve reformlarda milliyetçilere oy kaptırmamak endişesiyle de hareket ederek frene basması ve bürokrasi karşısında yaptığı bir dizi bilinçli, bilinçsiz hata nedeniyle gelinen son durum, Türkiye’nin tekrar o bilinen imajına dönmesini sağladı. “Değişime, reformlara ve ülkenin hukuk devleti olmasına karşı çıkan Kemalist elitin, halkın yaşam tarzını da, siyasal iradesini de hiç dikkate almayarak iktidarını silâh zoruyla sürdürmeye çalıştığı demokrasiye fazla önem vermeyen militarist bir cumhuriyet” Şimdi dışardan bakanlar, “Yarın Türkiye’de her şey olabilir” diye bakıyorlar.

* Günümüz tartışmalarına bakarsak Genelkurmay Başkanının Nisan ayında yaptığı basın toplantısı bir uyarı mıydı?

Uyarıdan da öte tehditler içeriyordu. Bir genelkurmay başkanının üstelik de cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlamasına çok az kala bu böyle bir basın toplantısı yapması silâhlı kuvvetlerin yapılacak bu seçimde taraf olduğunun göstergesiydi. Her ne kadar genelkurmay başkanı açıklamalarında bu seçimde taraf olmadıklarını söylemiş olsa da cumhurbaşkanı için yaptığı, “Cumhuriyet değerlerine sözde değil özde bağlı olması” tanımı silâhlı kuvvetlerin bu seçim sırasında aktif rol oynamayı kafasına koyduğunu gösteriyordu. Genelkurmay başkanının basın toplantısı aslında Türkiye’deki vesayet rejiminin yeniden deklare edilmesinden başka bir şey değildi.

*Bu basın toplantısının ordu içindeki bazı subayların tepkisini yumuşatmak için yapıldığını söyleyenler de oldu...

Daha sonra basın toplantısını yorumlayan bazı gazeteciler, bu basın toplantısı metni ile 27 Nisan’da yayınlanan muhtırayı karşılaştırıp ikisi arasında anlam ve amaçlar itibariyle farklar olduğunu söylediler. Bu nedenle muhtıranın silâhlı kuvvetlerin kendi iç meseleleri nedeniyle belli kesimleri, yani cunta ya da cuntaları tatmin etmeye, yatıştırmaya yönelik bir metin olduğunu yazanlar oldu. Bugün artık silâhlı kuvvetler içinde cunta ya da cuntaların olduğunu daha açıkça söyleniyor, yazılıyor.

* Abdullah Gül Cuma gecesi yayınlanan muhtırayı "Beklemiyorduk" diyor. Bunu nasıl değerlendirmek gerek?

Muhtıranın hepsi için sürpriz olduğu anlaşılıyor. Fehmi Koru’nun Neşe Düzel'e yaptığı açıklamalara göre AKP yönetim kadrosu askerlerle iyi ilişkiler içinde çalıştığını düşünüyomuş, bu nedenle böyle bir şey beklemiyormuş. Tabiî en ilginci Abdullah Gül’ünki. Sanki Türkiye’de değil de askerlerin genellikle demokratik kurallara bağlı ve sivil siyasî yöneticilere saygılı olduğu bir ülkede yaşadıklarını sanıyor olmalılar. Herhalde siyasî körlük denilen şey bu olsa gerek.

Üstelik askerlerin her fırsatta AKP kadrolarına karşı olduklarını açıkladıkları halde...

*Sizce e-muhtıra ordunun iç heyecanını dindirmek için miydi? İnternetten yayınlanan "e-muhtıra" yı nasıl okumak gerekiyor?

Genelkurmay'ın gece yarısı muhtırasını ordu içindeki cuntanın sert eylemlerini yumuşatmak için yayınlandığını farz etsek bile ne değişir? Silâhlı kuvvetlerin gecenin bir yarısında internet sitesine koyduğu tehdit dozu yüksek bir bildiri (muhtıra) demokratik kurumları felç edebilmiş, demokratik bir seçim sürecini durdurabilmiş ve bir yüksek yargı organını hazırol durumuna geçirerek hukukla yakından uzaktan ilgisi olmayan bir karar almasını sağlayabilmişse sonuç aynıdır.

*Siz süreci nasıl yorumluyorsunuz?

Kimileri bu sürecin devam ettiğini, silâhlı kuvvetlerin gelişmeleri takip ettiğini söylüyor. Hatta seçim sürecinin de muhtıranın kapsama alanı içinde olduğunu söyleyenler de var. Ben de bu kanıdayım. Asıl olarak gidilmekte olan erken seçimde AKP’nin yeniden kazanmaması için daha büyük ölçekli başka oyunların planlanmış olması ihtimalini oldukça yüksek görüyorum.

*"Rejim tehlikede" söylemi bu oyunun bir parçası mı? Sizce rejim tehlikede mi?

Sadece bence değil, neyseki gerçeği gören birçok aklı başında insanın da ifade ettiği gibi Türkiye’de rejim tehlikede değil. Olsa olsa bazı muktedirlerin iktidarları tehlikede. Muktedirler dediğim silâhlı-silâhsız bürokrasi, onların destekçisi üniversite çevreleri, iş çevreleri ve medyanın önemli bir kesimi. Son olarak da şehirli vatandaşların oluşturduğu halk yığınlarını bir yandan korkutup, “rejim tehlikede, dinciler devleti ele geçiriyor, yaşam tarzınız, hayatınız, geleceğiniz tümüyle değişecek” korkusunu belli propaganda yöntemleriyle yayıp bu kesimin sokağa çıkmasını sağlıyorlar. Meydanlarda toplanmış, önemli bir kesimi, darbeye karşı ama aynı zamanda AKP’ye de karşı insanları da kullanıp bunların ‘cumhuriyete sahip çıkma’ gösterisi yaptıklarını ileri sürüyorlar. Buna karşılık bu yığınların enjekte edilen kurmaca korkular nedeniyle demokratik taleplere yönelmelerinin önünü kesiyorlar. Sorunları halletmenin tek çaresinin demokrasiye yönelmek olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasından fena halde ürküyorlar.

*Bu taleplerin önüne geçmek için nasıl bir yol izliyorlar?

“Şimdi demokrasinin falan zamanı değil, laiklik elden gidiyor” sloganını hakim kılarak toplumun bir bölümünü dinine, geleneklerine bağlı, ama yaşam tarzları farklı ötekilerden nefret etmeleri için tehlikeli bir şekilde kışkırtarak, ‘önümüzde kaçınılmaz olarak bizi bekleyen nihaî hesaplaşmaya’ hazırlıyorlar.

Bu nedenle bana kalırsa artık son kozlarını oynuyorlar. Bunu yaparken de toplum içindeki her gücü, her odağı, topluluğu, derneği vb. bu amaç için kullanmayı mubah görüyorlar. Aynı şekilde yine bu amaçla her türlü değeri, inancı, anlayışı vb. de kullanabiliyorlar. Türkiye’yi tehlikeli bir kutuplaşmaya doğru, kesin bir yol ayrımına doğru sürüklüyorlar. Laiklik tehdidinin yanı sıra Kürt meselesini de kullanıyorlar. Oysa meselenin kangren olmasının ve yıllardır çözüme kavuşturulmamasının tek sorumlusu yine bu militarist yapı. Şimdi bir yandan AKP’yi gerileterek ve mümkünse siyasal hayattan silerek iktidarlarına destek olacak, can katacak ‘sağ ve sol cumhuriyetçiler koalisyonu’ dedikleri CHP-MHP koalisyonunun işbaşına gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bir yandan da sınırötesi operasyon yaparak Kürt meselesini daha da işin içinden çıkılmaz hale getirmek için fırsat kolluyorlar.

* Sistem ve rejim nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?

Cumhurbaşkanlığı bürokrasi iktidarının son kalesidir. O nedenle bir parti tarafından değil bir mutabakat sonucunda seçilmesi isteniyor. Mutabakat dedikleri bürokrasinin istediği cumhurbaşkanının seçilmesini sağlamak. Bürokrasiye sadakat ve biat esastır. Cumhurbaşkanlığı için Anayasa’da, yasalarda yazılan şartların ötesinde Türkiye’de yönetime ulusal iradeye rağmen el koymuş siyasî elitin de bazı şartları bulunmaktadır.

*Bir gazeteci olarak son dönemde basının tavrını nasıl buluyorsunuz? 28 Şubat’ta Radikal'i komutanların yönettiğini söylemiştiniz yeni dönemde basını nasıl buluyorsunuz?

Belki şimdi komutanlar yönetmiyor, doğrudan müdahale yok ama buna artık gerek de yok. Artık bazı merkez medya organlarının başındaki yöneticiler zaten o komutanların görevini yapıyor. Çünkü bunların çoğu 28 Şubat döneminden kalma. Hâlâ görevlerini sürdürüyor. Hatta bazıları terfi bile etti. Türkiye’de bürokrasinin planladığı ve yönettiği psikolojik savaşın uygulanması böyle bir medyamız olduğu için mümkün olabiliyor. Militarizm ve milliyetçilik bu sayede yükseliyor. Hatta linç ortamı medya sayesinde yaygınlaşabiliyor. General konuşmaları medya sayesinde önemli hale geliyor. Oysa medya bu konuşmaları vermese bir süre sonra generallerin konuşamadığını, konuşsalar bile bu konuşmalardan kimsenin haberi bile olmayacağını görebileceğiz. Ama medya bunu yapamaz.

Dolayısıyla medyada 28 Şubat anlayışı hâlâ devam ediyor. Türkiye’de değişmesi gereken kurumların başında bu nedenle medya geliyor.

* Siz yeni dönemde AKP'nin nasıl bir siyaset izleyeceğini düşünüyorsunuz?

Şemdinli olayı AKP için bir dönüm noktasıydı ancak Erdoğan da Erbakan'ın Susurlukta takındığı tavrı takınarak yanlış yaptı. Şemdinli’nin kapatılması için askerlerle işbirliği yaptı. Buna rağmen muhtıraya muhatap oldu. Oysa hukukun önünü açsaydı asker böyle bir muhtıra yayınlayabilecek durumda olamıyacaklardı.

*Yani AKP demokrasi ve hukuktan yana tavır sergilemeliydi diyorsunuz?

AKP bana göre demokrasi hedefinden şaşmamalıydı. Bu hedeften saptıkça yanlışlara daha kolay yöneldi.

Yeni dönemde AKP, bürokrasinin ve ona bağlı partilerin çekmeye çalıştığı milliyetçi bataktan bir an önce kurtulup demokratik hedeflere yönelmek zorunda. Başkaca da bir kurtuluşu olduğunu sanmıyorum.

Bir de AKP bu erken seçimi kendisine yönelik bir halk referandumu, bürokrasi ile yaptığı maçta bir taraf olarak görürse büyük hataya düşer. Çünkü karşısındaki bürokratik güçler meseleye böyle bakmıyorlar. Meseleyi iktidar kavgasında bir ölüm kalım meselesi olarak görüyorlar. Bunu da cumhuriyetin son savunması olarak sunuyorlar.

“Ya cumhuriyet elden gidecek ya cumhuriyetçiler yeniden laik cumhuriyetlerine kavuşacaklar” mesele bundan ibaret.

* Askerin K. Irak operasyonu yaparak AKP yi zorlayacağı söyleniyor. Katılıyor musunuz?

Evet. Sanırım bu da bürokrasinin AKP’yi sıkıştırma hatta tasfiye etme planlarında önemli bir merhale olacak. Nitekim ne zamandır opreasyona hazırlanılıyordu. Gabar ve Cudi Dağları’na onbinlerce asker yığılması ve atış talimlerine başlanması, bir yandan da operasyonlara hız verilmesi bunu gösteriyor. Zaten genelkurmay başkanı bunu basın toplantısında da ifade etmişti.

Şimdi askerlere yakın bazı yazarların kulağına olağanüstü hal lâflarının fısıldandığı anlaşılıyor. Çünkü bunun ne kadar gerekli olduğunu yazan bazı yazarlar var. Böyle bir şey olursa, tabiî erken seçim meselesi falan da tehlikeye girer. Türkiye iyice bir kaosa sürüklenir. Türkiye’nin dış ilişkileri büyük meselelerle karşı karşıya kalır. İç politikada son yıllarda görmediğimiz oranda bir sertleşme ve kutuplaşma süreci başlar. Çatışmalar yaygınlaşır. Maalesef cenazelerin sayısı artar. İç barış tuzla buz olur. İşte muhtıra karşısında nispeten direnen ekonomik göstergeler o zaman kriz sinyalleri vermeye başlar. Hatta Türkiye –bunu tabiî ki temenni etmiyorum ama– büyük bir ekonomik krize bile girebilir.

* Siz başka provokasyonlar öngürüyor musunuz?

Ben tabiî bu konuların senaristi değilim ama Türkiye’de, hele bu puslu ortamda her şey mümkün olabilir. Çünkü dediğim gibi iktidarını koruyabilmek uğruna bürokrasinin legal-illegal yapamıyacağı herhangi bir şey, kullanmıyacağı herhangi bir değer ya da inanç olmadığını düşünüyorum. Neredeyse 40 yıllık gazetecilik hayatımda, ‘İktidar için –Onlar laik cumhuriyeti korumak diyorlar- her şey mubah’ lâfının bu kadar geçerli olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum.

*Röportajı okuyan bazı çevreler Türkiye dışından konuşmak kolay diyebilir. Onlara söyleyeceğiniz birşey var mı?

Onlara şunu söyleyebilirim: Ben Türkiye’de söyleyemediğim şeyleri ülke dışında da söylemem. Bunu şu ya da bu kurumdan ya da yasadan korktuğum için değil, tam tersi ilkeli olabilmek için yaparım. Söylediklerim zamana ve zemine göre değişmez. Burada ölçüm, gerçeklere bağlılık, bağımsızlık ve insan haklarına saygıdır. Orada bu konuda ne kadar titizlik gösterdiysem burada da aynı titizliği, hatta daha da fazlasını gösteriyorum. Benim için bunların dışında başka bir ölçü de yoktur. Burada söylediklerimi rahatlıkla orada da söyleyebilirim. Gazeteci açısından gazeteciliğin, insan haklarının evrensel kurallarına uygun davranmanın coğrafyası yoktur. Gazetecinin sorumluluğu ve mesleğin etik kurallarına saygı gösterme zorunluluğu her yerde aynıdır.

Hasan Hüseyin KEMAL

14.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (11.05.2007) - Kiradan kurtulmaya hazır mısınız?

  (07.05.2007) - CHP ideolojisi çöktü

  (30.04.2007) - Halk darbe istemiyor

  (26.04.2007) - Türkiye barajlarla kalkınır

  (23.04.2007) - Biten sürecin son temsilcileri

  (20.04.2007) - ‘Peygamberimizi çağın araçlarıyla anlatabilmeye odaklandık’

  (16.04.2007) - Darbeler anayasaya aykırı

  (14.04.2007) - İşitme engelliler için destek bekliyoruz

  (12.04.2007) - Derelerden elektrik akacak

  (20.02.2007) - Düşünce suç haline getiriliyor

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004