Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Meryem'in oğlu misâl verildiğinde senin kavmin sevinçten bağrışır oldu.

Zuhruf Sûresi: 57

13.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Size bir topluluğun büyüğü geldiğinde ona ikram edin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 195

13.06.2007


Siyasette bizzat müteharrik değiliz

“Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?”

Dedim: “Eûzü billâhi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım)

“Evet, İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.

“Madem ki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir.

Menfîye kapılan harf gibi: “Delle alâ ma’nen fî nefsi gayrihî” (Başkasındaki bir manaya delâlet eder) yahut “Lâ yedüllü alâ ma’nen fî nefsihî” (Kendi kendine bir mânâya delâlet etmez) tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir âlet-i laya’kıl olur.

“Diğer müspet cereyan ise ki, dahilden muvafık şeklini giyer. İsim gibi “Delle alâ ma’nen fî nefsihî” (Kendisinde bulunan bir mânâya delalet eder) dir. Hareketi kendinedir. Tebai haricedir. Lâzım-ı mezhep, mezhep olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müspet ve zaafına inzimam etse, harici kendine âlet-i lâyeş’ur edebilir.”

Sünuhat, s. 64-65

Lügatçe:

hezeyan: Saçmalık, saçmalamak.

müteharrik-i bizzat: Kendiliğinden hareket eden.

bilvasıta müteharrik: Başkasının aracılığıyla hareket eden.

tenvim: Uyutma.

asammâne: Sağırcasına, söz işitmez.

eser-i telkin: Telkin eseri.

hulûs-u niyet: Niyetin halis olması, ihlaslı olması.

cihet-i zaaf: Zayıf yön.

âlet-i laya’kıl: Şuursuz âlet.

muvafık: Uygun, uyumlu.

teba: Uyruk.

lâzım-ı mezhep: Mezhebin gereği.

muahez: Sorgulanan, hesaba çekilen.

bahusus: Özellikle.

inzimam: Birbirine ilave olunma, eklenme.

âlet-i lâyeş’ur: Kâr ve zararın farkında olmayan, başkası hesabına çalışan âlet.

13.06.2007


Birbirimizi anlamak

Birbirimizi anlamak için önce, kendimizi sonra diğer insanları tanımalı ve anlamalıyız.

İnsanları tanıyıp, özelliklerini, davranışlarını, huylarını, karakterlerini anladıktan sonra kendimizi ve birbirimizi anlayabiliriz.

İlk aşamada, birbirimizi anlamak için iyi bir dinleyici olmalı, karşımızdakinin ne dediğini veya ne demek istediğini anlamak için gayret göstermeliyiz.

Birbirimizi peşin fikirle dinlememeli, sözlerimizi ikide bir kesmemeliyiz.

Herkesin fikri farklıdır. Her fikre saygı göstermeli, fikrini söylemesini sağlamalıyız. Başkasının fikrini kabul edip etmemekte hür davranmalıyız.

Birbirimize olan davranışları hep kendi gözlüğümüz ve aynamızla görmemeli; biraz da empatik, yani karşımızdaki gibi davranarak tepki verebilmeliyiz.

“Çünkü, insaflı bir münazır, hayâlî bir münazara sahasında ara sıra hasmının libasını giyer, ona bir dâvâ vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla, dimağında bir tenkit lekesi husûle geleceğinden, zarar verir. Lâkin niyeti halis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur.”1

Yani, birisiyle münâzarâ eden insaflı kişi, tartışmalarını gereksiz uzatmamak, hakkı bulmak adına bazen empatik davranarak, karşısındakinin aklıyla olayları yorumladığında, hakkın daha kolay ortaya çıktığını görebilir.

Fakat, devamlı bu şekilde davrandığında da, bu sefer kendisinin haksız olma ihtimali aklına gelmeye başlar ve kendini suçlamaya başlayabilir.

İşte bu durumda, niyetinin hakkı bulmak olduğunu, kendi fikir ve davranışlarının haklı olduğunu hatırına getirirse, kendini suçlamaktan ve aklında şüphe izleri bırakan o düşünceden kurtulmuş olur.

Burada öne çıkan davranış biçimi; kendine, fikrine, gücüne ve davranışlarının doğruluğuna inanmak olarak görülüyor.

Kendini tam anlamıyla anlayan, başkalarını da anlama yolunda epey mesafe kat etmiş olur. Zaten onu da, ara sıra empatik davranarak sağlamış olacaktır.

Karşımızdakini anlamanın bir diğer yolu da, aynı dili konuşmaktır. Burada tabiî ki, Türkçe, İngilizce vs. gibi diller bahis konusu olabildiği gibi; asıl söylemek istediğim, aynı kültür, aynı kavramlar etrafında konuşmaktır.

Karşımızdakini anlamanın faktörlerinden en önemlisi, bence, anlamaya çalışmaktır.

Sizi anlamak istemeyen bir kişiye ne kadar istekle, ne kadar çağdaş metotları kullanarak anlatırsanız anlatın, kesinlikle anlattığınızı anlamayacaktır. Çünkü, anlamak istemiyordur.

Anlaşılmak istiyorsanız, düşündüklerinizin hepsini söylemek yerine, söylediklerinizi düşünerek söyleyiniz.2

Ve aynı zamanda; “Her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu her zaman söyleme.”3 Aksi halde yanlış anlaşılabilirsin.

Son olarak birkaç madde halinde söylemek gerekirse;

- Anlaşılmak için muhatabınızın kaldıracağı şekilde konuşunuz.

- Dinleyiniz, hitap ettiğiniz kişiye önem veriniz.

- Konuşurken kendinizden çokça bahsetmeyiniz ve sabırlı olunuz.

Dipnotlar: 1- Mesnevî-i Nuriye, s. 96: 2- Aristo; 3- Mektûbât, s. 289

[email protected]

M. Fahri UTKAN

13.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004