Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ve sûr üflenir. Ve onlar kabirlerinden kalkıp Rablerinin huzuruna koşarlar.

Yâsin Sûresi: 51

13.08.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz tuvalete girdiğinde şöyle desin: “Bana eziyet veren şeyleri benden gideren, faydalı şeyleri de bırakan Allah'a hamd olsun.”

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 327

13.08.2007


Kabrin arkası için çalışınız

Bir iki gün evvel bir hâfız, Sûre-i Yusuf’tan bir aşir, tâ “Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat” (Yusuf Sûresi, 12:101.) âyetine kadar okudu. Birden âni bir nükte kalbe geldi. Kur’ân’a ve imana ait her şey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir. Öyleyse, “Şu küçük bir nüktedir; şu izaha ve ehemmiyete değmez” denilmez. Elbette şu çeşit mesâilde en birinci talebe ve muhatap olan ve nüket-i Kur’âniyeyi takdir eden İbrahim Hulûsi, o nükteyi işitmek ister. Öyleyse dinle:

En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsenü’l-kasas olan kıssa-i Yusuf Aleyhisselâmın hâtimesini haber veren “Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat” (Yusuf Sûresi, 12:101.) âyetinin ulvî ve lâtîf ve müjdeli ve i’câzkârâne bir nüktesi şudur ki:

Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemâl-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere eyvah dedirtir. Halbuki şu âyet, kıssa-i Yusuf’un en parlak kısmı ki, Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:

Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisinin Cenâb-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu.

Demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

İşte, Kur’ân-ı Hakîmin şu belâgatine bak ki, kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki:

Kabrin arkası için çalışınız; hakikî saadet ve lezzet ondadır.

Hem Hazreti Yusuf’un âli sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor:

Dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor; yine âhireti istiyor.

Mektubat, s. 273

Lügatçe:

saadet-i ebediye: Sonsuz mutluluk; Cennet.

mesâil: Meseleler.

nüket-i Kur’âniye: Kur’ân’ın nükteleri.

ahsenü’l-kasas: Kıssaların en güzeli.

i’câzkârâne: Mucizeli bir şekilde.

zeval: Son bulma, sona erme.

bahusus: Özellikle.

mevt: Ölüm.

hakikatbîn: Hakikati gören.

Bediüzzaman Said NURSÎ

13.08.2007


Okuyanlara selâm olsun!

“Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak sûretindeki meşguliyet, tecrübelerle kalbe ferâh, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.” (Risâle-i Nur’dan…)

“Bir kitap kadar dilimi tadlandırıp kendimi avuttuğum bir başka şekerim yok!”

(Kırmızı Kitaplı Çocuk’tan…)

Gece karanlık; ama aydınlanabileceğimiz bir ışığımız var: Okumak…

Evet, gecenin karanlığında okumakla aydınlanıyoruz.

Risâlenin sayfalarına dalıp da kalbimizin ve aklımızın yaralarına merhemler sürüyoruz. Risâleden hastalıklarımıza mücerrreb ilâçlar buluyoruz…

Gençliğimizi iffet ve namusluluk dairesinde geçirdiğimiz takdirde ebedî bir gençliğe kavuşacağımızı,

Her şeye Allah namına baktığımızda şu müzeyyen kâinatla kardeşâne bir alâka kurabileceğimizi,

Fenâya mahkûm olan ve elbet bir gün bizi terk edecek şeyleri önceden terk ederek, yüzümüzü Bâkî’ye çevirmemiz gerektiğini; böylece fânîden Bâkî’ye yol bulabileceğimizi bu Risâle okumalarından öğreniyoruz.

Bu okumalar aklımıza ve kalbimize yol bulup birer kabiliyet kazandırıyor bize. Meselâ; artık nimetleri, lezzeti şükür için tadı-yoruz. Kardeşlerimizin meziyetleriyle iftihâr etmeyi, kardeşimizi nefsimize—şerefte, makamda, hatta menfaat-i maddiyede bile—tercih etmeyi bir “hıllet prensibi” bilip, birbirimize en yakın dost, en fedâkâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş oluyoruz. Ve şu halîliye mesleğince, batıp gidenleri hiç mi hiç sevmiyoruz.

Bu okumaların nazarımıza verdiği bakış açısıyla kâinatı da okumaya başlıyoruz. Baharı bir çiçek gibi kokluyoruz. İlk emir “İkra!” (Oku!) gibi kâinatı Allah’ın (cc) adıyla, Allah adına mütâlâa ediyoruz.

Kabirde okuyamayacağımızı bildiğimizden şimdi okuyoruz. Okumamanın bütün cehâletlerin kaynağı olduğunu bildiğimizden hayatımızı okumakla aydınlatıyoruz. Risâleleri okumak bir nevî Üstâdla konuşmak olması hasebiyle, satır satır, cümle cümle Üstâdımızla sohbet ediyoruz.

Hayatımızı tatile, atâlete uğratmadan okuyoruz. Böylece tatilin, atâletin de canına ‘oku’yoruz.

Şimdi bir grup genç, yüksek bir tepede tek başımıza Risâle okuyoruz. İnsanların medeniyetinden elimizi çekip kâinatla dostluk kuruyoruz. Ve buradan bütün okuyanlara selâm ediyoruz.

Okuyanlara selâm olsun!

Cihan CAMBAZ

13.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri