Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Herkes için tuzak

Bu satırları Amman’da yazıyorum. Bağdat’la İstanbul arasındaki uçak seferleri kısa bir süre önce bizim tarafımızdan kaldırıldığı için Ürdün’ün başkentinde bir gün geçirmek zorunda kaldım.

Kuzey Irak’ın Erbil, Selahattin, Kerkük ve Süleymaniye kentlerinde dört gün dolaştım. Uçakla Süleymaniye’den geçtiğim Bağdat’taysa üç gün kaldım.

15 noktalık değerlendirmem şöyle:

(1) Bu geziye çıkmadan önce, Türkiye’nin Kuzey Irak’a askeri operasyonunun PKK ile mücadelede çare olamayacağını yazıyordum. Gezi sonrası bu görüşüm zayıflamadı, güçlendi.

Geçmiş çeyrek yüzyıllık deneyimlerin de ışığında askeri operasyon hem çare değildir hem de ‘tuzak’tır. Bir yandan Türkiye’nin PKK ile mücadelesini daha beter zora sokar, öte yandan özellikle ABD ve AB ile ilişkilerini bozar.

Baskı haklı ve meşrudur

(2) PKK’nın Kuzey Irak’ta barınması, buradan Türkiye’ye sızarak şiddet ve terör eylemleri koyması, askerlerimizi şehit etmesi hiç kuşkusuz kabul edilemez. Bunu önlemek ve PKK’ya karşı ciddi işbirliğini sağlamak için Türkiye’nin gerek Bağdat, gerekse Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde diplomatik, siyasal ve ekonomik baskı uygulaması haklı ve meşrudur. Bu konuda hem Kürt yönetiminin hem de özellikle ABD’nin bir an önce hareketlenmeleri ve Türkiye’nin haklı beklentilerini karşılamaları gerekir.

(3) PKK, Kuzey Irak’taki Kürt siyasi eliti içinde, her zaman açıkça ifade edilmese de, Türkiye’yle başlarını belaya sokan bir güç olarak görülüyor. Bu nedenle, Irak Kürtlerinin son on beş yıllık kazanımlarını tehlikeye atan PKK’nın etkisiz kılınması gerektiği bu çevrelerde yaygın bir görüş. O yüzden, Türkiye’nin Amerika’yla birlikte baskısı, istenen sonuçları vermeye başlayabilir.

PKK, Türkiye’nin sorunu

(4) Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı Türkiye’yi tatmin edecek somut bir şeylerin yapılmasından yana bir Kürt yetkili, Erbil’de bana şunları da söyledi:

“Unutmayın, PKK bizim değil Türkiye’nin sorunu. Yeni de değil, eskiye gidiyor. PKK’nın asıl kökleri, Türkiye Kürtlerinin içinde. PKK asıl desteğine Türkiye’nin Güneydoğu’sunda sahip. Şimdi siz PKK’dan dolayı Kuzey Irak’a bomba yağdıracaksanız, hatta bazı aklıevvellere uyup Barzani’yi de hedef alacaksanız, o zaman aynı mantıkla dönüp kendi Güneydoğu’nuzu da mı bombalayacaksınız?..”

(5) Türkiye, Kuzey Irak’a bir askeri operasyon ihtimali nedeniyle daha şimdiden dünya kamuoyunda saldırgan, istilacı bir güç olarak gösteriliyor, daha operasyon olmadan imajı bozuluyor. Ayrıca, Kuzey Irak Kürtleri arasında Türkiye’ye karşı düşmanlık, husumet duyguları yaygınlaşmaya başlamış. Bu durum zamanla Türkiye Kürtleri arasında da huzursuzluk yaratır. Irak Kürtlerinin düşmanlığını kazanmak, Türkiye’nin çıkarına değildir.

Irak Kürtleri devletleşiyor

(6) Kuzey Irak’a, Erbil’e ilk kez Cumhuriyet’in genç bir muhabiri olarak 1974’te gelmiştim. Saddam’ın bu topraklardan çekilmek zorunda bırakıldığı 1991’den beri bu bölgeye sık sık gelip gittim. Son on beş yıllık, hele son dört yıllık gelişmenin olağanüstü olduğunu söyleyebilirim.

(7) Evet, Irak Kürtleri aynı zamanda devletleşiyor. Ama bunun resmiyet kazanması öyle kolay değil. Ancak, bu fiili devletleşmeyi de bu saatten sonra tersine çevirmek imkânsızdır.

Tersine çevirme hayalini, Saddam’ın 2003’ün nisan ayında devrilmesine kadar Ankara’da görenler vardı. Dünya konjonktürü değişir ve Saddam’la Türkiye bir gün birlik olup Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunu tersine çevirir düşüncesi bir zamanlar Ankara’daki iktidar odaklarında yaygındı. Bu artık geçti, mümkün değil.

Bir başka noktaya Erbil’deki bir Kürt yetkili şöyle değindi: “Kuzey Irak’ın dünyayla köprü kurması açısından Türkiye çok önemli. Ama bu arada Kuzey Irak da dünyayla yeni yeni köprüler kuruyor. Bakın, Amerika’yla İngiltere Erbil’de konsolosluk açtılar. Yılbaşında Fransa açıyor. Sırada on ülke var, İran’ı var, Rusya’sı var.”

(8) Geçen hafta cuma günü Habur’dan Kuzey Irak’a giriş yaparken, bir TIR şoförü yanıma geldi. “Kapı kapatılacak mı?” diye sordu, “Habur kapatılırsa her iki taraf için de ekmek kapısı kapanır, perişan oluruz.”

(9) Habur’dan Zaho’ya doğru giderken yol boyu not ettim: Ülker, Arçelik, Evyap, Eti, Florant Boru, Mutlu Akü, Fırat, İstikbal, Beko, Saray, Sibel Can’lı Frutti, Lassa, Profilo... Ve Kuzey Irak’ta nereye gitsek, iş yapan Türk şirketleri ve müteahhitleri...

(10) Erbil’de bir Kürdün sözleri:

“Biz Irak Kürtleri Sünniyiz; laiklikse laikiz; İran’daki gibi bir rejime kesinlikle karşıyız; radikal İslamın buralara gelmesini istemiyoruz; Türkiye’deki demokrasiyi takdir ediyor ve örnek almak istiyoruz; ayrıca Türkiye aracılığıyla AB’ye komşu olarak yaşamak istiyoruz. Peki, siz bizi neden istemiyorsunuz?”

Bu sözleri düşünmekte yarar var.

Türkiye’yle Irak Kürdistan bölgesinin iyi ilişkiler içinde olması her iki tarafın da çıkarınadır. Kuzey Irak’ta dolaşırken bir kez daha gördüm. Türkiye Kürtleri ile Irak Kürtleri arasına Çin Seddi çekilemez, böyle bir şey düşünülemez bile. Bir tarafın Kürtlerine ne olursa, bundan öteki tarafın Kürtleri de şöyle ya da böyle etkilenir. Kimse bunun tersini düşünmesin. Bölgede barış ve istikrar ancak bu gerçeği hesaba katarak gerçekleşebilir.

PKK silâhı bırakmalıdır

(11) Ve o klasik soru:

Ne yapmalı?

Irak Kürt liderliği, PKK’ya karşı kendi bölgelerinde gerekenin ciddiyetle yapıldığı konusunda Türkiye’yi tatmin etmelidir.

PKK’nın önce ucu açık, önşartsız bir ateşkes ilan etmesi ve bunun gereğini yerine getirmesi sağlanmalıdır.

Bundan sonraki aşama, PKK’nın şiddet ve silahlı mücadeleden vazgeçmesi olmalıdır. Bunun için Irak Kürt liderliği, ABD ve AB de devrede olurken, Türkiye’nin PKK’yı dağdan indirmek için yapabileceği yasal düzenlemeler zaman içinde gündeme gelmelidir.

Böyle bir paketi büyük bir gizlilikle oluşturmak -öyle kolay olmasa da- altı çizilmesi gereken bir noktadır.

(12) Erbil’de ne yapmalı sorusunun karşılığını tartışırken Iraklı bir Kürt bana şöyle dedi: “İstanbul’da yaşayan bir Kürt arkadaşım bana bir keresinde şöyle demişti: ‘Türkiye eğer PKK probleminden kurtulmak istiyorsa, önce Kürt meselesini çözmelidir. Ama bunun için de Türkiye’de öncelikle hükümetle asker bir masaya oturmak zorundadır.’ İsabet var bu teşhiste... Belki size aşırı gelebilir, ama burada yaygın olan bir görüş var. PKK ortadan kalksa sizin derin devlet bir başka PKK kurdurur.”

(13) PKK şiddete devam ettikçe, silah bırakmadıkça, PKK’ya karşı Türkiye’nin haklı ve meşru mücadelesi devam edecektir. Ama siyasal iktidarın, Erdoğan hükümetinin Kürt sorunu konusunu çok daha ciddiye alması gerekir. Bu nokta göz ardı edilerek PKK’nın Türkiye’de etkisizleştirilmesi uzak ihtimaldir.

(14) Türkiye, Kıbrıs konusunda uzun yıllar ‘çözümün değil, sorunun tarafı’ olmuştu. Erdoğan hükümeti 2003’ten itibaren bunu tersine çevirdi. Siyasal kararlılık göstererek, ‘bir adım önde’ politikasıyla çözümün tarafı oldu. Böylece Türkiye’ye AB yolu açıldı, müzakereler başladı.

Şimdi Kürt sorununda böyle bir kararlılığı gösterebilecek mi Başbakan Erdoğan? Yoksa o da zamanla devlet tarafından teslim alınıp ‘eskiler’in rayına mı oturacak?..

Kısırdöngünün kırılması şart

(15) Bakın, Türkiye’nin en yakıcı sorunu öteden beri Kürt sorunudur. Bunu kimse görmezden gelmesin. PKK bu sorunun bir ürünüdür.

Her iki sorun da bugünden yarına şipşak çözülemez.

Kürt sorununu çözüm yoluna sokamadığımız sürece, Türkiye’nin barış ve istikrarı bu sorunun ve ‘başkaları’nın ya da ‘dış güçler’in insafına kalır. Tam düzeldiğimizi, iyi yola girdiğimizi sandığımız sırada, ‘dışarı’dan birileri düğmeye basar, şehit cenazeleri doğudan batıya gelirken, biz de ayaklanır, savaş tam tamlarıyla yedi düvele meydan okumaya başlarız.

Bu kısırdöngünün kırılması şarttır, eğer istikrarı kalıcı kılmak istiyorsak...

Bir başka deyişle:

Eğer o başkalarının ya da klasik deyişle o ‘dış güçler’in oyuncağı olmak istemiyorsak, PKK tarafından ‘rehin alınmak’ istemiyorsak, o zaman herkes Kürt ve PKK sorununun altına elini sokmalıdır.

Bu sorun sadece bir terör ve şiddet sorunu değildir, sadece askeri yoldan çözülecek bir sorun değildir. Ve yine bu sorun ‘sadece askere bırakılmayacak kadar’ önemli bir sorundur.

Son söz:

Kuzey Irak’a operasyon yalnız Türkler ve Kürkler için değil, yalnız Türkiye için değil, hem ABD, hem AB, hem de bölgesel istikrar için ortak bir tuzaktır.

Bu tuzağa düşmeyelim.

Milliyet, 4.11.2007

Hasan CEMAL

05.11.2007


 

O masal siviller içindi

Hem Kara Kuvvetleri, hem de Jandarma Genel Komutanlığı yapmış olan emekli Org. Aytaç Yalman, şöyle demiş:

“(Sosyal sorun aşamasında...) Sorunun ‘ kendini ifade’ olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını türküsünü dinlemek, kültürünü yaşamak istiyor... Bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta, işte ‘dağlarda kartkurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir’ gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘ yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz.” ( Fikret Bila’nın röportajı, Milliyet, 3 Kasım )

Aytaç Yalman ‘ sosyal sorun’ adını verdiği dönemin 1938’den 1970’e kadar sürdüğünü, bu yıllarda terör olmadığını belirtiyor.

*

Ben Yalman’ın sözlerindeki “ Kürt yoktur, diye eğitilmişiz “ bölümüne takıldım.

Yalman’ın dediği askerler için değil, siviller için geçerlidir. Nedenini anlatayım...

Siyaset bilimci Prof. Metin Heper, “ öğreten devlet “ kavramından söz etmişti. ( Radikal, 30 Nisan )

Devlet, ‘ milli eğitim’ ve ‘ eğitimin birliği’ (Tevhidi Tedrisat) mekanizmasıyla uzanabildiği herkese aynı eğitim ve öğretimi verir.

Bir şeyleri ‘öğretme’ hakkına sahip olmak, aynı zamanda başka bazı şeyleri ‘ öğretmeme’ anlamına gelir.

Türkiye’deki milli eğitim şunları öğretmemiştir: “Kürt sorunu... Din sorunu... (Eskiden) Sosyalizm meselesi... Bireyleşme...”

Subay eğitimi ise farklıdır.

Askeri okullarda öğrenciler, özellikle Kürtlere ve dinin toplumdaki rolüne ilişkin sorunları (tabii belli bir doktrinin aşılanması biçiminde) öğrenirler.

Zaten Atatürk’ün hayatını su gibi öğrenen bir askeri öğrencinin, onun döneminde sürüyle Kürt isyanı olduğunu bilmemesi düşünülemez.

Bu açıdan bilhassa ‘ Karacı’ subayların bir başka avantajı daha vardır: Hem Türkiye’nin dört bir yanında görev yaparken, hem de kıta hizmeti sırasında Kürtlerle karşılaşırlar. Ve onlara “ Ali Okulu “ denilen kurslarda Türkçe öğretmeye çalışırlar.

Özetle: 1940 doğumlu Aytaç Yalman’ın, Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu 1970’lere dek bilmemesi mümkün değildir.

“ Dağlarda gezerken kartkurt sesleri çıkaran adamlar “ masalı subaylar için değil, siviller için uydurulmuştur.

Sabah, 4.11.2007

Emre AKÖZ

05.11.2007


 

Geç de olsa!

Herhangi bir kişi değil şunları söyleyen: “Kürtler dilini konuşmak, şarkısını söylemek istiyordu ama biz ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Sosyal taleplerini bile yıkıcı faaliyet saydık. Hem sosyal sorunu, hem de terörün başlayacağını fark edemedik!”

Bunları Fikret Bila’ya söyleyen kişi, eski Kara Kuvvetleri ve Jandarma Komutanı olan emekli Orgeneral Aytaç Yalman! Orgeneral Yalman, askeri yönetimin PKK’nın hazırlık dönemini iyi izleyemediğini belirtiyor.

Bunları dinlemek hem ibret verici hem de çok acıdır.

Evet, öyle şizofrenik bir dönem yaşadık. ‘Kürt yoktur!’ dendi, Kürtçe konuşmayı yasaklamaya kalktık. Gazetelerde bile ‘Kürt’ sözcüğü kullanılmaz oldu. Diyarbakır Cezaevi’nde acı olaylar yaşandı.

Bütün bunları yapanlar, ‘iyi niyetle’, ‘vatan bölünmesin’ diye yapıyordu.

Ama cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. ‘Vatan bölünmesin’ diye kurulan baskı rejimi, tam tersine, vatanın bölünmesine neden olabilecek bir ortamın doğmasına yol açtı.

‘Kürtler vardır, bu ülkenin bir parçasıdır, sosyal ve kültürel talepleri karşılanmalıdır’ diyenler (ki birlik ve bütünlüğü sağlamanın etkili ve gerçekçi yolu buydu) vatan haini sayıldı, işinden atıldı, hapsedildi.

Şimdi eski Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın, binlerce ölüden ve bitmeyen bir PKK belasından sonra bunları söylemesi en hafif deyimiyle hüzün vericidir.

Neyse bereket ki nispeten iyi bir dönemde söylüyor. 25 yıl önce söylese, soluğu mahkemede alırdı. Önce güzel bir işkenceden geçer, vatan haini olduğunu itiraf etmeye zorlanır, mahkemeye çıkarılır, yargıçtan iyi bir azar işittikten sonra hatırı saylır bir mahpusluk cezasıyla demir parmaklıkların arkasını boylardı!

Sırf doğruyu söylediği için!

12 Eylül’ün temel bir görüşü vardı: Terörün, fazla özgürlüklerden, demokrasiden kaynaklandığına inanmışlardı. Bunun sorumlusu olarak 27 Mayıs Anayasası’nı görüyorlardı. Hatta General Evren bunu açıkça söylemiş, “Bu Anayasa bize bol geliyor!” demişti.

Sonra 12 Eylül Anayasası’nı yaptılar, o da dar geldi, sağından solundan patlayıverdi.

Tarih bize gösterdi ki, 12 Eylül diktatörlüğü bir taraftan sağ-sol çatışmasından kaynaklanan şiddet olaylarına son verirken, bir taraftan da yeni bir şiddet hareketinin temellerini attı.

Sağ-sol çatışmasından kaynaklanan şiddet, demokrasi içinde kalarak çözülebilseydi, özgür tartışma ortamı sağlanabilseydi, belki Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında PKK türü ayrılıkçı hareketlerin taraftar kazanması daha zor olurdu. Daha gerçekçi değerlendirmeler yapılabilir, daha geçerli politikalar izlenebilirdi.

Ünlü bir söz vardır: “Elinizdeki tek alet çekiçse, her şeyi çivi olarak görürsün” derler. Askeriye, savaşmak için eğitilmiştir. Sorunları çözümlerken, planlarını yaparken ve uygularken düşmana karşı güç kullanma anlayışının etkisi altında kalması normaldir.

Zamanı geri çeviremeyiz. Kimin yanlışının sonucu olursa olsun, önümüzde PKK adında bir terör örgütü var. Bu örgütle mücadele elbette askeri yöntemlerle yapılacaktır. Fakat, PKK ile karıştırılmaması gereken bir Kürt sorunu da var. Ekonomiyle, eğitimle, etkin yönetimle, iletişimle çözülmesi gereken bir sorun bu. Şimdiye değin görmezden geldiğimiz.

Bir hayli geç kaldığımız!

Fakat, emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın sözleri umutlandırdı beni: Bazı şeyleri görmeye başlamamız olumlu bir işaret. Hâlâ vaktimiz olmalı!

Radikal, 4.11.2007

Türker ALKAN

05.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri