Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Kürt Teâlî Cemiyetinden PKK’ya

Geçmişi 1840’lara uzanan sorun yumağıyla başımız dertte. Çözmeye uğraşır görünüyoruz... Ancak problem gitgide çetrefilleşiyor, her gün bizi biraz daha sıkıntılandıracak boyuta tırmanıyor...

Meselenin bu hale gelmesinin temelinde yatan başlıca sebep, yıllardır tabloyu gerçek boyutuyla görmenin ve o kavrayışla çözüm üretmenin uzağında duruyor olmamız...

1341 tarihinde yani 1922 senesinde Başbakanlık’tan 1845 sayıyla ve ‘gizli’ kaydıyla gönderilen yazıdaki cümleler uzun uzadıya bir şeyler söylememe gerek bırakmadan ne demek istediğimi anlatıyor zaten:

“Yüce Genel Kurmay Başkanlığı’ndan gelen 30 Nisan 1341 tarih ve 1835/2270 numaralı teskerede son isyan ve irtica olayının, basınımızda, özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış düşmanlarca propaganda zemini ittihaz edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iğfalat neticesi oluşan olayların büyütülmesi uygun olmadığından, isyanın ayrımcılıktan ziyade irticai cehalet ve aldatma neticesi olduğu zemininde yayın yapılması için gereğinin yapılması teklif olunmuştur. Keyfiyet İcra Vekilleri Heyeti’nin 3 Mayıs 1341 tarihli toplantısında tezekkür esnasında genel ve tertip olmuş bir irticanın görünümü olduğu tesbit ve malum olan hadisenin basında Kürt meselesi şekline inhisar ettirilmesi, gerçeğe mutabık olmadığı kadar siyaseten de sakıncalı olduğundan keyfiyetin bu açıdan yayınlanması için...”

Dünden bugüne

Tarihte Kürt beylerinin Anadolu Türklüğü safında yer tuttuğu 1514 Çaldıran Savaşı’yla başladı Türk- Kürt kader birliği ve 1840’lara yani 2. Mahmud’un saltanat yıllarına kadar sıkıntısız sürdü. Osmanlı idari sisteminin yenilenmeye başlandığı bu dönemde, merkezi otoritenin imparatorluğun her yerinde güçlendirilmesiyle asırlar boyu bölgelerinde hükümet etmeye alışmış Kürt beylerinin itirazlarıdır rahatsızlığın kaynağı. Botan Emiri Bedirhan Bey’in isyanıyla başlar çatışma süreci.

Bastırılır ayaklanma, İran’da patlak veren Şeyh Ubeydullah hareketinin kıvılcımları sayılmazsa ufak tefek rahatsızlıklar dışında 2. Abdülhamid dönemine kadar önemli bir hadise yaşanmaz. Abdülhamid taraflı yorumların aksine imparatorluk coğrafyasında yaşayan ahaliyle ilgili konularda gerçekçi ve politiktir. Bir yandan Macaristan’da ve Kırım’da kabaran Turancılık hareketiyle ilgilidir, Turan Kongresi’ne gözlemci gönderir, Türkçe konusunda hassasiyet gösterir; diğer taraftan Osmanlı vatandaşları içinde yer alan gayri Türk ama Müslüman olanlara dönük İslamcı bir söylem benimser, tavır sergiler.

Tırmanın Rus tehdidi ve yüksek sesle ifade edilmeye başlayan Ermeni talepleriyle duyarlı hale gelen Doğu Anadolu açısından önemlidir bu siyaset ve doğal olarak öncelikli hedefi Kürt aşiretleridir. İstanbul’da açılan özel mektepler, Hamidiye alaylarının kuruluşu v.s. bu siyasetin uzantısıdır. Kürtler rahatsızdır yine bu devrede de ama ses çıkarmazlar...

Kürtlerin 2. Abdülhamid’i tahtından indiren İttihad Terakki’ye sempati duymalarının sebebi herkes gibi onların da imparatorluğun çözüldüğünü görmeleri, İttihatçıların özgürlük söylemidir. Bu sürecin nasıl sonuçlandığı biliniyor. 1918’de Osmanlı’nın yenilgisiyle biten 1. Dünya Savaşı sonrasında, ‘yangından mal kapma’ yarışına bir kısım Kürt aydınların katılışı da... Kürtler adına hareket ettiği iddiasına sahip Şerif Paşa Paris Konferansı’na şayet Ermenilerle ortak hareket etme arzusunu yansıtan deklarasyon sunmayıp farklı bir yol seçseydi ne olurdu bilinmez. Ama Paşa özetle, “Siz iki devlet için Doğu Anadolu’da müşterek bir toprak belirleyin ve onu Türklerden alın, biz Ermenilerle aramızda onu paylaşmakta anlaşırız” deyince Kürtlerin desteğini kaybetti...

Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal’in Kürt aşiretleriyle sıcak ilişki içinde olduğunu, Kürt taleplerini kabul ettiğini beyan etmese de karşılamaya itiraz etmeyen bir üslup benimsediğini biliyoruz. Şimdilerde Kürtler kendilerine o dönemde verilen sözlerin yerine getirilmediğini söyleseler de gerçek şu ki, Mustafa Kemal hiçbir zaman Kürtlerin özerklik veya Türkiye’nin inşasında ortaklık taleplerini kabul ettiğini söylemedi. Bol bol birlikten, Türk-Kürt müşterek istikbalinden söz etti. Birinci Meclis çatısı altında kimi milletvekillerinin Kürtçe konuşmalarını sorun etmedi.

Musul krizi sırasında Diyarbakır’da Türk-Kürt kongresi bile düzenledi.

Bu noktada Said-i Nursi’den söz etmek istiyorum. Malum, öteden beri Said-i Nursi’nin Kürt Teali Cemiyeti’nin kurucusu olmasından hareketle Kürtçü harekete destek verdiği iddia edilir.

Oysa Said-i Nursi Kürtleri kastederek: “Küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyevileri sizin gibi muazzam olan Türk gibi Arap gibi hâkim unsurlara bağlıdır” diyen insandır. Nitekim bu nedenle Prens Sabahattin’in ‘Adem-i Merkeziyet ve Tevsi-i Mezuniyet’ fikrine itiraz eder: Efrad mabeyninde muhabbet-i milli sağlanmadan adem-i merkeziyete gidilmesi farklı unsurların merkezden kopmalarına sebep olur. Onüç asır evvel ölmüş olan unsuriyet-i cahiliyeyi (= ırkçılığı) ihya ve fitneyi tahrik edecektir. Ona göre böyle bir tatbikat siyasi muhtariyet getirecek, siyasi muhtariyeti bağımsızlık talebi takip edecek, iş bu noktada da kalmayacak tevaif-i müluk şeklinde küçük devletler doğacak ve bundan keşmekeş doğacaktır...

Kaldı ki Said- Nursi, Kürt tabirini Osmanlı camiasının içinde bir kol anlamında kullandığını söyler. Askeri mahkemede Şakir Paşa’nın: Hangi Kürt aşiretine mensupsun, sorusuna verdiği cevap şudur: “Sen hangi Tatar aşiretine mensupsun? Ben Osmanlıyım. Benim Kürtlüğüm, doğduğum ve büyüdüğüm yerin halkına verilen isim dolayısıyladır. İsmim Said Nursi iken, adımın her tekrarında Said Kürdi denmesi, ayrıca bu Kürt diye işaret edilerek aleyhime bir his uyandırmak istenmesi mahkeme ve adalet kelimelerinin ifade ettiği manaya muhalif bir tutumdur.”

Azadi’den PKK’ya

Türkiye Kürtlerinin yakın tarihinde ciddi anlamda ‘örgüt’ sayılacak ilk kuruluşun Azadi olduğunu söylemek mümkün. Nitekim bu hareketin lideri Cibranlı Halid Bey saygı duyulan bir isim. Ancak belirtilmesi gereken husus Halid Bey’in de tıpkı Abdullah Öcalan gibi devletin resmi kurumlarında yetiştirilmiş olduğu. Bir adım daha ileri giderek şu da söylenebilir: Şeyh Said’in eniştesi olan Cibranlı Halid Bey, Osmanlı harbiyesince Ruslar tarafından desteklenen Ermeni isyancıları defetmek ve bu maksatla orduya Kürt aşiretlerini desteğini örgütlemek üzere eğitilmiş bir subay.

1882’ de Varto-Gümgüm’de Cibran Aşiret Reisi Mahmut Bey’in oğlu olarak doğdu Halid Bey. İstanbul Kabataş’daki Aşiret Mektebi’ni bitidikten sonra Yıldız’daki Harb Okulu’na alınan tek Kürt öğrenciydi. Harbiyeden mezun olduktan sonra yüzbaşı rütbesiyle ve yaver unvanıyla orduya katıldı. Filistin’de göreve başladı ama 1. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine Varto’da geldi. Cibran Alayı olarak adlandırılan aşiret mensuplarından oluşan üç hafif süvari alayından biri onun emrinde Rus ordusuna karşı savaşa girdi. Savaşta gösterdiği kahramanlık dolayısıyla miralaylık rütbesine terfi eden Halid Bey’i tabloya farklı bakmaya sevk eden savaşın kaybedilmesinin ardından devletin Kürtlere bakışının değiştiği kanaatine varmasıdır... O noktada bağımsızlık talebiyle doğar Azadi örgütü... Batı dünyasından destek arayışı, Rusların himayesini kabulleniş, isyan ve yakalanıp idama mahkûm edilmesiyle sonlanan sürecin başlangıcıdır bu... O ve çevresindeki aydınların tasfiyesiyle Kürt hareketinin öncülüğü dini liderlere geçer... Nitekim Şeyh Said Ankara’ya karşı çıkarken hilafetin kaldırılışını hatırlatıp, “Türklerle tek bağımız dindi; şimdi o bağ da kalmadı...” der...

Radikal, 2.12.2007

Avni ÖZGÜREL

03.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Kürt Teâlî Cemiyetinden PKK’ya

  Mülkün temeli


 Son Dakika Haberleri