Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Âsî olan şeytanları ise zincirlerle bağlı olarak ona boyun eğdirdik.

Sâd Sûresi: 38

07.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İstikamet üzere ol. İnsanlara karşı ahlâkın güzel olsun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 573

07.01.2008


Allah'a tevekkül edene Allah kâfîdir

İ'lem eyyühe'l-aziz!

Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü'l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu'diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak Onun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; herşeyin anahtarı Ondadır. Bir insan Allah'a hâlis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.

***

İ'lem eyyühe'l-aziz!

Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

***

İ'lem eyyühe'l-aziz!

Cenab-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema'dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandır. Amma Cenab-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.

***

İ'lem eyyühe'l-aziz!

Esmâ-i Hüsnânın herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder: ziyânın elvan-ı seb'ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, herbirisi ötekilere delil olduğu gibi, onların herbirisine de netice olur. Demek, Esmâ-i Hüsna, mir'at ve ayna gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.

Mesnevî-i Nûriye, s. 111

Lügatçe:

lizatihî: Kendiliğinden.

Vâcibü'l-Vücud: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak.

kurbiyet: Yakınlık.

bu'diyet: Uzuklık.

adem: Yokluk.

zulmet: Karanlık.

mence: Kurtulacak, necat bulacak yer.

tavattun: Vatan edinme, yer edinme.

mâruf: Tanınan, bilinen.

menkûr: Tanınmayan, inkâr olunmuş.

ülfet: Alışkanlık.

sema': İşitmek, kulakla dinlemek.

fehm: Anlayış, anlama.

ilka: Koymak, bırakmak.

tebarüz: Belli olma, belirtme. Görünme.

sıfât-ı mutlaka-i muhîta: Her yeri kuşatan mutlak sıfatlar.

mir'at: Ayna.

07.01.2008


Her şey delil Allah'a

Tevhid-i İlâhîyi ilân eder kâinat.

Bir kitap gibi oku her satıra et dikkat.

Lisân-ı haliyle der; kâinat ve mâfihâ.

Beni dikkatle oku; her şey delil Allah'a

Hangi ilmi okursan bildirir Yaratanı.

Öğrendiğin her ilim, diyor; "Rabbini tanı."

Tesadüfe yer yoktur, en basit bir eserde.

Mükemmel bir nizam var dikkat etsen her yerde.

Her varlıkta bir gaye, bir hikmet, bir görev var.

Tüm bu güzel işlere Rabbim yapıyor ayar.

Mükemmel bir sanat var, her neye bakarsan bak.

Başkasını arama; tek Sâni, Cenâb-ı Hak.

Kendi kendine olmaz, hiçbir şey bu âlemde.

Plan, program, ölçü, bırakmaz ikilemde.

Yaratıcı olamaz, yaratılan kâinat.

Buna hayır der isen; aklını çıkarıp at

Sebebler, sonuçları yaratan değil elbet.

İlimsiz, iradesiz, kudretsizdir dikkat et.

Rab ismiyle esbâbı, Rabbim eder terbiye.

Canlı cansız her bir şey Allah'tan bir hediye.

Her varlığa vurulmuş mühr-ü İlâhîye bak.

Bunun taklidi, muhal; sahibi, Cenâb-ı Hak.

Yaratıcı namına okursan kâinatı,

Fark edersin her şeyde çok mükemmel sanatı

Unsurlar, elementler, "Kün" emrine âmâde.

Rabbimin her emrine, hiç durmadan "Lebbeyk" de.

Mevcûdât, musahhardır

Allah'a etmez isyan.

Aklı başında insan, itaat eder her an.

Mahlûkattan ders alıp

yönelirsen Rabbine,

Elbette kavuşursun

Saadet-i Dareyn'e.

Mehmet Kovancı

07.01.2008


BİR KISSA, BİN HİSSE

Cüneyd-i Bağdadî'nin sohbet ve ilim meclisine herkes gelip istifade ederdi.

Bir gün bu sohbetlere dinini gizleyen bir Hıristiyan genç de katıldı. Hıristiyan genç, Hazret-i Cüneyd'in bir hatasını kollayıp, onu cemaati içinde mahcup etmek niyetini taşıyordu.

Bir gün sohbet sırasında Cüneyd-i Bağdadî'ye şöyle sordu:

"Ey üstâd! Hazret-i Peygamber buyuruyor ki: "Mü'minin ferasetinden korkunuz. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar." Bunun manası nedir?"

Cüneyd-i Bağdadî bir müddet sustu. Sonra başını kaldırıp;

"Ey genç kardeşim! Müslüman ol. Senin Müslüman olmak zamanın geldi." buyurdu.

Hıristiyan genç birden neye uğradığını şaşırdı. Hazret-i Cüneyd'i utandıracağı yerde, haline vakıf olan Hazret-i Cüneyd onu utandırmıştı.

Genç oracıkta Müslüman oldu.

İmam-ı Yâfi-î diyor ki:

"İnsanlar, bu hâdisede, Cüneyd-i Bağdadî'nin bir kerameti var derler. Hâlbuki bu hâdisede onun iki kerameti vardır: Birisi, o gencin Hıristiyan olduğunu bilmesi, diğeri de, gencin, Müslüman olma vaktinin geldiğini bilmesidir."

Süleyman KÖSMENE

07.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri