Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

İşte hesap günü için size vaad olunan budur. Bu Bizim hazırladığımız bir rızıktır ki, bitmek tükenmek bilmez.

Sâd Sûresi: 53-54

12.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

"Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır" cümlesini çok tekrar ediniz. Çünkü o doksan dokuz çeşit zararı def eder.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 578

12.01.2008


Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır

Sadâ-i Hakikat

27 Mart 1909

Dinî ceride, No: 86

Tarîk-i Muhammedî (asm), şüphe ve hîleden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi îmâ eden gizlemekten de müstağnîdir. Hem o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i umman nasıl bir destide saklanacak?

Tekraren söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedînin (asm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlâhîdir. Peymân ve yemini de imândır. Encümen ve cemiyetleri, mesâcid ve medâris ve zevâyâdır. Müntesibîni, umum mü'minlerdir. Nizamnamesi, Sünen-i Ahmediyedir (asm), kanunu, evâmir ve nevâhî-i şer'iyedir.

Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir. İhfâ, havf-ı riyâdandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.

İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib, muhit ve merakiz ve maabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir.

Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husûmeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır; zira, onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup ve ulvî göstermektir; zira onları munsıf zannediyoruz.

Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar.

İttihad-ı Muhammedînin (asm) ittihad-ı İslâm meslek ve hakikatini, enzâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa, etsin; cevaba hazırız.

"Cihanın bütün aslanlarının bağlandıkları bir zinciri, hilekâr bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?" (Farsça ibare)

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 67

Lügatçe:

ittihad-ı İslâm: İslâm birliği.

Bahr-i Umman: Umman denizi, büyük deniz.

mesâcid: Mescidler.

medâris: Medreseler.

zevâyâ: Zâviyeler.

ihfâ: Saklamak, gizlemek.

havf-ı riyâ: Gösteriş korkusu.

münşaib: Bölük bölük, kısım kısım olan.

merakiz: Merkezler.

maâbid-i İslâmiye: İslâmî mâbedler.

nifak: Dinde riyâ etmek, iki yüzlülük.

12.01.2008


Allah "doğayı" yarattı (2)

(Dünden devam)

Doğaya aşık olmak

Tabiat! Seni, Allah öyle güzel yaratmış ki, ressamların tabloları, yanında çok sönük kalır. İmam-ı Gazâlî, "İmkânda (insanlara göre) bundan daha güzel yaratılamazdı" der. İnsanlar, gördükleri deniz, çiçek, göl manzarası ve nezafeti karşısında veya güneşin batışını seyrederken sana aşık oluyorlar. İnsan daha mükemmel yaratılmış. Eğer şuurun varsa insana âşık ol. En iyisi sen şuursuz olduğun için, biz mecâzî maşuklar yerine, seni Yaratana aşık olalım.

Doğa yaratabilir mi?

Her şeyin yaratıcısı ancak Allah'tır. Tabiat, bir zaman yokken, hadi kendimi yaratayım mı dedi? Hayır. O zaman tezat olur? Yok iken var kabul edebilir miyiz? Atomların tercih hakkı mı vardı? "Ben denizde yer almak istiyorum" veya "Ben güneşte yer almak istiyorum... Ben meyvede yer almak istiyorum" diyebilirler mi? Hayır. O halde gerek atomlar, gerek insanın burada ihtiyarı yok. Ne zaman, nasıl ve nerede yaratılacakları ancak başka birinin, yani Allah'ın elindedir. Üstad Bediüzzaman'ın dediği gibi, alttaki zerre, üsttekinin mahkûmu; altındaki zerrenin veya atomun hâkimi olmak gibi bir zıtlık yaşanırdı. Halbuki bir yaratıcı yerleştirse, birini alta, diğerini üst sıraya koyar.

Yaratıcı, ancak Allah'tır (cc)

Yoktan var eden ve yaratan yalnız ve yalnız Allah'tır (cc). İnsanoğluna kısmî bir kullanım ve tasarruf yetkisi vermiştir. Meselâ, insan sadece tohumu toprağa atar. Tohumu insan mı yarattı? Hayır. Toprağı, suyu, güneşi, oksijeni, karbondioksiti insan mı yarattı? Hayır. Çiçeği, meyveyi, yaprağı insan mı yarattı? O zaman insana "yaratıcı" demeyelim. İnsan, kendi kendini mi yarattı? Hayır. İnsana zekâ, göz, kulak, el, ayak takan kim? Beyin, sinir, kas, iskelet ve trilyonlarca hücreyi insana takan kim? Kendisi yokken, hadi ben insan olayım mı dedi? Hayır. Yokken var olmak gibi bir tezat olurdu? Senelerce bir san'at dalında çalışarak maharet sahibi olan bir insan, Allah'ın kendisine verdiği kabiliyetleri kullanarak bir ömür boyu bazı melekeler elde etmiş ise, iyi bir san'atkârdan bahsedilebilir. Ve o insan, hem kendinin, hem üzerinde çalışacağı san'at eserinin hammaddesini kendi mi yapıyor? Ama, yaratıcı san'atkârlık ancak Allah'a aittir. Sâni', sadece Allah'tır.

Allah'ın yarattığı mu'cize: Doğa (tabiat)

Pırıl pırıl tertemiz havası ve oksijeni ile yemyeşil çam ormanları, kekik kokulu dağlar, gürül gürül akan şelâleler, "Ya Celîl, Ya Celîl" diyerek kıyılara vuran deniz dalgaları, haşmetli okyanus dalgaları, ufukta ufule meyleden güneş, "Hu, hu" diye esen rüzgârlar, "Ya Rahîm, Ya Rahîm" çeken kediler, mânâlı mânâlı şıpırdıyan yağmur damlaları, baharda kırları dolduran binlerce tür çiçek, renk renk kayalar, korkunç cesametli uzay küreleri, galaksiler ve yıldızlar, hepsi Allah'ın yarattığı tabiat mucizesini oluşturmak için yaratılmışlardır.

San'at, San'atkâra benzemez

İnsan da tabiatın içinde ve tabiatın bir parçasıdır. Biz de san'atız. Allah'ın san'atıyız. San'atkâr san'atın içinde değildir. San'at, san'atkâr cinsinden de değildir. Maddeden olan, atomdan ve onun ışıması olan foton dalgalarından yaratılan her şey san'attır ve yapılmıştır. Ve bir ömrü vardır. En uzun ömürlü zerre için, protonlardır diyorlar. Onun da 1035 saniyelik ömrü vardır. Her şeyin bir ömr-ü fıtrîsi, yani yaratılıştan gelen bir ömrü vardır. Ve her şey Allah (cc) tarafından sonradan yaratılmıştır.

Bu dünya gözüyle Allah'ı göremeyiz. Ama her şey, Allah'ı gösteriyor. Her şey, atomlardan galaksilere kadar bir elden çıktığını gösteriyor. Her şey, Üstad Bediüzzaman'ın Risâle-i Nur'da belirttiği gibi 55 lisanla Allah'ı bildiriyor. Meselâ her şey aynı atomik sisteme sahip olduğundan bir Vahid'i, kendine has bir atomik sisteme sahip olduğundan bir Ehad'i, san'atlı olduğundan Sani'ini, yaratılmış olduğundan Hâlık'ını gösteriyor. Bu kâinatta her şey her şeyle ilgilidir. Bir yaprağın yapılması için ışık güneşten geliyor. Fotosentez ismi takılan hadise, ışıksız olmuyor. Yani güneşe ihtiyaç var. Suya ihtiyaç var. Topraktaki minerallere ihtiyaç var. Havanın karbondioksidine ihtiyaç var.

Güneş, güneş sisteminin merkezi, güneş sistemi 200 milyarlık Samanyolu yıldız kümesinden bir orta yıldız sistemi. Yani kâinattaki her şey, her şeyle ilgili. Her şey herşeyle çekim kanunuyla (gravite) bağlı. Yani bir elden ancak biri tarafından yaratılmış. Yani Allah birdir. Müteaddit olamaz. Zat'ı, isimleri ve sıfatları sonsuzdur. İlmi sonsuzdur. Sınırı yoktur. Onun için ortağı yoktur ve olamaz. Çünkü ortaklara ihtiyacı yoktur. Ortaklık, âciz ve kısıtlı insanlar için vardır. İnsan bir dükkâna ortak arar. Çünkü kendi gücü yetmiyor da ondan. Yoksa, niye ortak arasın? Kâinatta her şey Biri gösteriyor. Her şey her şeye bağlı, yaratılışta ortak yoktur. Lâ şerikelek. (Senin ortağın yoktur Ya Rabbi)

Ancak biz aciz insanların ilmi sınırlı, az ve kısıtlıdır. Bu da bir birim gibi, sonsuz ilmi anlamak için verilmiştir. Allah'ı, ancak isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellîsinden anlıyoruz. Risâle-i Nur'un dediği gibi, eğer gök tamamen güneşle kaplansa, güneşten bahsedebilir miyiz? Sınırlarını göremiyor ve ihata edemiyoruz. İşte Cenâb-ı Allah da öyle görünüyor. Yani şiddet-i zuhurundan istitar etmiştir.

Üstad, Allah'ı bildiren dört büyük delilden söz ediyor:

1- Kur'ân-ı Azîmüşşan bütün âyetleriyle 2- Peygamber Efendimiz (asm) getirdiği Kur'ân'la, sünnetiyle, mu'cizeleriyle, hadisleriyle, sîret ve sûretiyle ve hilye-i şerifiyle Lâilahe illallah diyor. 3- Gördüğümüz kâinat, muhteşem mimarisiyle Allah'ı gösteriyor. 4- İnsanın vicdanı bir Allah'tan bahsediyor. İnsan vicdanını dinlese Allah'ın varlığını hisseder. Ama doğanın (tabiatın) yarattığına dair bir delil yok. Sadece Allah'ın yarattığı bir san'at var.

Mustafa Ertem

12.01.2008


Türkiye'de birlik ve beraberlik manzaraları: Bediüzzaman Mevlidleri

Mevlid-i Şerif veya Mevlid-i Nebevî okuma ve okutma geleneği İslâm toplumlarında çeşitli şekillerde (doğum, ölüm, evlenme, sünnet vb.) devam eden güzel bir gelenektir. Bizde Merhûm Süleyman Çelebi'nin yazdığı asıl adı "Vesiletü'n-Necât" olan Mevlid-i Şerif çeşitli vesilelerle yüzyıllardır okunagelmiştir.

Mevlidler, cami gibi büyük mekânlarda okunabildiği gibi ev gibi küçük yerlerde de okunmaktadır. Mevlidler, Müslümanları bir araya getiren güzel bir vesile olarak kabul edilmektedir. Bu güzel âdetin kıyamete kadar devam etmesi temennimizdir.

Bediüzzaman Said Nursî, mevlid okuma geleneğini tasvip etmekte ve şöyle demektedir: "Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması, gayet nâfi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki, hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin. Ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara Cenâb-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü'l-Firdevs yapsın. Âmin." (Mektûbât, 24. Mektubun 2. Zeyli, s. 510)

Said Nursî, 23 Mart 1960 tarihinde fâni dünyadan bâki âleme göç etmesiyle birlikte Türkiye'nin çeşitli illerinde Nur talebeleri ve sevenleri tarafından değişik programlarla anılmıştır. Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere Hz. Bediüzzaman ve şehitler için hatm-i şerif ve Mevlid-i Şerif okutma âdeti ise, bildiğim kadarıyla ömrünün önemli kısımlarının geçtiği Van, Urfa ve Isparta şehirlerinde başlanmıştır. Bu mevlidlere 12 Eylül 1980'de zorunlu ara verilmiştir. 1990 yılında Ankara Kocatepe Camii'nde okunan mevlid üzerinde büyük fırtınalar koparılmıştır.1 Yıllarca tekrarlanan Kocatepe Camii mevlidlerine ilk defa siyasîlerin "izinleri" engeli getirilmiştir. Günümüzde Şanlıurfa ve Denizli illerinde mevlid okutma geleneği devam etmektedir.

Şimdiye kadar bu mevlitlere ülkenin her tarafından on binler katılmış, hiç bir kimsenin burnu kanamamış, asayişi ihlâl edecek hiç bir olaya rastlanmamıştır. Bediüzzaman mevlidlerine yurdun dört bir yanından katılan sessiz çoğunluk, bayram havasında devam eden günün arkasında birlik ve beraberlik mesajları vererek dağılmışlardır. Kullanılan mekânlar eskisi gibi düzenli, temiz ve iç açıcı olarak bırakılmıştır. Çevre esnafı kepenk kapatmak yerine ertesi yıla takvim düşmüşlerdir. O gün ilk defa tanışmanın verdiği mutluluklar ömür boyu devam etmektedir.

Bediüzzaman mevlidlerinden Van, Isparta ve Ankara-Kocatepe mevlidlerine katılarak o coşkulu kalabalıkları görmek ve pek çok kimseyle tanışıp sohbet etmek nasip oldu. Her bir Bediüzzaman mevlidinin bize bıraktığı izler ise, hayatımızda büyük yer tutmaktadır.

Dipnotlar: 1- Kocatepe Camii'nde Bediüzzaman Said Nursî için okutulan mevlidin akisleri için bakınız: Mevlit Fırtınası, Yeni Asya Gazetesi Neşriyatı, İstanbul, 1991.

Ahmet Özdemir

12.01.2008


BİR KISSA, BİN HİSSE

Bir gün Yahudi'nin biri Peygamber Efendimize (asm) gelerek Allah'ın iradesinin hâkim olduğu alanı sordu.

Peygamber Efendimiz (asm), "İrade yalnız Allah'ındır. Allah'ın izni ve iradesi dışında hiçbir şey yerinden kımıldamaz" buyurdu.

Yahudi, "Sen öyle dersin, ama ben ayağa kalkmak istersem, kalkarım" dedi.

Allah Resulü (asm), "Sen ayağa kalkarsın, ama Allah'ın istek ve iradesiyle. Yani Allah dilemiş olur ki, kalkarsın" buyurdu.

Yahudi, "Ben istersem otururum!" dedi.

Peygamber Efendimiz (asm), "Allah dilemiş olur ki, oturursun!" buyurdu.

Yahudi, "Ben istersem şu hurma ağacını keserim!" dedi.

Allah Resulü (asm), "Allah dilemiş olur ki, kesersin!" buyurdu.

Yahudi, "Ben istemezsem kesmem!" dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), "Allah kesmemeni dilemiş olur ki kesmezsin!" buyurdu.

Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm inerek Peygamber Efendimize (asm), "Sen de İbrahim Aleyhisselâm gibi hasmını Allah'ın yardımı ile susturdun" dedi ve şu âyeti getirdi:

"Hurma ağaçlarını kesmeniz de, kesmeyip dikili bırakmanız da Allah'ın izniyledir ve o fasıkları perişan etmek içindir." (Haşr Sûresi: 5.)

(El-Esmâ ve's-Sıfat, 111.)

Süleyman KÖSMENE

12.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri