Cumhurbaşkanı Abdullah Gül türban eksenli tartışmaları “suni gündem” olarak niteledi. Türkiye’nin ezici bir çoğunluğunun, türban sorununun hiçbir gerileme yol açmadan, makul ve kalıcı bir şekilde çözümünden yana olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu nedenle Gül haklı görünüyor.
Ancak nerdeyse son 30 yılımızı ipotek altına almış olan türban, Türkiye’deki laiklik eksenli tartışmaların tam göbeğinde yer alıyor ve kim ne derse desin tam bir “siyasi simge” haline gelmiş durumda. Yani üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması, uzun zaman önce bir “hak ve özgürlük ihlalini ortadan kaldırma” olmaktan çıktı, nerdeyse bir “siyasi eşik” haline geldi. Toplumun bir kesimi türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasının ardından laikliği muhafaza etmenin imkansız olduğuna inanıyor. Onların karşısında yer alan bir başka grup da, “şeriat düzeni” olarak tanımlanabilecek ideale varmada türban yasağının kalkmasını çok hayati bir aşama olarak görüyor.
Yani birçok başka krizde olduğu gibi bu sefer de tartışmaya uçlar damga basıyor. İşin vahimi, özellikle laik cephede, hiç umulmadık kişi ve kurumların da uçlara savruldukları gözleniyor. Türbana çok sert bir şekilde karşı çıkanları, toplumda oluşturdukları yüzdeye bakıp küçümsemek çok büyük bir yanlış olabilir.
Çünkü bu çevreler yıllardır ellerinde tuttukları iktidarların (siyasi, ekonomik, kültürel...) ellerinden kayıp gitmesinin verdiği telaşla daha hırçın ve gözükara olabilirler; kontrolleri altındaki imkan ve iktidarları bu yasağın kalkmaması için seferber edebilirler.
İnceldiği yerden kopar mı?
Buradaki soru şu: Yasağı kaldırmak isteyenler “inceldiği yerden kopsun” mu diyecek, yoksa muhtemel bir siyasi krizi ve bunun doğurabileceği sonuçları göze alamayıp geri adım mı atacak? Bu aşamadan sonra ne AKP, ne de MHP’nin süreci durduracaklarını, hatta isteseler de durdurabileceklerini sanmıyorum. Ancak Türkiye’nin kaotik bir çatışma ortamına sürüklenmesini arzulamadıklarını da biliyorum. MHP lideri Bahçeli’nin önceki günkü konuşması bunun açık bir kanıtıydı.
Peki AKP ile MHP’yi siyaseten zor durumda bırakmayacak ara bir yol mümkün mü? Bunun cevabı “kesinlikle evet”tir. Örneğin Sami Selçuk, yasağın kaldırılması için herhangi bir yasal düzenlemeye gitmeye gerek olmadığını, YÖK’ün bunu tek başına çözebileceğini söylüyor. Öte yandan AKP’nin yasağın kaldırılmasını yeni sivil anayasaya havale edebileceğini düşünenler de var. Böylesi bir durumda en azından bir süre kazanılmış olur ve daha geniş kitlelerin uzlaşabileceği bir formülü geliştirme imkanı bulunabilir.
Çiçek’in çifte standartı
Ancak TBMM’deki dünkü oturumdan sonra pek fazla ümitlenmek mümkün değil. Hele Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in “gelin bu yasakları hep birlikte kaldıralım” dediğini duyduktan sonra! Çünkü aynı Çiçek, daha önce aynı kürsüde, Ermeni Konferansı düzenlemek isteyen öğretim üyeleri ve üniversiteleri “bizi arkamızdan hançerlediler” diyerek; ya da AB sürecindeki temel demokratikleşme adımlarını, örneğin 301. maddeyi, “devletin bekası” bahanesiyle engelleyerek, budayarak ya da geciktirerek ne kadar özgürlükçü olduğunu göstermişti.
Çiçek’in dün ihanetle suçladığı aydınların nerdeyse tamamı türban yasağının da kalkmasını savunuyorlar. Ve bu garip durumda eleştirilecek biri varsa o da Çiçek ve AKP içindeki onun gibi düşünenlerdir.
Zaten AKP’nin son beklenmedik türban atağı, son beş yıldır iyi-kötü giden, AB sürecindeki demokratikleşme ittifakında ciddi bir çatlak aşmış durumda. Pek çok özgürlükçü bilinen aydın ve kurum, iktidar partisinin AB’ye hiç de iyi gözle bakmadığı bilinen MHP ile birlikte böyle bir hamleye girişmesinin şaşkınlığını üzerlerinden atabilmiş değiller. AKP eğer bu kesimlerin kaygılarını gideremezse, Türkiye’nin zaten sekteye uğramış olan AB serüveni iyice zora girebilir.
Vatan, 7.2.2008
|