Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Emekli komutanların rantiye bağlantılarını göremedik

Refahyol hüküme-tinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, o dönemde rantiyenin musluk-larını kesmek için bir takım ekonomik tedbirler aldıklarını belirtirken, “Biz, emekli olmuş üst düzey komutan-ların rantiyenin yönetim kurul-larına geldikleri-ni gözden kaçırdık” dedi.

*Siz 28 Şubat döneminin Adalet Bakanı idiniz. TSK’nın müdahalesini, siyasete karışmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Hükümetin karşısına milletin dışında güçler çıkıp “Hayır efendim yapamazsın” demesi çok yanlıştır. Anayasal yapı içerisinde Genelkurmay Başkanı Başbakana bağlıdır. Sen hükümetin emrinde olduğun halde hükümetin aksiyonlarına karşı tavır takınırsan, o ülkede ağız tadıyla yaşanmaz. Türkiye 1950’lere kadar totaliter bir yönetimle yönetilmiştir. Okula gittiğim dönemde kara tahtanın üstünde iki fotoğraf vardı. Mustafa Kemal’in resminin altında ebedî şef, İsmet İnönü’nün resminin altında millî şef yazardı. 1928’den sonra harf inkılâbının yapılması ve Kur’ân kurslarının kapısına kilit vurulmasıyla millet dinsizleştirilmek istenmiştir. Ve millet, 1950’de “Dinsiz yaşayamayız” demiştir. Ancak sonradan yaşanan gösteriyor ki, asker darbe yapmayı alışkanlık haline getirmiştir. Burada hükümet eden siyasî partilerin askere hakim olamamasının rolü olduğu gibi, askerin hükümete karşı rantiyeyle ilişkilerinin büyük payı var.

*Askerin açıkça partiniz hakkında konuşmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Biz, 1994 yerel seçimlerinde büyük başarı elde ettik ve vaadlerimizi yerine getirdik. Yerel yönetimlerdeki başarımız, Meclis içindeki muhalefetimiz bizi seçimlerde birinci parti yaptı. Seçimlerde birinci olarak çıkan parti hakkında askerin konuşması tasvip edilecek bir şey değil. 1980 sıkıyönetim komutanlarından Nevzat Bölügiray 28 Şubat kitabında, orduda “Genelkurmay ve izin verdiği komutanlar konuşur” prensibinin 1994’te değiştiğini söylüyor. Bütün askerlerin RP aleyhinde konuşmasını ve çalışmasını söylediklerini belirtiyor. Anlaşılan bize karşı harekât genel seçimler öncesinde başlamış. Bizim DYP ile kurduğumuz Refahyol hükümetinin birinci altı ayında klâsik muhalefet, ikinci altı ayında ise organize muhalefet var.

*Biraz açar mısınız?

TÜSİAD her Aralık ayında yaptığı genel kurulu yapmayacağını söyledi, fakat daha sonra gördük ki bu toplantı 11 Aralık’ta, Atina’da Amerikan Büyükelçiliğinde yapılıyor. Toplantıya Odalar Birliği Başkanı, İstanbul Ticaret Odası Başkanı, Ankara Ticaret Odası Başkanı, rantiyeci medya Doğan, Bilgin, Uzan grubu katılıyor. Refahyol’a karşı organize muhalefetin planı yapılıyor.

*Peki bu toplantıda askerin fonksiyonu var mıydı?

Bunu ispat etmek zor, ancak o dönemde sivrilen Güven Erkaya’nın Atina’da yapılan toplantı sırasında Amerika’da tedavide olduğu söyleniyor. Tedavide mi, yoksa Atina’da ABD büyükelçiliğinde mi? Ben Atina’da olduğunu tahmin ediyorum. Bu toplantıdan sonra 21 Aralık’a kadar Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerinde Susurluk plâkasının üste koyulduğu, Meclisin, toplumun, yargının değişimini simgeleyen ilânlar koyuluyor.

*Peki siz bu çalışmalara karşı ne gibi kriz planı uyguluyordunuz?

Bizim kadromuz dar olduğundan, mukabil bir faaliyet içine girmedik.

*Ekonomi çevreleri sizden neden bu kadar rahatsız oldu ki size muhalefet etti?

Biz iktidara gelince, ekonomide darbe yaptık. Paradan para kazanmanın yollarını kapattık. IMF’yi kapının önünü koyduk. Devletin kurumları özel bankalara para yatırmayacak dedik. Paralar, paraya ihtiyacı olan kurumlara verilecek dedik. TEK’in parası var, Koç’un bankasına yüzde elli faizle yatırıyor. Sümerbank’ın parası yok, gelip Koç’un bankasından yüzde elli faizle borçlanıyor. Sümerbank batıyor, TEK’e bir şey olmuyor.

Bundan, rantiye dünyanın parasını kazanıyor. Üst düzey beş yüz sermayenin üyesi olduğu TÜSİAD üyelerinin yıllık gelirinin yüzde seksen yedisi faizden geliyordu. Bizim ekonomik anlamda düzenlemelerimiz bazı çevreler için darbeydi.

*Türkiye’nin üst düzey şirketlerinin çıkarlarına dokunurken, karşınıza çıkacaklarını düşünmediniz mi? Sizin bu krize karşı bir planınız var mıydı?

Biz, emekli olmuş üst düzey komutanların rantiyenin yönetim kurullarına geldiklerini gözden kaçırdık. Evet, söylediğiniz gibi, ne kadar tedbir alırsanız alın, önyargıyı kıramıyorsunuz.

*Organize muhalefet nasıl kuruluyor?

Genelkurmayın kuruluşundan habersiz olduğu BÇG, Deniz Kuvvetleri’nde kuruluyor. BÇG, rantiyeci medyayı, diğer siyasî partilerin önde gelenlerini devreye sokmak suretiyle organize muhalefet dönemini başlatıyor. 15 değişik stratejiyle hükümetimiz düşürülmek isteniyor. Tabiî, bizim de, arkadaşlarımızın da sebebiyet verdiği olaylar var. Başbakanlık iftarının çarpıtılması var. O iftara tek sarıklı Mahmut Efendi gelmişti. İftarın olacağı akşamın sabahında kartel medyasının haberinde, MİT’e kayıtlı ne kadar şeyh efendi varsa bunların isim listesi vardı. Ne yazılacak, ne çizilecek Erol Özkasnak bildiriyor. Talat Halman 30 Nisan 1997’de yazdığı makalede “RP kapatılmalıdır, bölünmelidir ya da paralel bir parti kurulmalıdır” diyor. Bunun yanında 18 Temmuz 1996’da Washington Enstitü’de panel düzenleniyor ve Yahudi lobisinin ileri gelenlerinden ve TSK’nın danışmanlarından Alan Makovsky, Erbakan’a uluslararası ambargo koyulmasını, bunun karşısında Tansu Çiller’in hükümetten istifa edeceğini söylüyor. Tansu Çiller Hanım, erkekte görülmeyecek cesaretle, partisinin milletvekilleri istifa etmesine rağmen, hükümetten ayrılmadı.

*D8 Batı’dan kopma siyasetinin bir göstergesi miydi?

Tam tersine, bizim yapmak istediğimiz D8’i kurup, AB’yi yanımıza alıp, Amerikan emperyalizmine karşı güç oluşturmaktı.

*Daha sonra RP bölünmedi, ancak içinizden yenilikçiler çıktı. Millî Görüş çizgisine yakın olduğu söylenilen Bülent Arınç’la yollarınız nasıl ayrıldı?

Fazilet Partisi daha kurulmamıştı. Erbakan Hoca’nın evinde Bülent Arınç’la bir görüşme olacağı söylendi ve ben de dâvet edildim. Bülent Bey, çayları içerken “Arkadaşlar toplanmışlar, ayrılmak istemiyorlar. Siz genel başkan olursanız, biz bölünmeyiz dediler” ifadelerini kullandı. Erbakan Hoca başka şeyler konuşmaya başladı. Bunun üzerine Bülent Bey sıkıldı ve “Bana güvenmiyor musunuz?” dedi. Erbakan, Bülent Arınç’a verilen görevleri sayarak “Biz sana güvenmediğimiz için mi seni buralara getirdik? Güven ayrı şey, parti başkanlığı başka şeydir. Müsaade edersen istişare edelim” dedi. Hoca olumlu cevap vermedi. Arınç, tertemiz, pırıl pırıl bir kardeşimizdir. Onun en büyük hizmeti tezkerenin oylanacağı, gizli müzakerelerin yapılacağı gün açıktan usûl müzakeresi açmış olmasıdır. O müzakerede CHP’ye tüyo vermiş, “şöyle konuşursanız bizim milletvekillerimiz” etkilenir demiştir.

*Erbakan Hoca’nın orduya çok hassas davrandığı doğru mu?

Refah Gerçeği kitabımın önsözünü Hoca’ya yazdırmak isterdim, ama yazdırmadım. Çünkü askeriyeyle ilgili şeyleri çıkarmamı isteyecekti. O zaman da kitabın bir anlamı kalmayacaktı.

*Makovsky’nin TSK’nın danışmanlarından olduğunu söylediniz. Ordu komutanlarının yerden yere vurdukları Batıyla ilişkisi nasıldır?

TSK’da general ve amiral rütbesindeki komutanlar, tuğgeneral ve tuğamiral olduktan sonra, mutlaka ABD’de eğitim görürler. Pentagon eğitiminde mutlaka Türkiye’nin rejimiyle ilgili sorun vardır.

*Adalet Bakanı olarak, sizin dönemin Genelkurmay Başkanıyla irtica konusunda bir görüşmeniz oldu mu?

Hükümet oluşumuzun üstünden bir ay geçti. 30 Ağustos resepsiyonunda Karadayı Fatih Çekirge’ye İran devriminden kaçan komutanı misafir ettiklerini “Aman dikkat, biz Şah zamanında uyuduk, Humeyni geldi, darbe yaptı” dediğini anlatmış

*Peki siz ne yaptınız bu tür söylem karşısında?

Bir gün Genelkurmay Başkanına cezaevinden aldığım tabloyu hediye etmek için gitmiştim. Dikmen tarafına bakan oval ofiste “başbaşa konuşabilir miyiz” dedi. Ben de kabul ettim. Karadayı “Sizden memnunuz, ancak Meclisin kapısından giren cübbeliler, sarıklılar, çarşaflılar bizi ürkütüyor. Bunlar kontrol edilemez hale gelebilir. Devrim kanunları niye uygulanmıyor” dedi. Ben de “Her gün Meclise girmeme rağmen, sizin gördüklerinizi görmüyorum. Öyle bir şey olsa kontrol noktasındaki arkadaşlar uyarırlar. Böyle bir tehlikenin varlığı için Ulus, Kızılay, Taksim, Beyazıd meydanlarına bakalım. Kanaatimce buralarda endişe edilecek bir manzara yok” dedim.

*Bildiğim kadarıyla devrim kanunlarında kadının giysisiyle ilgili bir düzenleme yok değil mi?

Karadayı’nın devrim kanunları hatırlatmasına karşı, “Devrim kanunları bir devrin kanunlarıdır. Rejim değişikliği yapılmış ve kanunlar uygulanmıştır. On yirmi sene içinde toplumu ne kadar değiştirirse o kadar değiştirir. Bunları şimdi uygulayamayız. Söylesek de bizi dinlemezler. Dinlenmeyecek emri ben niye vereyim. Seksen senelik devrim olmaz. Endişe etmeyin” dedim.

*Bir de tabiî Susurluk kazası ve fasa fiso...

Erbakan, Mesut Yılmaz’ın, “Bu işlerin üzerine gidemezsin” gibi sözlerine fasa fiso demişti. 3 Kasım’da oldu kaza, 3 Ocak’ta basın toplantısı yaparak Susurluk’un aynasını ortaya çıkardık. O dönemde Savcı Diyarbakır DGM’de bir olaya el koydu, ama o olayda askerler vardı. Ergenekon dâvâsında adı geçen bir isme, Genelkurmay o dönemde tahkikat emri vermedi ve bir şey yapılamadı. Belki Susurluk’un o cephesinin üstüne gidilseydi bir şey çıkardı. O gün çıkmadı, belki bugün çıkar...

*28 Şubat sonrası Çevik Bir’le bir konuşmanız var. Bize onu anlatır mısınız?

Geleneksel olarak düzenlediğimiz D8’leri anma toplantısına gitmek üzere Esenboğa Havalimanı’ndaydık. Baktım ki Çevik Bir de havalimanında. Daha sonra uçağa bindik. Oturma düzenimizde Çevik Bir ortada kalmıştı. “Sizi ortaya sıkıştırmayalım, kenara oturun paşam” diyerek onunla özel konuşma ortamı meydana getirmeye çalıştım. Daha sonra gazeteleri okurken, “Gel şu gazeteleri bir kenara bırakalım. 28 Şubat’ın filmini çekelim, hangi konularda rahatsızdınız bana söyleyin, ben de cevaplayayım” dedim. Başbakanlıktaki iftar olayı, Sincan’daki Filistin gecesi gibi örnekler verdi. Ben de olayların perde arkasını anlattım. Bunun üzerine, “Diyalog eksikliği olmuş” dedi. Tam İstanbul’a inmek üzereydik ki, “Ne zaman üzerinizden üniformayı çıkarıyorsunuz, diyalog eksikliği aklınıza geliyor. Keşke üniformalar üzerinizdeyken o diyalogları sağlasak” dedim.

*BÇG’de imzası olan birinin, bunları söylerken samimî olacağını düşünüyor musunuz?

Samimî olur olmaz, ama elbiseyi çıkarınca köşeye sıkışıyorlar. Anya’yı Konya’yı görüyorlar.

*Nasıl görüyorlar?

Kendilerini soyunmuş gibi hissediyor. Kendilerini heybetli gösteren üniforma....

Hasan Hüseyin KEMAL

03.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.03.2008) - Başörtülü kanser hastası memuriyetten çıkarıldı

  (01.03.2008) - Kemalist proje kaybediyor

  (29.02.2008) - Ülkeyi 28 Şubat ruhu parçalıyor

  (28.02.2008) - Askerden talimat almak, gönüllü kulluktur

  (27.02.2008) - “Bir maniniz yoksa, son kez desteğinizi istiyoruz”

  (25.02.2008) - İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Fahri Özer: Ekmeğe standart gelmeli

  (21.02.2008) - Sivas, Türkiye’nin mozaiği

  (16.02.2008) - Yardımlarla kardeşlik köprüleri kuruluyor

  (11.02.2008) - Uzlaşmanın dağılmasına izin vermeyelim

  (06.02.2008) - Kontrolsüz üretim ve haksız rekabet var

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri