Peşinen söylemeliyim. AKP’nin kapatılması girişimine kesinlikle karşıyım. Tıpkı DTP’nin kapatılma girişimine karşı çıktığım gibi.
“Türkiye’de artık siyasi parti kapatma dönemi bitiyor” denildiği sırada gelen bu iki girişim, Türkiye’nin demokrasi yolunda bir arpa boyu bile yol almadığının somut göstergesi oldu.
Sorun aslında AKP kapatılır mı kapatılmaz mı tartışmasından çok özgürlüklerle, demokrasinin yaygınlaştırılması ile ilgili.
Bence meselenin bu noktaya gelmesinin en büyük sorumlusu bu davaya muhatap olan AKP.
Sebebi de dinciliği, laiklikten sapması ya da şu bu değil.
Türkiye’nin böyle bir rezaletle bir kere daha karşı karşıya gelmesinin tek sorumlusu, 22 Temmuz’dan sonra demokrasiye ve özgürlüklere boş veren yaklaşımı ile bizzat AKP oldu.
Bu nedenle AKP’yi eleştiriyorum.
AKP seçimlerden hemen sonra söz verdiği gibi sivil ve demokratik bir anayasanın çıkması yolunda israrcı olsaydı, AB reformları konusunda samimiyetini sürdürebilseydi, özgürlükleri genişletmeye devam edebilseydi, başına bunlar gelmezdi.
Mesele sadece, Başbakan ve AKP sözcülerinin, yine bu meseleyi kendilerine yontan mağduriyet edebiyatına sapmalarına rağmen, AKP’nin aldığı yüzde 47 oyla da ilgili değil.
Başbakan’ın kapatma davasının açıldığı günün ertesi Siirt’te yaptığı konuşmayı baştan sona dikkatli bir şekilde dinledikten sonra edindiğim izlenim şu oldu:
Başbakan meseleyi sadece kendi yüzde 47’sine yönelik bir tasallut olarak görme eğiliminde. Başkası onu ilgilendirmiyor.
Maalesef o konuşma, Başbakan’ın hâlâ, rahatsızlığın temelinde demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesi meselesi olduğu gerçeğini anlamak istemediğini göstermesi açısından hayal kırıcıydı.
Ne yeni anayasadan, ne özgürlüklerden, ne siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması ve diğer değişiklikler için faşizan şu Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirileceğinden bahsetti.
Ne de, artık zorunluluğu tartışılmaz hale gelen yargı reformuna değindi.
Üstelik başka partiler için de kapatma davası açılmış olması Başbakan’ı hiç ilgilendirmiyordu.
Mevcut yasalar kendisi ve AKP’ye karşı kullanılmışsa onlara karşı çıkan, ama kendisine ve AKP’ye dokunmuyorsa bundan pek rahatsız olmayan bir hava içindeydi.
Zaten ne zamandır Başbakan bu yaklaşımı kendisine politik bir çizgi olarak kabul etmiş görünüyor.
Genelkurmay Başkanı, neredeyse Meclis’i oluşturan iradenin tamamına yönelik ağır isnatlar da bulunuyor. Bu iradenin temsilcileri olarak Meclis’te bulunan vekillerin bir kısmını PKK’li, bir kısmını hain olarak damgalıyor. Başbakan, kendisiyle ilgili olmadığı için buna ses çıkartmıyor.
AKP aslında 27 Nisan muhtırası ile bu muameleye ilk muhatap olan siyasi parti. Ona karşı ertesi gün yayınladığı bildiri ile karşı çıkmasını da bilen bir parti üstelik.
Buna rağmen iş diğer partilere gelince AKP vurdumduymaz oluveriyor.
AKP’nin milli irade anlayışında, tıpkı demokrasi ve özgürlükler konusunda olduğu gibi bir sakatlık var. Bir demokrasiyi yanlış anlama, hatta anlamama durumu var.
Başkasının özgürlükleri ve başkasına yönelmiş milli irade AKP’yi ilgilendirmiyor.
Mesela, DTP’nin parti olarak çalışamaz hale getirilmesi için yapılanların Türk siyasal hayatına ağır bir müdahale olduğu, bu engellemelerle bir kısım milli iradenin Meclis’e yansımasının da engellediği gerçeği AKP’yi fazlaca rahatsız etmiyor.
İşin bir de mağduriyet boyutu var.
Siirt konuşmasında ve daha sonra Batman’da yaptığı konuşmada Başbakan, yeniden o eski mağduriyet havasına döndüğünü gösterdi.
Halka, “Bakın rejimin içinde hâlâ size karşı, sizin iradenize karşı çıkanlar var, onların hesabını da önümüzeki yerel seçimlerde görüp bizi iyice bir rahatlatın” der gibiydi.
AKP ve Erdoğan bunu iki kere yaptı. İkisinde de bürokrasi AKP’nin yelkenine rüzgar taşıdı. İlkinde iktidara gelmelerine yardım etti. İkincide iktidarlarını güçlendirdi.
Şimdi üçüncü kere, bürokrasinin de ahmaklığı ile yerel seçim öncesine denk gelen bu yeni tasallut AKP’nin yeni bir mağduriyet rolüyle halkın karşısına çıkıp olağanüstü bir zafer kazanmasına hizmet eder mi?
Ben pek sanmıyorum. (Ekstra zafer anlamında. Yoksa yerel seçimlerde de AKP’nin şimdilik bir alternatifi yok)
Daha şimdiden dönüp soranlar var. “Şimdiye kadar bazı yasaları değiştirip, demokratik açılımlar yapmak için aklın neredeydi?” diye.
Üstelik milli iradeyi sadece yüzde 47 gibi görüp geride kalanı yok saymak da neyin nesi?
Tekrarlıyorum, parti kapatılmasına kesinlikle karşıyım. AKP’nin kapatılacağını da sanmıyorum.
Ama mağduriyet çekirgesinin bir üçüncü defa daha sıçrayacağına da pek ihtimal vermiyorum.
Ya AKP bu son durumdan esaslı bir demokrasi dersi çıkarmalıdır. Ya da o küçümsediği yüzde 47’nin dışındaki irade AKP’ye yerel seçimlerde esaslı bir demokrasi dersi verebilmelidir.
Yeni Şafak, 17.3.2008
|