Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Haberler

 

Gül: Çanakkale’de onurumuzla destan yazdık

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çanakkale Zaferinin 93. yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajda, binlerce şehit verilerek yapılan mücadelenin, Türk milletinin mukaddes vatanına, şehitlerinin ve gazilerinin emanetine sonsuza kadar sahip çıkacağının göstergesi olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan açıklamaya göre, Cumhurbaşkanı Gül, Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 93. yıldönümü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Gül, mesajında, ‘’Çanakkale Zaferi, tarihe sığmayan, hepimize büyük gurur veren bir destandır. Türk milleti Çanakkale’de kanıyla, canıyla, şerefiyle tarihin akışını değiştirmiştir” dedi,

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise, Çanakkale Zaferinin 93. yıl dönümü dolayısıyla 18 Mart Stadında düzenlenen törende yaptığı konuşmada, ‘’Şanlı tarihimizden dersler çıkarmaya milletimizin yaşadığı medeniyet tecrübelerinden ibretler almaya bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var’’ dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yüz binlerce şehidin toprağa düşmesiyle Çanakkale’de kazanılan başarının, millet olma şuurunun kuvvetlenmesinde en önemli dönüm noktalarından birisini oluşturduğunu belirtti. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, ‘’Çanakkale destanı, ateşten günler yaşadığımız milli mücadele yılları için hem moral hem ışık hem de yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ön sözü olmuştur’’ dedi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Siyasî Partiler Kanunu değişsin

Siyasî Partiler Kanununun 78 ve 103. maddelerinde onlarca yasak bulunduğunu hatırlatan Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, “Bu, 1983’de çıkmış bir tepki yasasıdır. Tabiî, 12 Eylül’ün ürünüdür” dedi. Bu kanunun mutlaka ya kaldırılması ya da en azından gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Selçuk, “Bunlar yapılmak suretiyle bu bunalımın aşılabileceğini düşünüyorum” dedi.

Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, “Siyasal Partiler Yasası’nın 78 ve 103’üncü maddelerine baktığımız zaman onlarca yasak var. Bu bir tepki yasasıdır. 1983’de çıkmış bir tepki yasasıdır. Tabii 12 Eylül’ün ürünüdür. Bu yasayı mutlaka en azından gözden geçirmek gerekir ya kaldırmak ya da gözden geçirmek gerekir. Bunlar yapılmak suretiyle bu bunalımın aşılabileceğini düşünüyorum” dedi.

Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması istemini, NTV canlı yayınında değerlendiren Onursal Başkan Sami Selçuk, üzerinde durduğu en önemli noktanın, iddianamenin kahvelerde bile tartışılması olduğunu, bunun yargıyı gölgeleyeceğini söyledi. Selçuk, oysa bazı ülkelerde, önyargı oluşmasın diye, yargıçların bile iddianameyi mahkemede görebildiğine dikkat çekti.

Sami Selçuk’un yaptığı değerlendirmeler şöyle: ”Şu anda benim üzerinde durduğum en önemli nokta, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesindeki kanıtların, iddiaların, kamuoyunda tartışılması. Normal bir düzende, bunu tartışmak mümkün değildir. İddianameler meydanlarda, basında, kahvelerde tartışılacak konu değil. Bu o kadar önemlidir ki, önyargı oluşmasın diye kimi ülkelerde iddianameleri yargıç bile göremez. Duruşma aşamasında ancak yargıç görebilir. Ama Türkiye’de herkes iddianamede ileri sürülen iddiaları üzerinde tartışıyor. Bunlar yanlış şeyler. Daha sonra yargı karar verdiği zaman, yargıyı gölgeler. Kimisi işte biz isabet ettirmiştik, kimisi ettirmemiştik..."

MAHKEME ÜYELERİ TARTIŞILIYOR

Anayasa Mahkemesi üyelerinin, kimin tarafından atandığı, ona göre sonuçlar çıkarılmaya çalışıldığına dikkat çeken Sami Selçuk şöyle devam etti:"Bunları son derece yanlış buluyorum. Anayasa Mahkemesi üyeleri nihayet bir yargıçtır, yargıçlar her türlü inanç ve görüşlerini, mahkeme salonunun dışında bırakarak karar vereceklerdir. Yıllardır üzerinde durduğum, yargı bağımsızlığı ve yargının nesnellik ilkesine uygun bir şekilde karar oluşturabilmesi için gerekli zeminin hazırlanması açısından, bunları son derece üzücü, sakıncalı buluyorum. Bu aşamada elbette ki yeni düzenlemeler yapılabilir. Siyasal Partiler Yasası’nın 78 ve 103’üncü maddelerine baktığımız zaman onlarca yasak var. Bu bir tepki yasasıdır. 1983’de çıkmış bir tepki yasasıdır. Tabii 12 Eylül’ün ürünüdür. Bu yasayı mutlaka en azından gözden geçirmek gerekir ya kaldırmak ya da gözden geçirmek gerekir. Bunlar yapılmak suretiyle bu bunalımın aşılabileceğini düşünüyorum."

AMA SADECE USUL DEĞİŞİKLİĞİ YETMEZ

Selçuk şunları söyledi: “Anayasa değişikliği gerekli tabii, aynı doğrultuda bir anayasa değişikliği gerekli. Yalnız yapılacak olan değişiklik usulle ilgili olursa, mevcut davayı etkilemeyecektir, onu da söyleyeyim. Yani usul yasaları derhal yürürlüğe girer, ama daha önce yapılmış olan işlemleri etkisiz, sakat hale düşürmezler. Bunu göz önünde tutmak gerekir. Bugün basına yansıyan olayın usulle ilgili olduğunu görüyorum ben, ama ayrıntıyı bilmiyorum. Usulle ilgisi olursa iddianame geçerliliğini koruyacaktır ve normal süreç işleyecektir. Değiştirilmesi gereken bence yasaklar manzumesidir."

/ İSTANBUL

19.03.2008


 

Ekren: Herkes daha hassas olsun

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, küresel krizlerin çok daha hızlı çıkıp, yayıldığı günümüzde ilave krizlerin üretilmemesi konusunda tüm tarafların daha hassas olmasını istedi.

DPT, UNDP ve Avrupa Birliği’nin ortaklaşa yürüttüğü projesi kapsamında, ‘’Sürdürülebilir Kalkınma Günleri’’ konulu faaliyet Ankara’da Swiss Otel’de gerçekleştirildi.

Açılışta konuşan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ekren, dün ‘’küresel türbülans’’ sebebiyle Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmelere değinerek, ‘’Bu süreçte ulusal düzeyde ilave belirsizliklerin, ilave istikrarsızlıkların ve ilave krizlerin üretilmemesi konusunda tüm tarafların ekonomik karar alma ve yorumlama sürecinde yer alan tüm kurum ve kuruluşların daha dikkatli, daha hassas olması özel bir önem taşır’’ dedi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Dâvâ, dikkati dağıtmasın

AB Dönem Başkanlığı, AKP hakkında açılan kapatma davasıyla ilgili endişelerini dile getirerek, yürütme ve yargı arasındaki kuvvet ayrılığının, demokratik toplumların saygı duyulması gereken temel ilkesi olduğunu belirtti.

AB Dönem Başkanı Slovenya tarafından yapılan yazılı açıklamada, başkanlığın davayla ilgili endişeleri ifade edilerek, “Yürütme ve yargı arasındaki kuvvet ayrılığı, demokratik toplumların saygı duyulması gereken temel ilkesidir” denildi. Açıklamada, AB dönem başkanlığının bu konunun en yüksek demokratik standartlara ve son genel seçimde Türk seçmenlerin ortaya koyduğu tercihlere göre çözülmesini umduğu belirtildi. “Bu konu, AB katılım sürecine ilişkin gerekli reformlar konusunda dikkat dağıtmamalıdır” ifadesi kullanılan açıklamada, başkanlığın gelişmeleri yakından takip edeceği de kaydedildi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

ABD’den ikili tavır

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tom Casey, AKP hakkında açılan kapatma davasına ilişkin, ‘’ilgili bütün tarafların, demokratik kurum ve değerlere, aynı zamanda hukuk kurallarına’’ saygı göstermesi gerektiğini söyledi.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlenen günlük basın toplantısında konuyla ilgili sorular üzerine Casey, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya işlerinden sorumlu üst düzey yetkilisi Matt Bryza’nın yapmış olduğu açıklamaya işaret etti. Casey, “böyle bir davanın açıldığına ilişkin haberleri gördük. Biz, bütün ilgili tarafların, demokratik kurum ve değerlere, aynı zamanda hukuk kurallarına saygı göstermesi gerektiğini düşünüyoruz’’ dedi. Tom Casey, “herhangi bir demokraside seçmenler, ülkenin siyasi geleceğini belirler. Türkiye’de seçmenler 2007’de konuştu. Bu yaklaşım, bizim Türk demokratik laikliğine desteğimizi yansıtıyor’’ diye konuştu.

/ WASHINGTON

19.03.2008


 

Dâvâ AKP’ye doping oldu

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Erdoğan’ın, Yargıtay Başsavcısının iddianamesini Türk milleti nezdinde bir ‘ibranameye’ dönüştürmek ve mağdur ve mazlum edebiyatıyla Türk milletinin merhamet duygularına sığınarak siyasî sorumluluğunu unutturmak hesabı yaptığını” ileri sürerek, “Açılan kapatma dâvâsının AKP’ye bu yönde siyasî doping etkisi yapması, hazin bir tecelli olarak kabul edilmelidir” dedi.

Bahçeli, ‘’hukuki bakımdan Anayasaya uygun olsa bile AKP’ye açılan kapatma davasının siyasi bakımdan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ‘demokrasi mücahidi’ olduğunu söyleyerek mağduriyet edebiyatı yapmak için yeni bir istismar malzemesi verdiğini’’ iddia ederek, ‘’Başbakan olmasında yargı süreçlerinin ve siyaset dışı müdahalelerin önemli payı olan Sayın Erdoğan, şimdi de bu yolla ‘demokrasi kahramanı’ olma hevesi peşinde’’ dedi.

Partisinin TBMM grup toplantısındaki konuşmasına, 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi’nin 93. yıldönümü dolayısıyla bir dakikalık saygı duruşunun ardından başlayan Bahçeli, konuşmasında AKP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılan davaya değindi. Bahçeli, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ‘’laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu’’ gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde açtığı davanın, siyasi gündemi temelden sarstığını ve değiştirdiğini dile getirdi.

Bahçeli, iktidar partisinin kapatılması için açılan davanın sonuçları ve yansımalarının, hukuki alanla sınırlı kalmayacağını, bu sürecin çok derin siyasi etkilerinin olacağını belirtti. Devlet Bahçeli, ‘’Sayın Erdoğan, bugüne kadar Türk milletine hesap vermekten kaçmış, hayali başarı senaryolarıyla bu sorumluluktan kurtulmaya çalışmış ve herkesi suçlayarak kendisini temize çıkarmak amacıyla beyhude bir çırpınış içine girmiştir. Siyasi gündemin bu şekilde sapması, siyasi hesabın ertelenmesi konusunda AKP’ye ümit vermiştir. Hukuki bakımdan Anayasaya uygun olsa da açılan kapatma davası, siyasi bakımdan Sayın Başbakana demokrasi mücahidi olduğunu söyleyerek mağduriyet edebiyatı yapmak için yeni bir istismar malzemesi vermiştir. Başbakan olmasında yargı süreçlerinin ve siyaset dışı müdahalelerin önemli payı olan Sayın Erdoğan, şimdi de bu yolla ‘demokrasi kahramanı’ olma hevesi peşindedir. Sayın Erdoğan, Yargıtay Başsavcısının iddianamesini Türk milleti nezdinde bir ‘ibranameye’ dönüştürmek ve mağdur ve mazlum edebiyatıyla Türk milletinin merhamet duygularına sığınarak siyasi sorumluluğunu unutturmak hesabı yapmaktadır. Açılan kapatma davasının AKP’ye bu yönde siyasi doping etkisi yapması, hazin bir tecelli olarak kabul edilmelidir.’’

/ ANKARA

19.03.2008


 

Büyükelçi Wilson: Umarım bu mesele çabucak çözülür

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davaya ilişkin soruları cevaplayarak, “konunun çabucak çözülmesini umduğunu” söyledi.

Wilson, İrlanda’nın Milli Günü resepsiyonunda gazetecilerin konuya ilişkin soruları üzerine, demokrasi vurgusu yaptı. ABD’nin değerlerinin başında demokrasinin geldiğini belirten Wilson, siyasi partiler konusunda da demokrasi yolunun seçim sandığından geçtiğini kaydetti. Wilson, “Umarım bu mesele çabucak çözülür ve Türkiye bölgesindeki diğer meselelere yönelebilir” dedi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin önümüzdeki günlerde Türkiye’ye yapması planlanan ziyaretini de değerlendiren Büyükelçi Wilson, ziyarette İran’ın nükleer programı başta olmak üzere, Irak ve terörle mücadele gibi konuların ele alınacağını ifade etti.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Yargıtay’a şikâyet dilekçesi

"Genç Siviller Hareketi’’ üyesi bir grup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya hakkında ‘’görevi kötüye kullanma’’ iddiasıyla Yargıtay Başkanlığına şikayette bulundu.

Grup üyeleri, Yargıtay Başkanlığı önünde toplanarak bir süre sessizce bekledi. Daha sonra grup adına yapılan açıklamada, "Yalçınkaya’nın demokrasiye büyük bir darbe vurduğu’’ savunularak, "Zorlama delil tesis etme’’ yoluyla AKP hakkında kapatma davası açmasının ‘’görevi kötüye kullanma’’ olduğu ileri sürüldü. Grup üyeleri, daha sonra şikâyet dilekçelerini Yargıtay Başkanlığına sundu. Dilekçede, "Danıştay’a yönelik saldırı davasının gerekçeli kararı yazılmadan, sanıklara verilen hüküm kesinleşmeden ve temyiz aşamasında, mütalâa istenmek için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının önüne geleceği bir zamanda, davanın sanığının sözlerinin kapatma davasına delil olarak sunulmasının, Başsavcılığın dosyayı görmeden mütalaasını verme kabul edileceği’’ savunularak, "Bunun görevi kötüye kullanma suçu kapsamında olduğu’’ öne sürüldü. Dilekçede, Yalçınkaya’nın "zorlama delil tesis etme yoluyla görevini kötüye kullandığı’’ iddia edildi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Hisarcıklıoğlu: Partilerin kolayca kapatılması Türk demokrasisine zarar verir

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, siyasi partilerin kolayca kapatılmasının Türk demokrasisine zarar vereceğini söyledi.

Hisarcıklıoğlu, Türk gazetecilerin ‘’2008 Sonrasında Türkiye’’ konulu uluslararası konferansla ilgili soruları üzerine, Türkiye’nin ABD ile 50 yıldır askeri ve siyasi ilişkilerinin hep üst düzeyde olduğunu, ancak ekonomik ilişkilerin bugüne kadar istenilen düzeyde devam etmediğini belirtti.

Hisarcıklıoğlu, özellikle doğrudan yabancı yatırımcı sermaye açısından bakıldığında iki önemli ABD finans firmasının Türkiye’de yatırım yaptığını, ancak bu durumun ABD’nin gerçek potansiyelini göstermediğini kaydetti.

Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin gündeminin ekonomi olması gerektiğini belirterek şöyle konuştu: ‘’Türkiye’nin ekonomiye odaklanması durumunda Türkiye’nin gelişmesi, kalkınması ve önündeki rakip ülkeleri geçmesi daha rahat olacak. İnşallah bir gün artık Türkiye’de ekonomi konuşmaya başlayacağız.’’

AKP kapatılma davasını nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine ise Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin en önemli 4 tane temel ilkesi olduğunu ve bu ilkelerden demokrasi, laiklik, sosyal bir hukuk devleti olma ilkelerinin anayasa tarafından da güvence altına alındığını ifade etti. Hisarcıklıoğlu ‘’Bu 4 temel ilkenin hiçbirinden de vazgeçemeyiz, bunlar hepsi birbirinin tamamlayıcısı. Demokrasi de bunlardan bir tanesi, demokrasinin olabilmesi için siyasi partilere ihtiyaç var. Siyasi partilerin bu kadar kolayca kapanıyor olması Türk demokrasisine zarar verir. Aslında partilerin kapatılması ya da açılması halkın teveccühü veya halkın kendini (bu partilerden) geri çekmesiyle olması lazım’’ diye konuştu.

/ NEW YORK

19.03.2008


 

Büyükanıt: Afganistan’a terörle mücadele kapsamında tek asker gönderilmez

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ‘’Ben bu göreve başladıktan bir ay sonra ‘Afganistan’a terörle mücadele kapsamında tek asker gönderilmez’ diye bir demeç verdim, ki halen aynı görüşü paylaşıyorum’’ dedi.

Orgeneral Büyükanıt, Uğur Dündar’ın sunduğu Star TV Ana Haber Bülteni’nde yayımlanan röportajda, gündeme ilişkin soruları cevapladı.

Irak’ın kuzeyine gerçekleştirilen sınır ötesi harekatta kendisini en çok duygulandıran olayın sorulması üzerine, daha önce de çeşitli zamanlarda terörle mücadelede görev aldığını, operasyonun başından sonuna kadar aynı heyecanın duyulduğunu söyledi. Orgeneral Büyükanıt, çok güç arazi ve mevsim şartlarında gerçekleştirilen operasyonu başından sonuna kadar büyük bir heyecan içinde yaşadığını belirtti.

Afganistan’da NATO ve ABD mağlup olursa, durumun Pakistan’a sıçraması halinde bu ülkedeki atom bombalarının teröristlerin eline geçebileceği endişesinin taşındığının ifade edilmesi üzerine Orgeneral Büyükanıt, bu tehlikeye Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumunda yaptığı konuşmada dikkati çektiğini belirtti. Böyle bir ihtimalin olabileceğini belirten Orgeneral Büyükanıt, ‘’Pakistan kardeş ülkemizdir, arzumuz istikrara kavuşması, sulh içinde yaşaması. Ama böyle bir tehlikenin olduğunu da göz ardı etmememiz lazım’’ diye konuştu.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, ‘’Türk askeri Afganistan’a çarpışmaya gidecek mi?’’ sorusunu cevaplarken, şunları kaydetti: ‘’Ben bu göreve başladıktan bir ay sonra ‘Afganistan’a terörle mücadele kapsamında tek asker gönderilmez’ diye bir demeç verdim, ki halen aynı görüşü paylaşıyorum. Afganistan’daki askerimiz ISAF kapsamında uluslararası güvenlik kuvveti, Kabil bölgesinde. ISAF’ın terörle mücadele görevi yoktur. Dolayısıyla bizim askerlerimiz orada terörle mücadele etmek için bulunmamaktadır. Eğer ilave asker gönderildiği takdirde bunlar terörle mücadele için kullanılacaktır, şu anda o yetki bizde yok zaten. Dolayısıyla, ‘terörle mücadele için asker gönderemeyiz’ derken, aynı zamanda asker olarak da yetkimizin olmadığını ifade etmek isterim. ISAF için gönderdiğimiz askerlerin terörle mücadele sorumluluğu yok. Ama şimdi istenen özellikle Güney Afganistan’da, çarpışmaların şiddetli olduğu yerdedir. Ben şunu da ifade ediyorum, şu anda TSK 10 binlerce insanıyla terörle mücadele ediyor, bir başka alanda, başka amaçla terörle mücadele ne kadar doğru olur, ben onu herkesin takdirine bırakıyorum, ama benim kişisel görüşüm böyle bir şeyin olmamasıdır.’’

/ ANKARA

19.03.2008


 

Türkiye, bütün birimleriyle demokrasiye sahip çıkmalı

Türkiye İş Kadınları Derneği Başkanı Nilüfer Bulut, herkesin, demokrasiye ihtiyacı olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiğini bildirdi.

Nilüfer Bulut, AKP hakkında açılan kapatma davasına ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, ‘’Demokratik ve laik hukuk devletinde siyasi parti kapatmalarının sorunlara çözüm olmayacağı, uluslararası alanda prestij kaybı yaratacağı göz önünde bulundurulmalıdır’’ görüşünü belirtti.

Bulut, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu 71 kişi hakkında siyaset yasağı istemiyle açılan kapatma davasının, iç ve dış politikayı, güvenlik ve ekonomiyi nasıl etkileyeceğinin çok iyi hesaplanması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti: ‘’Her şey ülke menfaati göz önünde bulundurularak yapılmalı. Türkiye tüm birimleriyle demokrasiye sahip çıkmalı. Herkes demokrasiye ihtiyacı olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Ülkeyi bölecek, kamplara ayıracak, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürükleyecek davranış ve kararlardan kaçınılmalıdır.’’

/ İSTANBUL

19.03.2008


 

Demokrasiden korkanlar var

Gazetemiz Ankara Temsilciliği tarafından düzenlenen “Meşrutiyetten Cumhuriyete Demokrasi Serüveni” konulu programda konuşan gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular, sık sık yapılan müdahalelerin demokrasiye zarar verdiğini bu sebeple demokrasimizin gelişemediğini kaydetti.

Bediüzzaman Said Nursî’yi anma çerçevesinde gazetemiz Ankara Temsilciliği tarafından düzenlenen “Meşrutiyetten Cumhuriyete Demokrasi Serüveni” konulu programda demokrasi mesajı verildi.

Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen, sunuculuğunu Cevher İlhan ve Mesut Nurver’in üstlendiği program, Murat Aksakal’ın Kur’ân tilaveti ile başladı. Açış konuşmasını yapan gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, Türkiye’nin demokratikleşmeyi başaramadığını söyledi.

Kutlular, “Şu demokratikleşmeyi niye bugüne kadar göremedik ve getiremedik? Bugün demokratikleşmeyi istemeyen kimlerse, hangi kafa ise geçmişte de aynı kafalardı. Bediüzzaman, meşrutiyetin arkasındaki değerlerin insanı insan yapan değerler olduğunu söyler. ‘İstibdat ne zaman gelmiş’ diye sorduklarında ‘insanlık hayvanlıktan çıkarken onu da beraberinde getirmiş’ cevabını veriyor” dedi.

TEK PARTİ İLE DEMOKRASİ OLMAZ

Tek parti ile demokrasinin olamayacağına dikkat çeken Kutlular, “İstiklâl harbini vermişiz, cumhuriyet kurulmuş, ama bu cumhuriyet tek parti üzerine 27 sene devam etmiş. Tek parti üzerinde demokrasi olmaz ki. Mecliste ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ yazıyor, ama hayata yansımasını göremiyoruz. Bugün bile ‘Referanduma gidelim’ dendiğinde, ‘Cahil halka sorulur mu?’ diye itiraz ediyorlar. 1950’de DP iktidara gelmiş 10 sene dayanabilmişler. ‘İrtica hortluyor, anayasa çiğneniyor’ diye 27 Mayıs kanlı ihtilâli oldu. Başbakan ve iki bakanı asıldı” şeklinde konuştu.

Kutlular konuşmasını şöyle sürdürdü: “Demokrasimiz kaplumbağa gibi iki de bir ters çevrilmiş. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat’ta demokrasimiz ters çevrilmiş. Ama bu baltaya sap olanlar var. Bir kısmı; ‘Demokrasi gelirse Atatürk ilke ve inkılapları elden gider’ diyor. Bir kısmı; ‘Hürriyetler gelişirse vatan bölünür’ diyor. Bir kısmı ‘Demokrasi zaten küfür rejimidir’ diyor. Ama demokrasiye muhalefette birleşiyorlar. Askeriyeye davetiye de böyle çıkıyor.

BEDİÜZZAMAN ASRI SAADETİ ESAS ALMIŞTIR

“Üstad, siyasî, içtimaî meselelerde sadece Asr-ı Saadeti esas almıştır. Gerçek sistem o. Hz. Peygamberimiz (asm) ahirete intikal ederken yerine birisini belirlememiş. Seçime bırakmış. Dört halife seçimle gelmiş. Resûlullah (asm) ‘Ehil olanı aranızdan seçin’ demiş. Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Muaviye arasındaki hadise İslâmın kaderini değiştirmiş. Hz. Muaviye hileyle meseleyi halletmiş ve o zaman da saltanata dönüşmüş. Bediüzzaman, ‘Meşrutiyeti şeriat namına alkışladım. Kimin aksi bir iddiası varsa dört hak mezhebe göre bunun ispatını yapmaya hazırım’ demiş. Burada gerçek mânâsıyla bir hürriyet var. Hürriyeti Asr-ı Saadette en geniş mânâsıyla sahabeler yaşamış. Kâinatın Hâlık’ı kendisini kabul edip etmemekte dahi biz kullarını imtihana gönderiyor. Kabul edersek mükâfatını verecek, kabul etmezsek cezasını yine O verecek.

“Tarihimizde Fatih Sultan Mehmet gayr-ı Müslimlerle yargılanabilmiş. Adalet bu. İnsan haklarında bizim kara lekemiz yoktur. Çok dinli, çok mezhepli, çok ırklı, hepsini insanca yaşatabilmişiz. Meşrutiyeti gerçek mânâsıyla bu yol kesiciler, eşkıyalar, yılanlar, ayılar çıkmasaydı biz de bunu görecektik.

HÜRRİYETLERİ GASP

EDENLERDEN HESAP SORMALI

“Toplum olarak kendimizi gözden geçirmemiz lâzım. Hürriyetler gasp edildiği zaman zaten dine de, dindara da, giyimine de her şeye o müstebitler karışır. Biz buna lâyık değilsek demokrasiyi kesintiye uğratanlara; ‘Niye millî iradeye müdahale ediyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde?’ demek lâzım. Silaha, sopaya gerek yok. Dilimiz konuşsun. Hangi ırktan, mezhepten, dinden olursa olsun hak ve hürriyetleri savunacak kadar cesaretimiz olmalı. Sen kendi hakkını savunana sahip çıkmazsan, o zaman ‘Bunlar hürriyete lâyık değildir’ derler. Yolda bırakıyorsun çünkü. Bunlara millet olarak dikkat edip, kendimizi çek edip antidemokratik ne varsa onlara yüksek sesle ‘herkes yerine otursun, millî iradeyi çiğnemeyin, hakkınız yok’ diyebilmelidir.

“Başörtülüler okula gidebiliyordu. Ama 28 Şubat’ta kaplumbağa ters çevrilince 50 senelik kazancımız bir anda gitti. Anayasa Mahkemesi öyle bir siyasî karar da verdi ki; ‘ilke ve inkılaplara karşıdır, laikliğe karşıdır, başkaldırmaktır’ dedi. Biz 1400 seneden beri Müslümanız. Örtü Allah’ın emridir, farzdır. Gelenek görenek değildir. Tesettür ibadetimize girmiştir.

“Asker siyasete, siyaset de askere karışmasın. Askerin yeri kışladır, millî iradeye itaattir. Siyasetin de yeri TBMM’dir. Kanunların ve anayasanın vermediği yetkiyi kimse kullanmaya kalkmasın.

“Laikliği de dinsizlik olarak anlamayalım. Laiklik din ve vicdan hürriyetinin teminatıdır. İnançlara giyimlere kimse karışamaz. Ama bizde karışıyorlar. Neden? Suskunluktan, alkışlamaktan, davet etmekten, dalkavukluk yapmaktan dolayı bu sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Hep beraber bu sıkıntıdan kurtulacağız inşallah.

“Din umumun mukaddes malıdır. Bir parti tekeline alamaz. CHP’de dindar olamaz mı? Olur. MHP’de olmaz mı? Olur. DP’de olmaz mı? Olur. Tekeline almaya çalışırsan sıkıntı olur. Bunlara dikkat etmemiz lâzım.”

EN BÜYÜK GÖRÜNMEZ

KUVVET RİSÂLE-İ NUR TALEBELERİDİR

Türkiye’nin 100 senelik demokrasi macerasının din-siyaset geriliminde geçtiğini ifade eden Hukukçu-Yazar Nihat Derindere ise, bugün de aynı şeylerin tartışıldığını söyledi. Bir sosyoloji uzmanının, “Türkiye’de bu gerilimin aslında şiddet üretmesi gerekirken,—pek çok ülkedeki uygulama ve tecrübe bunu gösterir—Allah korusun belki iç savaşa kadar gidebilecek sonuçlar doğabilirdi, doğmadı. Türkiye’de hiçbir zaman şiddet, beklendiği gibi doğmadı” sözlerini hatırlatan Derindere, “Türkiye bir şiddete maruz kalmadıysa, bunun arkasındaki en büyük güç ve en büyük görünmez kuvvet Risâle-i Nur talebeleridir” dedi.

Derindere, “Türkiye’de iktidarın bir kesimden alınıp başka bir kesime intikal edeceği korkusu üretiliyor sürekli olarak. “Devleti ele geçirmek… Devlete sızmak… Devletin kurumlarına çöreklenmek…” suçlamaları yapılır. Çöreklenmek ne demektir? Kim yapar bunu? Hayvanlar âleminde yılanlar çöreklenir. Vatandaşının belli bir kesimini yılan gibi gören anlayış Türkiye’de şiddeti üretmek istiyor. 1950’de Demokrat Parti iktidara geldiği zaman ‘İrticacılar yuvalarında saklanan hamam böcekleri gibi ortaya çıktılar’ diyen anayasa profesörleri çıkmış” şeklinde konuştu.

Derindere, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye’nin 100 senelik demokrasi macerasında, bugün geldiğimiz noktada, daha iki gün önce, iktidar partisi hakkında açılan kapatma dâvâsı aslında şunu söylüyor: Türkiye aslında modern ulus-devletin yaşadığı küresel krizin bir yansımasını yaşıyor. Modern ulus devlet kurulurken, dini, bu devletin kontrolü altına almak isteyen bir yaklaşım geliştirmiştir.”

KRİZİ ÜRETEN, ANAYASADAKİ

MEVCUT YAKLAŞIMDIR

“Hukuk devletinde milleti aşağılamak suçtur. Peki bu milletin aşağılanması suç ise, bu milletin büyük bir ekseriyetle getirmiş olduğu, meselâ Demokrat Partiyi, meselâ sonradan Adalet Partisini, meselâ sonradan Refah Partisini, meselâ şimdi Adalet ve Kalkınma Partisini yargı önüne getirip karakolluk eden güç, aslında bu millete hakaret etmiş olmuyor mu? Sürekli olarak Türkiye’de bir karakolluk hava uyandıranlar, sürekli olarak Türkiye’de postal sesleri özleyenler, sürekli olarak memleketin her tarafı yeni işgalden çıkmış gibi çok yüksek bayrak direklerine bayrak asarak milliyetçilik yaptıklarını zannedenler aslında gözden kaçırdıkları bir şeyi yapıyorlar. Modern-ulus devletin krizini örtmeye çalışıyorlar.”

“Bir kesim sürekli koruma görür. Hatta 1982 Anayasasının tamamını açıp okuduğunuz zaman 20 maddesinde bir kesimin koruma göreceği açıkça ilan ediliyor. Bir görüş sahiplerinin, her görüş sahiplerinden üstün tutulduğu ve diğer görüşlerin onun karşısında koruma görmeyeceği, anayasada başlangıç kısmından itibaren bir çok maddesinde de vardır. Bu kadar açık-net biçimde kayırma uygulandığı zaman, “Toplumda bölücülük yapılıyor, toplumun bir kesimini diğerine karşı kışkırtıyor” diye gürültü yapanlar aslında anayasanın kendi içinde böyle bir kriz ürettiğini görmek istemiyorlar. Esas krizi üreten bugünkü anayasadaki mevcut yaklaşımdır.”

“Şöyle bir ifade aynen geçiyor: ‘Hiçbir görüş ve düşünce filanca görüş karşısında koruma görmez.’ Yani, ‘Konuşabilirsin ey Türk Milleti, fakat konuşursan ondan sonra başına ne geleceğini garanti edemem.’ Bundan on sene, on beş sene önce yaptığı konuşma yüzünden Türkiye’de insanlar yargılandı. Said Paşa, Sultan Abdülhamid’in sekiz defa sadrazam, başbakan yaptığı kişidir. Said Paşa bir gün yine istifa eder. Sultan Abdülhamid der ki: ‘Niye istifa ediyorsun? Gerek yok. Askeriyenin sana itimadı var.’ Said Paşa tarihe geçecek çok enteresan bir şey söyler: ‘Evet, cihet-i askeriyenin bana itimadı var da benim onlara itimadım yok.’ Said Paşaları yani Türkiye’yi, memleketi yönetmek için iktidar kendisine teslim edilmiş olanları sürekli olarak esas duruşta bekletmeye çalışan bir kısım güçler var. Yargıyı da bağlayan, yargıyı da gerçekten görevini yapamaz hale getiren, onu da sindiren başka bir gücün varlığından söz ediyoruz. Said Paşa’nın o günden söylediği bir sözü bugün hatırlamamız bu yüzdendir.”

TEHDİT ALGILAMASI

SÜREKLİ UYANIK TUTULUYOR

“Tehdit algılaması sürekli uyanık tutuluyor. İç tehlike nedir? 1- İslâmcılar 2- Etnik ayrımcılar. Bu şekilde sürekli olarak toplumda güvenliği hürriyetin üzerinde tutan, ‘Ben olmasam bu tehlikeler, bu memleketi parçalar, böler, yok eder’ diye korkutan bir meşruiyet formülü. Bu meşruiyet formülü artık zaten Bediüzzaman’ın ancak 100 sene sonra gelir dediği noktaya geldi şu an, çok ciddi tıkandı. Artık bunu yürütemeyeceğini de anladı. Yeni bir meşruiyet formülü arayışında olması lâzım. O meşruiyet formülünün de özeti Bediüzzaman’ın dediklerinde saklıdır. Nedir? Bediüzzaman Türkiye’de hukukun üstünlüğünün bütün şahıs imtiyazlarının üzerinde olmasını savunmuştur. Herkes kanuna tabi olmalı, hiç kimse hukukun üzerinde olmamalı demiştir. İkincisi; Bediüzzaman adalet istemiştir. Yani, herkes hakkını almalı, haksızlık yapan da mutlaka karşısında hukuku bulmalı. Üçüncüsü de; Devlet dindarlara da bir kısım dinde lakayt ya da dini yaşantısı olmayan insanlara müsaade ettiği gibi müsaade etmelidir.”

YÜKSEK KATILIM

Yüksek katılımın gerçekleştiği program İbrahim Meledlioğlu grubunun ilahileri ile sona erdi. Programa AKP Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu, DP Sosyal İşler Başkan Yardımcısı İbrahim Becer, DP Ankara İl Başkanı Arif Şimşek, Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Aksu ve Büro Memur-Sen Genel Başkanı Yusuf Yazgan katılırken, çok sayıda bakan, milletvekili ve belediye başkanı telgraf gönderdi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Bardakoğlu: Hz. Muhammed (asm) en güzel model

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, ‘’O’nu (Hazreti Muhammed) sevmek ve örnek almak, yalın bir taklit ve sünnetinin belirli şekillere hapsedilmesi değil, sünnetinin ve siretinin bütün yönleriyle tanınması, insanlığın huzur ve mutluluğu için yaptığı çağrının güncelleştirilerek hayatımıza yansıtılması, güzel ahlâkının ve öğretilerinin davranışlarımızın mihveri ve rehberi yapılmasıdır’’ dedi.

Bardakoğlu, bugün kutlanacak Mevlid Kandili sebebiyle yayınladığı mesajda, ‘’Milletin ve bütün İslâm âleminin her yıl yeni bir heyecanla Allah’ın bütün insanlığa rahmet elçisi olarak gönderdiği ve peygamberler zincirinin son halkası olan Hazreti Muhammed’in (asm) getirmiş olduğu ilâhî mesajı anlama, ortaya koymuş olduğu eşsiz örnek ahlâkını özümseme, o’na duyulan engin ve içten sevgiyi gönüllerden sözlere ve toplumsal bilince aktarma düşüncesiyle asırlardır o’nun dünyaya gelişinin Mevlid Kandili olarak kutlandığını’’ kaydetti.

Hazreti Peygamber’i en iyi bir biçimde tanıtan Kur’ân’ın, onun hayatını ‘’yaşanabilir en güzel model’’ olarak takdim ettiğini ve kendisinin örnek alınmasını istediğini vurgulayan Bardakoğlu, Hazreti Peygamber’in, ‘’bizim içimizden bize gelmiş’’ (Tevbe, 9/128) ve ‘’alemlere rahmet olarak’’ (Enbiya, 21/107) gönderilmiş bir elçi olduğunu ifade etti.

Bardakoğlu, Mevlid Kandili’nin, ‘’Hazreti Peygamber’in sunduğu bütün değerleri ve yol gösterici öğütlerini anlama ve bu anlayışla yaşama ve yenilenme zamanı’’ olduğuna işaret ederek, bu değerleri fark etmek ve onları bir davranış bilincine ve yaşanan bir hayat haline getirebilmenin, dindarlığın temel hedefi olması gerektiğini bildirdi.

/ ANKARA

19.03.2008


 

Öğretmenin durumu kötü

Yapılan bir araştırmayla öğretmen adaylarının büyük bölümünün baba, anne veya kardeşinden harçlık aldığı, başta depresyon ve kaygı olmak üzere önemli sağlık sorunları şikâyetinde bulundukları tesbit edildi.

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş, yaptığı açıklamada, ‘’Eğitim Fakültesi Mezunlarının Çalışma Durumları’’ konulu araştırma kapsamında, 2000 ve 2007 yılları arasında mezun olan 151 kişinin katıldığı anket çalışması yaptıklarını belirtti. Ankete katılanlardan 16’sının kadrolu, 17’sinin ücretli öğretmen olarak görev yaptığını ifade eden Prof. Dr. Gümüş, 44’ünün dershanede, 6’sının kolejde, 8’inin sözleşmeli, 8’inin alanında serbest, 5’inin ise başka mesleklerde çalıştığını, fakülte mezunlarının 9’unun ise ‘’iş aramadığını’’ beyan ettiğini bildirdi. Ankete katılan 38 ‘’işsiz öğretmen’’den yüzde 55’inin ‘’3 yıl veya daha uzun süredir’’ bu durumda olduklarını belirten Prof. Dr. Gümüş, yüzde 59’unun babasından, yüzde 10’unun anne veya kardeşinden harçlık aldığının, geriye kalanların ise geçici işlerde hizmet vererek geçimini sağlamaya çalıştığının tesbit edildiğini söyledi.

Öğretmen adaylarının yüzde 87’sinin, atamaları yapılmadığı için ‘’hayatlarının olumsuz etkilendiğini’’ belirttiklerini bildiren Prof. Dr. Gümüş, bu durumun kaygı ve depresyonu arttırdığını, yüzde 20’sinin çoğu zaman veya sürekli ‘’kendini önemsiz-değersiz hissettiği’’, yüzde 15’inin sık sık veya sürekli ‘’baş dönmeleri, ateş basmaları, çarpıntılar yaşadığı’’ seçeneklerini işaretlediğini kaydetti.

/ ADANA

19.03.2008


 

Her müdüre bir polis

Türkiye’nin 3. büyük şehri olmasına ve yoğun göç almasına karşın İzmir’deki okullarda güvenlik sorunu bulunmadığı, son iki yıl içinde asayiş olayı yaşanmadığı öğrenildi.

Alınan tedbirler sayesinde eğitimde göçün olumsuz etkilerinin görülmediği belirtilen şehirde, baş aktörleri okul müdürlerinin oluşturduğu uygulama kapsamında, her yöneticinin cebinde bir polisin telefon kaydının bulunması sayesinde herhangi bir olay anında 3 dakika içinde müdahale imkânı oluşturuldu. İzmir İl Millî Eğitim Müdürü Kâmil Aydoğan, yaptığı açıklamada, ‘’Türkiye’nin en güvenli okulları İzmir’dedir. İl Emniyet Müdürlüğümüzün olumlu yaklaşımı ve işbirliği sayesinde 2 yıldır okullarımızda hiçbir asayiş olayı yaşamıyoruz. Bu da büyük bir şehir olmamıza rağmen çok önemli bir durumdur. Okullarımızda sportif ve sosyal faaliyetlerin güçlendirilmesini istedim. Şu anda bunlar hayata geçiyor.’’ dedi.

Öte yandan İl Emniyet Müdürlüğünce oluşturulan okul timlerinin, 80’in üzerinde personel, 10 motorize ekiple görevde bulunduğu öğrenildi. Timlerin sorumluluk aldığı okullarda, okul yönetimi, rehber öğretmenler, okul aile birliği başkanları, veliler ve öğrencilerle sürekli diyalog içinde bulunduğu, esnafla da görüşerek çevrede gerekli tedbirleri aldığı bildirildi.

/ İZMİR

19.03.2008


 

Eğitim fonlarında 31 ülkeyi solladık

Avrupa Birliği (AB) fonlarından yeteri kadar yararlanmamakla eleştirilen Türkiye, eğitim ve gençlik programlarında 31 Avrupa Birliği ülkesini geride bırakarak bütçesini yüzde 70 artırılan tek ülke oldu.

Son 3 yılda 40 bin kişinin yararlandığı AB Eğitim ve Gençlik Programları’na ait fonlardan önümüzdeki 7 yılda 300 bin kişinin yararlanması bekleniyor. Türkiye, son 3 yılda kendine tahsis edilen fonların yüzde 98’ini kullandı. Gençlik Programları’nda bütçesini en çok artıran 4 ülke arasına giren Türkiye, Hayatboyu Öğrenme Programı’nda da 7’inci sıraya yükseldi.

En çok proje hazırlayan iller içinde Ankara 155 proje ile başı çekiyor. Hiç proje hazırlamayan tek il ise Kars.

/ GAZİANTEP

19.03.2008


 

Türk doktorlar Afrika’da

Gönüllü Türk doktorlarının sağlık seferberliği Doğu ve Güneydoğu illeriyle sınırlı kalmıyor.

Afrika’nın yoksul ülkelerinden Tanzanya, Nijer, Senegal, Nijerya ve Somali’deki yoksul insanlara şifa elini uzatan hekimler, şimdi de 10 bin Gineliyi tedavi etmeye hazırlanıyor. Gaziantep Hızır-Der Sağlık Hizmetleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ve Sağlık Mensupları Derneği (Sameder) üyesi 30 doktor, Afrika’nın yoksul ülkelerinden Gine’de, yaklaşık 10 bin insana sağlık hizmeti verecek.

Türk İktisadi Kalkınma Ajansı’nın (TİKA) belirlediği bölgelerde 10 gün boyunca Gine halkını muayene edecek doktorlar, başlatılan kampanya çerçevesinde toplanan ilaçları da buradaki hastaların tedavisinde kullanacak.

/ GAZİANTEP

19.03.2008


 

Tuz eken, tansiyon biçer

Dünyada her yıl 7 milyon kişinin ölümüne yol açan hipertansiyon (yüksek tansiyon) hastalığının temel sebebinin, yiyeceklerde tuz kullanma alışkanlığı olduğu bildirildi.

Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Farmakoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Tekol, dünyada 1 milyar hipertansiyon hastası olduğunu, her yıl 7 milyon insanın bu hastalık sebebiyle öldüğünü söyledi.

Tansiyon vak’alarının da yüzde 90’ını easansiyel hipertansiyonun oluşturduğunu bildiren Prof. Dr. Tekol, “Dünyada her yıl 7 milyon kişinin ölümüne yol açan hastalığın temel nedeni, yiyeceklerde tuz kullanma alışkanlığı” dedi.

Araştırmalara göre, dünyada tuz ile tanışmamış ve yiyeceklerinde hiç tuz kullanmayan 30’dan fazla topluluk tesbit edildiğini, bu topluluklarda hipertansiyon hastalığının hiç görülmediğini ifade eden Prof. Dr. Tekol, şu bilgileri verdi:

“Günlük 1.76 gramdan az tuz alan insanlarda hipertansiyon görülmüyor. Örneğin Amazonlarda yaşayan Kızılderili kabileleri hiç tuz kullanmıyor ve bu insanlarda hipertansiyon hiç görülmüyor. Bu durum, bilimsel çalışmalarla ortaya konmuş olmasına rağmen, Hristiyan inancında tuz kutsal sayıldığı için Batılı bilim adamları tuzu açıkça kötülemekten kaçınıyor. İncil’de tuz kullanımı emrediliyor ve Hz. İsa tuzu övüyor. Bu nedenle tuz ile hipertansiyon arasındaki ilişki 100 yıl önce bilimsel olarak ortaya konmasına rağmen dünyada halen, tuzun hipertansiyon hastalığı ile ilişkisi tartışılıyor. Oysa hipertansiyon hastalığını önlemenin tek yolu, tuz kullanma alışkanlığından vazgeçilmesidir.”

İnsan vücudunda tuzun tutulmasını sağlayan bir sistem olduğunu, bu sebeple hiç tuz alınmasa bile insanların sorunsuz yaşayabileceğini belirten Prof. Dr. Tekol, insanların beslenirken su ve her türlü gıdadan tuz aldıklarını, fazladan kullanılan tuzun ise hipertansiyon gibi hastalıklara davetiye çıkardığını kaydetti.

Tuzu tamamen hayattan çıkarmanın insan sağlığına hiçbir olumsuz etki yapmayacağını vurgulayan Prof. Dr. Tekol, şöyle konuştu:

“İnsanın günde 1.76 gramdan fazla tuz alması, hipertansiyona davetiye çıkarır. Zaten, dünyanın çoğu bölgelerinde insan su ve diğer gıdalardan günde 1 gram tuzu istemese bile alır. Yiyeceklerinde tuz kullanan insanlar ise tuzu az kullanmaya çalışsalar bile günde yaklaşık 10 gram, buna dikkat etmeyenler günde 20 gram tuz alır. Annenin kullandığı tuz, anne karnındaki bebeği ve süt emen bebeği olumsuz şekilde etkileyerek bebeğin ileri yaşlarda yüksek tansiyon hastası olmasına da yol açıyor. Tuz, kullanıldığında bağımlılık yapar. Bu nedenle tuz kullanan insanlar tuzsuz yiyecek yemekte zorlanırlar. Ancak insanlar tuz kullanma alışkanlığından vazgeçip, yiyecekleri doğal lezzetleriyle tüketme alışkanlığı kazandıklarında ise bu kez tuzdan nefret edeceklerdir.” TUZ HAKKINDAKİ YANLIŞ BİLGİLER Halk arasında terleme ile tuz kaybı oluşması durumunda kaybedilen tuzun telafi edilmesi gerektiği yönünde yanlış inanış olduğunu da ifade eden Prof. Dr. Tekol, tuz alınması durumunda ter ile tuz atılacağını, tuz alınmazsa terlemenin de tuzsuz gerçekleşeceğini, bu durumda tuz kaybının telafi edilmesi gibi bir durumun söz konusu olamayacağını kaydetti. Vücudun tuz dengesini koruyan sistemi sebebiyle hiç tuz alınmasa bile insan sağlığının olumsuz etkilenmeyeceğini vurgulayan Prof. Dr. Tekol, sadece uzun süreli ishal ve kusma ile ağır böbrek hastalıkları ve diğer bazı hastalık durumlarında tuz kaybının olabileceğini ve bu durumda tuzun ilaç olarak kullanılması gerekebileceğini söyledi.

19.03.2008


 

Kadınlar ‘birbirine’ sahip çıktı

Beyoğlu’nda, farklı siyasi görüşlere mensup gruplara üye kadınların oluşturduğu “Biz Birbirimize Sahip Çıkıyoruz İnisiyatifi” isimli grup üyeleri, başörtüsü yasağı ile kadınlara yönelik baskıları, topladıkları imzaları mandallarla çamaşır ipine asarak protesto etti.

Üç kadının ortaklaşa yaptığı basın açıklamasında, “Kol kola yürüyemediğimiz bir kamusal alan, bizim kamusal alanımız değildir.” denildi. Kendilerine “Biz Birbirimize Sahip Çıkıyoruz İnisiyatifi “ adını veren yaklaşık 20 kişilik kadın grubu, başörtüsü yasağı ve kadınlar üzerindeki baskıları protesto etmek için Galatasaray Meydanı’nda toplandı. “Her türlü ayrımcılığa son, Birbirimize sahip çıkıyoruz, Ne cinsel metayız ne örümcek kafalıyız, Kılık kıyafetime karışma,” yazılı dövizler taşıyan kadınlar, topladıkları bin 200 imzayı mandallarla çamaşır ipine astı.

/ İSTANBUL

19.03.2008


 

Biri mezarda, biri askerde

Çanakkale Zaferi’nin 93. yıldönümü ve Şehitleri Anma Günü dolayısıyla Sivas’ta anma programı düzenlendi. Şehit anneleri ve çocuklarının ağladığı tören, duygulu anlara sahne oldu.

Hakkari’de 1998’de teröristlerle girdiği çatışmada şehit olan Jandarma Er Fuat Topal’ın annesi Veziha Topal, şehit oğlunun mezarı başında duâ ederken, İzmir’de vatanî görevini yapan diğer oğlu Turan Topal cep telefonundan aradı. Askerdeki oğlu ile telefonda görüşürken gözyaşlarına hakim olamayan şehit annesi, yarın (bugün) oğlunun yemin törenine katılmak için İzmir’e gideceğini söyledi.

/ SİVAS

19.03.2008


 

Alkolün hafifi, ağırı olmaz

Psikiyatr Dr. Bülent Demirbek, "alkolün hafifi, ağırı olmayacağını, hafif alkollü içeceklerle başlayan alışkanlığın alkolizmle sonuçlandığını’’ bildirdi.

Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Psikiyatr Dr. Bülent Demirbek, yaptığı açıklamada, ‘’kimi neşeden kimi kederden’’ misali, Türk toplumunda alkol tüketme alışkanlığı olanların önemli bölümünün, her fırsatta bu alışkanlıklarını tatmin etmek için bir bahane bulduğunu belirtti.

Alkol bağımlılarının neredeyse tamamına yakın bölümünün bu alışkanlığa ‘’az alkollü’’ içeceklerle başladığının yapılan araştırmalarla ortaya çıktığını ifade eden Demirbek, ‘’oysa, alkolün hafifi, ağırı olmaz. Az alkollü içeceklerle başlayan alışkanlık alkolizmle sonuçlanıyor’’ dedi.

Demirbek, alkol oranı düşük içeceklerle bu alışkanlığı edinen kişilerin ilerleyen dönemlerde tatmin olamayınca dozu arttırdıklarına dikkati çekerek, şunları söyledi:

‘’Tiryaki bir süre sonra alkollü hafif içeceklere ‘hamallık’ gözüyle bakıp, alkol oranı en yüksek içeceklere yöneliyor. Bu kişiler, ‘birkaç şişe yerine yarım duble yeter’ diye düşünüyor. Giderek vücuda yeterli gelmeyen alkolün dozunu arttıran kişi, bağımlı olduğunu çok geç anlıyor.

En büyük yanılgı ise hafif alkollü içeceklerin vücuda fazla zarar vermeyeceği yönünde. Oysa, bira ve şampanya gibi gazlı ve köpüklü içkilerdeki alkol, mideden daha çabuk emilerek kana karışır. Bağımlıların bir başka yanılgısı ise istedikleri zaman alkolü bırakabileceklerine ve alkolik olmadıklarına inanmaları.’’

Demirbek, kişisel ve sosyal etkenlerden kaynaklanan alkol bağımlılığında, genetik faktörler ve aileden çok arkadaş çevresinin önemli etken olduğuna dikkati çekerek, ailelerin, çocuklarının arkadaşlarını iyi seçmeye yönlendirmeleri gerektiğini bildirdi.

ALKOL TEDAVİSİ

Demirbek, bir hafta ya da 10 gün süren ilaçlı tedavi ile alkolizmi yenmenin mümkün olduğunu ancak, buna öncelikle bağımlının karar vermesi gerektiğini belirterek, ‘’Oysa yaşadığımız deneyimler, bu kişilerin ailelerin zoruyla tedaviye başvurdukları yönünde’’ dedi.

İsteği dışında, ailesinin ya da çevresinin ısrarıyla tedavi için hastaneye yatan hastaların başarı şansının olmadığını vurgulayan Demirbek, ‘’bu tedavide kişinin alkolü beyninde bitirmesi çok önemli. Aksi takdirde, hastanede yatan hastaların bile, izinli olarak dışarı çıktıklarında alkol alıp geri döndüklerine şahit oluyoruz’’ diye konuştu.

Demirbek, bağımlıların yaşlarının da genelde 45-40 yaş arası sevgi yoksunluğu, ailevî huzursuzluk, yalnızlık ve kendini güvensiz hisseden bireylerde daha sık rastlandığını kaydetti.

Demirbek, Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesine önceki yıl 146, geçen yıl ise 175 bağımlının tedavi için başvurduğunu sözlerine ekledi.

/ ADANA

19.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri