Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunan melekler Rablerini över, Onu tesbih eder, Ona iman eder ve mü’minlerin bağışlanması için de duâ ederler.

Mü'min Sûresi: 7

11.04.2008


Baharımıza düşen hazan yağmurları

Yine mahzun İlâhî renkler ve nakışlarla dokulu baharımız...

Gam-gûn gönüllerimiz yine kırgın...

Nisanımıza yine hazan yağmuru düştü...

Mütehassis ruhlarımızın ince tellerine bir ayrılık haberi daha dokundu!

Hikmetine sual edemediğimiz İlâhî kaderin yeni hükmüne kemal-i teslimiyetle mukabele ediyoruz: İnna lillah ve inna ileyhi raciûn.

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebesi Sabri Halıcı’nın oğlu, Feyzi Halıcı’nın kardeşi ve Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin gençlik yıllarındaki hizmet arkadaşı Mehdi Halıcı Hakka yürüdü.

Mercî-i Hakikiye dönen Mehdi Halıcı Ağabeyimize Allah’tan rahmet diliyoruz.

Kaderin zaman şeridi üzerinde işleyen ecel pergeli, 23 Mart gününde muazzez ve muallâ Üstadımıza isabet etmişti.

Rahmetle andık.

On gün arayla aynı pergel Zübeyir Ağabeyle beraber Tahiri Mutlu ve Mehmet Emin Birinci Ağabeylere isabet etmişti.

Onları da rahmetle andık, anıyoruz.

Kısa zaman farkı ile aynı hüküm şimdi Mehdi Halıcı Ağabey’in üzerine işledi.

Onu da rahmetle anıyoruz..

Risâle-i Nur’da “Konya’lı Sabri” olarak zikredilen Sabri Halıcı, memleket semalarında karabulutların dolaştığı dönemlerde kendisini, bütün servetini ve evlâtlarını Risâle-i Nur’a ve Kur’ân hizmetine feda etmiş bir insandı.

Lâhika mektuplarında, oğlu Feyzi (Halıcı) ismi zikredilir. Emirdağ Lâhika mektuplarında geçen “Konyalı Sabri ve mahdumları” ifadesi ile de Mehdi Halıcı ve şehit Pilot Ömer Halıcı’dan dolaylı olarak bahsedilir.

“Mehdi” ismi boşuna konulmamış olsa gerek!

Konya’lı Sabri Halıcı (nâm-ı diğerle Halıcı Sabri Amca) mütecessis bir ruh!

Sabri Halıcı, Emirdağ Lâhikası’nda (s. 455) “Nur’un ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi” olarak çoklar namına Üstadımıza sorulan “Mehdilik” ile ilgili suâlin (ihtimal-i kavî) ile sahibi.

Bu mektupta çok ince esrarın şifreleri verilir ve Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ile Mehdilik arasında “haklı” bir bağ kurulur.

Sabri Efendinin oğluna “Mehdi” ismini koyması böyle bir ümit ve duânın tezahürü.

Erzurum muhaciri Sabri Efendi’nin ehl-i tahkik bir âlim ile “küçücük münakaşası” da yine Risâle-i Nur’da medar-ı bahs edilir ki (Emirdağ, s. 353) bu durum onun mütecessis ve muharrik ruhunun bir başka yansıması.

Halıcı Sabri Efendi hayatta iken Üstadımızı çok sık aralıklarla ziyaret etti. Konya hizmetlerini yıllarca omuzlarında taşıdı. Vefat ettiği dakikaya kadar da Risâle-i Nur’a ve Üstada olan muhabbetini muhafaza etti.

Evlâtları olan Feyzi ve Mehdi Halıcı kardeşler babaları gibi son şahitlerden.

Babalarının vefatından sonra Feyzi ve Mehdi kardeşler Bediüzzaman’a ve Risâle-i Nur’a olan muhabbetlerini hiçbir zaman kaybetmediler.

Yakın zamanlarda her ikisi ile de yaptığım görüşmelerde bu samimî ve kalbi muhabbeti yakinen hissettim.

Bu iki kardeşin bir başka özelliği, Üstadımızın muazzez talebesi Zübeyir Gündüzalp ile mesaî arkadaşı olmaları.

Bunlar, 1940’lı yıllarda Konya’da nebeân eden Nurculuk hareketinin saff-ı evvelleridir.

Zübeyir Gündüzalp, Ziya Arun, Rıfat Filizer, Muhsin Alev, Feyzi Halıcı, Mehdi Halıcı, Ziya Nur Aksun, Kâmil Öztürk, Hasan Helvacılar... Bunların tamamı o mes’ud günlerin yadigârları.

Zübeyir Ağabeyin gençlik ekibinden Muhsin, Ziya ve Mehdi İstanbul’da üniversiteyi birlikte okumuş ve Risâle-i Nur’un oradaki fütuhâtına vesile olmuşlardı.

Kader onlardan ikisinin rızkını sonradan Avrupa’ya taşımıştı. Muhsin Alev elli yıldan fazla Almanya’da yaşamış ve bir daha dönmemişti. Mehdi Halıcı ise Norveç, Fransa ve Hollanda’da uzun yıllar yaşamıştı.

Mehdi Halıcı, Norveç’ten döndükten sonra belli bir dönem Konya’da avukatlık yapmış ve Zübeyir Ağabeyle görüşmelerine devam etmişti.

Yaptığımız görüşmelerde Zübeyir Ağabeyin her Konya’ya gelişinde kendisini Avukatlık bürosunda ziyaret ettiğini ve her seferinde “Aman Mehdi kardeşim, ihlâsımızı bozma-yalım, hizmetimize sadakatimizi devam ettirelim, başka maniler bizi Risâle-i Nur’dan soğutmasın” dediğini ifade etmişti.

Mehdi Halıcı, Zübeyir Ağabey’in Üstadımızı ilk ziyaretindeki yol arkadaşıdır. Bu ilk ziyarette yaşanan enteresan hadiselerin tek şahidi kendisi idi.

Bize bu değerli bilgilerini esirgemedi zevkle ve hasretle anlattı. Onun o samimî kalbi ve fıtrî taraftarlığı elbette karşılıksız kalmayacak ve ona şefaatcı olacaktır inşaallah!

Hasan Şen, Adnan Acır ve Hüseyin Can ile birlikte İzmir Eski Foça’daki yazlığında yaptığımız uzun görüşmelerin kayıtları ve metinleri arşivimde mevcuttur. Kısm-ı ekserini kitaba aldım.

Detay olacağı için burada söz etmek istiyorum, kitaba almadığım enteresan şeyler anlatmıştı. Meselâ yaşadığı sadık bir rüyası var ki çok ibretlidir.

Mehdi Halıcı, 1948 tarihinde, Afyon Hapishanesinde Üstadımızla birlikte yatan babasına bir mektup yazmış, bundan dolayı Tıp öğrencisi Mustafa Ramazanoğlu ile birlikte tutuklanmıştı.

Halıcı, tutuklandıktan sonra başından geçecek bütün hadiseleri daha İstanbul’da iken, rüyasında yaşamıştı.

Tutuklanma anı, Sultanahmet Hapishanesi, İstanbul-Afyon tren yolculuğu, trendeki şahıslar ve sohbetler, Afyon’a gelişi, hamama gidişi, hamam sahibi ile tanışmaları, Üstadın kendisini ilk karşılayışı, hatta hapishane binasının alnında duran Osmanlı tuğrasına varıncaya kadar bütün detayları rüyasında görmüştü.

Demişti ki: "Bu yaşadığım hal nasıl bir şeydi çözemedim, hayatımda en çok etkilendiğim olaydır. Üstadım yaşayacağım şeyleri nasıl önceden biliyor, çözemedim. Rüyamda, hapse girerken giriş kapısının üstündeki odada kalan Üstad, demir parmaklıklar arasında bana el sallıyordu. Aman ya Rabbi, birkaç gün sonra geldiğim hapishanenin giriş kapısında bir de ne göreyim! Üstad demir parmaklıklar arasında bana el sallı-yor. Farklı âlemler arasında manyetik gezintiler yaptım. Ne olduğunu hâlâ anlamış değilim, anladığım tek şey Üstadımızın çok büyük bir insan olduğu!”

Bir süredir beyninde bulunan tümör dolayısıyla tedavi görüyordu. Kendisini en son iki hafta önce aramıştım. İzmir’de Zübeyir Ağabey ile ilgili yapılacak toplantıya davet etmiştim. Konuşamadığından dolayı yakınlarından, “Toplantıda konuşmamak şartı ile” katılma sözü almıştım.

Ömrü vefa etmedi.

Onunla ilgili başka bir tevafuk oldu. Av. Ahmet Yılmaz, hem Sungur Ağabey hem de Mehdi Halıcı ile irtibat için aramıştı. Bolu’da tarihî lokantada, anma toplantısından önce Sungur Ağabeyle beraberdik. İkisi Afyon hapsinin mazlûmları. Afyon Hapishanesi ile ilgili bazı bilgileri doğrulatmak için Sungur Ağabeye sormuştum. Anlattı. Bir kısmını o günkü toplantıda Sungur Ağabeyin huzurunda anlattım. Yemekte, Sungur Ağabeyle beraber Mehdi Ağabeyi de epey konuştuk. Duâ hükmünde kendisinden sitayişle bahsetti. Aynı toplantıda bir arada bulunmaktan memnun olacağını ifade etmişti.

Bu görüşme de bir başka bahara kaldı...

Mehdi Halıcı Ağabey, hayatının son dönemlerinde İzmir’de yapılan Üstadımız ile ilgili bazı anma toplantılarına iştirak etmişti.

Cemaat ve şahs-ı mânevî ile (yeniden) bağını kuvvetlendirmesi ve ömrünün evvel/âhir noktalarını hizmet nokta-i nazarında birleştirmesi Halıcı’nın en büyük başarısı idi.

Bu anlamdaki emeklerinden ötürü Halil Uslu’ya teşekkürler...

Bu vesile ile “hakikî fedakâr, gerçek sıddık, müdavim ve metin” ünvanları ile hizmet semalarımızı parlatan Zübeyir Ağabeyimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz.

Onun hizmet arkadaşı Mehdi Halıcı Ağabeyimize de Allah’tan rahmet diliyor, yakın akraba ve doslarına, hasseten Feyzi Halıcı Ağabeyimize sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.

İBRAHİM KAYGUSUZ

11.04.2008


Meşrutiyetin mürşidi İslâmiyettir

ÜÇÜNCÜ VEHİM: Bu cemiyetin, tefrikadan ve başkalarına tevlid-i ye’sden başka ne faydası var?

Elcevap: Bu, tefrik değil, tevhiddir. Ye’s değil, ümit verir. O hakikat-ı uzmâ ki, nısf-ı küre-i arzda meknuz-u uruk-u zeheb gibi bir köşesini keşif ile tecellî etmiş yeni bir şu’ledir. Bahr-i Umman bir testide sığışmadığı gibi, İttihad-ı Muhammedî de Volkan idarehanesinde veya İstanbul’da sıkışıp kalmayacaktır. Belki şimdiki kuvveden fiile çıkmış bir parça İttihad-ı Muhammedî, karu’l-âsâ gibi ikazdan ibarettir. Hem de o derece uzun ve müteselsil ve merâkiz-i İslâmiyeyi birbirine rabteden silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut umum mü’minleri, İ’lâ-yı Kelimetullahın bu zamanda en büyük vasıtası olan maddeten ve mânen terakkiyata bir şevk ve âmir-i vicdânî ile sevk etmektir. Zira istibdat ve tahakkümden tahallus, hâhiş ve şevk-i vicdanî ile sevk olur. Halbuki binde bir tane münevverü’l-fikirdir; vicdanen mütehassis oluyor.

Hiss-i dîn ile olsa, ehass-ı havâs ve en âmi, hiss-i din ile mütesâviyen tarik-i terakkîde münevverü’l-fikir gibidirler. Hem de tenvir-i fikre sebep olan mârifet-i âmm veya medeniyet-i tâm bizde olmadığı için, nûru’n-nur olan dîn-i İslâmı menar etmeliyiz. Tâ âheng-i terakkî muhtell olmasın.

DÖRDÜNCÜ VEHİM: İçimizdeki gayr-i müslimler ürkecekler veya bahane tutacaklar.

Elcevap: Bahane tutmak çocukluktur ve hâinliktir. Ürkmek ise cehalet veya tecâhüldür. Zira gayr-i müslimler kurûn-u vustâda ve vahşi oldukları zamanlarda, ferman-ı “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 2:256.) ile bu kadar edyan ve akvâm-ı muhtelife medeniyet-i İslâmiyede masum kaldıklarından, İslâmiyetin ulüvv-ü cenabı ve gayr-i müslim tevehhüm ettikleri mahzurun ademi, güneş gibi tezahür ediyor. Hem de gayr-i müslimlerin selâmeti vatanın saâdeti iledir. Ve meşrutiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şeriat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan gayr-i müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır.

BEŞİNCİ VEHİM: Ecnebîlerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var.

Elcevap: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zira merkez-i taassuplarında İslâmiyetin ulviyetine dair konferanslarlaHAŞİYE takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı kelimetullaha mâni olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan su-i ahlâk ve harekettir ve ihtilâf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.

Amma ecnebîlerin vahşî oldukları kurun-u vustada, İslâmiyet vahşete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecnebîler medenî ve kuvvetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassup zâil olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbup ve ulvî olduğunu, evâmirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göstermekledir. İcbar ve husumet, vahşîlerin vahşetine karşıdır.

Haşiye: Bismarck ve Mister Carlyle gibilerin malûm beyanatlarına işaret eder.

Hutbe-i Şamiye, s. 100

tevlid-i ye’s: Ümitsizlik doğurma.

hakikat-ı uzmâ: Büyük hakikat.

nısf-ı küre-i arz: Dünyanın yarısı.

meknuz-u uruk-u zeheb: Altın madeni kaynağı.

karu’l-âsâ: Sopa vurmak.

merâkiz-i İslâmiye: İslâmî merkezler.

tahallus: Kurtulma.

mütesâviyen: Aynı derecede, eşit olarak.

menar: 1- Nur yeri. Fener kulesi. 2- Yol işaretleri.

tenvir-i fikr: Fikirlerin aydınlatılması.

muhtell: Bozuk, berbâd, karışmış, işgal ve ihlâl edilmiş.

tecâhül: Bilmezlikten gelme, bilmiyor görünme.

kurûn-u vustâ: Orta çağ.

11.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri