03 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden, Savlı Abdülkadir Zeybek anlatıyor:

Üstadın yanına eşkıya olarak geldi, Nur Talebesi olarak gitti.

Risâleleri ilk defa Sav Köyüne getiren, dedeniz Hacı Hafız Mehmet Gül’le ilgili hatıralarınız var mı?

Dedem Risâle-i Nur’a intisap etmezden evvel mahallesinin fahrî imamıydı. Mescidinde imametliği devamında Ezan-ı Muhammedî Türkçe’ye çevrilmiş. Türkçe ezan okuyarak devam ederlerken bir gün küçük oğlu Süleyman’a “Oğlum, bu Türkçe’ye çevrilmiş ezanı ezberle. Bazen bana yardımcı olursun” diyerek yazıp eline veriyor. Kendisi mescide namaz kılmaya gidiyor, eve döndüğünde:

“Oğlum, ezberledin mi?” diyor. Hanımı, yani nenem:

“Onu kediye sor” diyor. Dedem hafız Mehmet Gül:

“Ne demek istiyorsun?” Nenem cevap veriyor:

“Kedi okutmadı!” O günlerde evlerinde güçlü, terbiyeli bir kedileri varmış, işte bu kedi okutmamış. Nenem “Çocuk ‘Tanrı uludur’ diye söylemeye başladığımda mırlıyor, devam edince de hemen başına atlayıp çırmalıyor. Kediyi kovalıyoruz, tekrar başladığında yine başına atlayıp çırmalıyor” deyince, dedem hayret içerisinde:

“Hele bir daha okusun” diyor. Çocuk yine “Tanrı uludur” derken kedi hemen çocuğun başına atlıyor ve cırmalıyor.

Dedem bundan dolayı mescide devamı bırakıp evinde namaz kıldırıyor. Çünkü Ezan-ı Muhammedi’yi aslî hâliyle mescidin minaresinde okusa, cezâî işlem yapılıyor.

Dedem, Risâle-i Nur’a intisab ettikten sonra da evinde hem Risâle-i Nurları yazıyor, hem de otuz kadar talebe okutuyordu. 1942 ve 43’lerde olacak, şikâyet üzerine dedemin evine karakoldan taharrî düzenlenmişler. Taharrinin sebebi ise, Isparta’nın Eğirdir ilçesi Yukarıgökdere Köyünden ilkokulu bitirmiş birkaç talebenin dedemle birlikte okuması. Yukarıgökdere Köyü öğretmeni bu çocuklardan haberi olunca “Bizim mezun ettiğimiz talebelerde onların ne hakkı var da bir daha okutuyor?” şeklinde ihbarda bulunmuş. Bu ihbar üzerine Isparta merkez karakolu bir taharrî düzenliyor. O tarihte Sav Köyünün muhtarı Hüseyin dedeyi karakol kumandanı çağırıyor ve diyor ki: “Muhtar! Bu akşam bizden ayrılma, bizim arkadaşlardan birisini evlendirmek için kız istemeye gideceğiz.” Akşam üzeri muhtar Hüseyin dede, karakolda bulunuyor. Akşam sonu oluyor, karakol bir manga jandarma hazır ediyor. Karakol kumandanının atı hazır ediliyor ve karakoldan çıkıyor. Muhtar Hüseyin dede “Böyle kız istemeye mi gidilir? Acaba nereye gideceğiz?” diye düşünürken, Sav yoluna yönelince muhtar hissediyor. Köyün yakınına geldiklerinde karakol kumandanı, durumu Hüseyin dedeye açıklıyor ve “Kimseyi kuşkulandırmadan Mehmet Gül’ün evine nasıl varılacağını bize tarif et” diyor ve muhtarın peşini bırakmıyor. O gece sabaha kadar sonbahar havasının soğuğunda dedemin etrafında pusu kuruyorlar. Sabah namazının vakti girince dedem evinde Ezan-ı Muhammedî’yi okuyor. Komşulardan on bir kişi cemaat geliyor. Cemaatle sabah namazı kılınıyor. Nur Talebelerinin şimdiki okuduğu tesbihâtı aynen okuyor. “Fatiha” deyince jandarmalar hemen eve doluyor, cemaati ve okumaya gelen talebeleri, yazdıkları risâleleri, kalemleri, mürekkepleri topluyor.

On kadar cemaati ve namaza yetişen on beş kadar talebeyi Isparta’ya karakola götürüyorlar. Sadece beni küçük diye götürmediler. Bana sadece yarım sahife kadar Kur’ân okuttular. Çünkü ben dört yaşındaydım. Beni ‘Okuyabilir mi?’ diye denediler. Çok güzel Kur’ân okuyordum. Dedemleri aynı günde serbest bıraktılar. İnayet-i İlâhiye ve Hz. Üstad’ın duâsı bereketiyle mahkûm etmediler.

Üstad’ın Sav Köyüne ve Savlılara olan ilgisini

anlatır mısınız?

Hz. Üstad’ın Savlıları sevdiğinin bir sebebi şudur:

Savlılar, münafıkane müzevirlik yapıp da, hizmetlere hiç engel olmamışlardır. En avâmı, en cahili dahi, hizmetlere yanaşmasa da, hizmet edenleri rahatsız etmemiştir. Hatta 1944 ve 45’li yıllarda Sav Köyünün muhtarı Hüseyin Bulgurcu, karakolun emrinde samimî olduğu halde, bir gün Isparta’dan geçerken Hüsrev Efendinin kendisine emanet ettiğini, Hacı Hafız Mehmed Efendi’ye iletiyor. (Ve yakın tarihimizde, 1970 ve 90’lı yıllarda, muhtelif zamanlar içerisinde şikâyetler üzerine Risâle-i Nur Talebeleri taharrilere uğradıkça, o tarihlerin muhtarları, karakoldan “Ne için yasadışı (!) işlere göz yumuyorsunuz?” şeklinde baskı gördükleri halde halkı idare etmiştir. Çünkü onlar da biliyorlar ki, ancak dindarlık olup, devlete hiçbir zararları olmuyordu.)

Üstad Sav’ın avâmına havassına, âlimine cahiline, ihtiyarına gencine hep duâ etmiştir.

Üstad’ın Sav Köyünü ziyaretlerinden bahseder misiniz?

Hazret-i Üstad, Sav Köyünde geceleyerek hiç ikamet etmemiştir. Isparta’da ikamet ettiği 1953’lerden sonra Sav Köyüne defalarca ziyaretlerde bulunmuştur. Giderken yolda birini görse “Ben Sav’a ziyarete geliyordum. Sizi vekâlet ediyorum. Köyünüze benim selâmımı götürün, bana duâ etsinler” diyor. Köye ziyarete geldiğinde ise köy meydanına iniyor. Kadın-erkek hemen toplaşır, elini öpeceğiz diye izdiham olurdu. Hz. Üstad bundan rahatsız olurdu.

Sav’da teksir yapılan evin sahibi İbrahim Gül amca hasta idi. Bir defasında hususan onu ziyarete gelmiştir. Hatta yanında Hüsrev Efendi de vardı. İbrahim Gül amcanın evinin yakınına kadar gidiyor. Onu ziyaret ederek hastalığından dolayı tesellî verip duâ ediyor. İbrahim Gül amca da bir hafta sonra vefat ediyor.

Hz. Üstad yine bir gün Marangoz Ahmed’in kabrini ziyaret etmeye birkaç talebesiyle geliyor. Kabrinin başında Sûre-i Âmme’yi ve birkaç tane de kısa sûrelerden okutup dinliyor. Kendisi duâsını yapıyor, kabristandan ayrılıyor.

Hz. Üstad, Sav’ı ziyaretlerinde hiç kimsenin evine çıkmamıştır. Sadece Hacı Hafız Mehmed’in torunu Ahmet Avşar’ın evine bir defacık çıkmıştır. Sebebi, Ahmet Avşar’ın “Üstadım, evimin üst katını dershane yaptım” demesidir. Dershane ve medreseye hürmeten Ahmet Avşar’ın evine gidiyor. On - on beş dakikalık zaman içerisinde Risâle-i Nur okutuyor, dinliyor ve sonra gidiyor.

Üstad’la ilgili hatıralarınız var, onlardan bahseder misiniz?

Hz. Üstad Barla’da iken, Çobanisa Köyünde yaşayan, çok meşhur bir eşkıya olan Koruk Efe’nin bizzat kendi ağzından dinlemiştim. Bu adam eşkıyalıktan temin ettiği bir atı, Barlalılara veresiye satmış. Bilâhare atın parasını almak üzere Barla’ya geliyor. Atı sattığı adam tarlaya çalışmaya gitmiş. Onun gelmesini beklemek üzere Barla sokaklarında Barlalılarla sohbet ederken, Hazreti Üstad dağ gezisinden gelirken, üstünde siyah cübbe, başında beyaz sarık evine girdiğini görüyor. Koruk Efe “Bu kimdir?” diyor.

Barlalılar cevaben “Bu, şarktan gelme değerli bir âlimdir” diyorlar. Koruk Efe’nin âlimlerle falan bir işi, alâkası yoktur. Aklına takılan bir arzusu var. “Bu adam şarklı olduğundan belki şarkın antikalarından silâh veya kasatura gibi antika eşyası varsa alıvereyim” diye evine çıkıp varıyor, kapısını çalıyor. Hz. Üstad kapıyı açıyor: “Buyurun!” Selâm veriyor. “Hocam, sizin şarklı olduğunuzu duydum, ben antika meraklısıyım, şarkın antika eşyalarından tabanca veya kasatura gibi bir şeylerin varsa ben alıvereyim.” Hz. Üstad onun yüzüne bakarak “‘Ya Bâkî, ente’l-Bâkî’ vereyim” diyor. Cahil eşkıya “Bu söz nedir?” diye düşünmekte iken Hz. Üstad o mübarek esmânın tefsirini şu şekilde yapıyor:

“Seni ve beni, bütün âlemi yaratan Hâlık’ımın dostluğunu veriyorum” diyor.

Koruk Efe o güne kadar böyle bir hitaba muhatap olmadığından kendisini bir heyecan sarıyor, kriz gelip düşüyor. Bir müddet baygın kaldıktan sonra gözlerini açıyor. Hz. Üstad, yerinden kalkıyor, odasının tavanına astığı enva-i çeşit meyvelerden bir üzüm cıngılı koparıp, birer birer taneleri ağzına verip yediriyor ve kolundan tutup kaldırıyor.

“Haydi, ben sana müsaade edeyim, o atın parasını alma” diyor.

“‘Ya Bâkî, ente’l-Bâkî’ okuyarak evine git” deyip kapısından dışarıya çıkarıyor. At parası almaya geldiğini söylemeden Hz. Üstadın “O atın parasını alma” demesi ve “Ya Bâkî, ente’l-Bâkî” münâcâtının mânâsını ciddî bir vakarla kendisine söylemesiyle Koruk Efe’nin içi hıçkırıklara boğulmuştur. “Şu Barla’nın sokaklarından çıkayım da, bağıra bağıra bir ağlıyayım” diyor. Barla’dan uzaklaştıkça bağırarak ağlıyor, içi boşalmıyor, “Ben ne yaptım bu güne kadar? Bu ömrü niye boşa geçirdim? Bunca günahlara daldım” deyip günahlarına nadim oluyor. “Ya Bâkî, ente’l-Bâkî” münacatını okuyarak evine geliyor. Yani Barla’ya eşkıya olarak gidiyor, Çobanisa Köyündeki evine tam bir Müslüman ve aşık bir Nur Talebesi olarak dönüyor.

Koruk Efe, Nur Talebesi olduktan sonra başında takke ile jandarmalar tutup karakola götürüyor. Koruk Efe savcıya ifade verirken, “Sayın savcı bey; ben eşkıyalık, hırsızlık yaptım tuttunuz buraya getirdiniz. Sarhoş gezdim, karı kız peşinde dolaştım, tuttunuz buraya getirdiniz. Bu yollar yanlış yollar... Bari Müslümanlığı yaşayayım dedim yine tuttunuz buraya getirdiniz. Yahu savcı bey… Bana bir yol gösterin de oraya gideyim” diyor. Savcı, jandarmalara “Niye getirdiniz bu adamı?” diyerek salıveriyor.

Başka bir hatıra da şöyle:

Isparta’da Mustafa Efendi’nin oğlu Mehmed Zühdü, Risâle-i Nur’a intisap etmiş ve Hz. Üstad’ı Barla’ya gidip ziyaret etmiş. Ve hizmetlere devam ediyor. Babası ihtiyar olduğundan Barla’ya ziyarete gitmemiş. Bir gün baba-oğul Isparta’da gül bahçelerine gidiyorlar. Gül bahçesinde Şeyh Mustafa Efendi, ikindi namazını kılarken bir bülbül gelip Şeyh Mustafa Efendi’nin kâh yanına konuyor, kâh dizine çıkıyor, kâh omzuna konuyor. Bu bülbülden dolayı Şeyh Mustafa Efendi’yi bir heyecan sarıyor. Hz. Üstad aklına geliyor. Oğlu Mehmet Zühtü Efendi’ye “Oğlum, beni Barla’ya Hz. Üstad’a götür” diyor. Ertesi gün Mehmet Zühtü Efendi, babasını merkebe bindirerek Barla’ya Hz. Üstad’a götürüyor. Hz. Üstad onları hoşâmedi ile karşılıyor. Ve Şeyh Mustafa Efendi’ye “İhtiyar halinde neden zahmet ettin? Dün ikindi namazında ben seni ziyaret etmiştim” diyor.

Evet kalpten kalbe bilinen bu garip haller, heyecanlar, aşklar, muhabbetler hep Risâle-i Nurlarla Kur’ân’a imana hizmetten tereşşuh etmektedir. Şimdi bizler de bunlardan ibret alarak Nurlara ihlâslı bir şekilde çalışalım. Aynı heyecan, aşk ve muhabbetlere ve kalbî uyanıklıklara ve ferâsete ulaşabiliriz.

-DEVAM EDECEK-

RÖPORTAJ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

[email protected]

03.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.06.2010) - Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden, Savlı Abdülkadir Zeybek anlatıyor:

  (24.05.2010) - TAŞ ATAN DEĞİL, OKULLARINDAN TOPLANAN ÇOCUKLAR

  (17.05.2010) - Önceliğimiz sivil anayasa yapmak olmalı

  (13.05.2010) - 15 milyon dolara evini satmayan mücahide

  (12.05.2010) - Cemaatler ihtiyaçtan doğmuş

  (11.05.2010) - ‘Enerjimizi’ boş yere harcıyoruz

  (10.05.2010) - BAŞÖRTÜLÜLERLE FOTOĞRAF ÇEKTİRDİM

  (08.05.2010) - HAKSIZ YERE 3 BİN KİŞİ HARCANDI

  (07.05.2010) - ‘Sen namaz kılmak için kimden izin aldın?’

  (03.05.2010) - Demokrasi tarafında tarafız


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.