31 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Haklı olmak mı, Allah’ın rızasını kazanmak mı?

Anne ve babasına darılan, kırılan, onlarla ilgilenmeyen evlâtlara, küskünlüklerinin sebebi sorulduğunda, genelde “Daha ben küçükken diğer kardeşimi daha çok seviyorlardı” diye başlayan, daha sonra da “Ona her şeyde yardımcı oldular da, bana niye olmadılar?” diye devam eden, hep kendini haklı çıkarmaya çalışan bir tavır içerisindedirler. Oysa haklı olmak mı önemlidir, yoksa Allah’ın rızasını kazanmak mı?

Peki böyle kişilere şu soru sorulsa: Annen ve baban her türlü zorluğa göğüs gererek seni büyütüp okutmuşlar mı? Mesleğini eline verip evlendirmişler mi? Üstelik, senden hiçbir karşılık beklemeden, seni ve senin geleceğini düşünerek yapmışlar. Eğer, şimdi rahatsan, evin varsa, işin ve eşin varsa onların sayesinde...

Şükredip onların rızasını kazanacağımız yerde—ki onların rızasını kazanmak Allah’ın rızasını kazanmaktır—bizler hep bahaneler bulup, onlardan uzaklaşıyoruz, kaçıyoruz, onlara tahammül edemiyoruz. Oysa bizim de çocuklarımız var. Bizim anne ve babamıza yaptıklarımızı ileride çocuklarımız da bize yaparlarsa, hiç isyan etmeden, “Acaba annemizi babamızı kırıp, âhını mı aldık?” diye düşünmeliyiz.

Biz de şimdi tıpkı annemizin babamızın yaptığı gibi evlâtlarımızın bir dediğini iki etmiyoruz. Adeta hayatımız onlara endeksli, onların istekleri ön planda. Oysa anne ve babamız hayatımızda doğduğumuzdan beri var. Çocuklarımız ise hayatımıza evlendikten sonra girdiler, ama öncelik hep çocuklarımızın... Eğer paramızdan ve zamanımızdan vakit kalırsa, büyüklerimize harcıyoruz. Onlar ise, üzerlerine düşen vazifelerini yerine getirmişler. Hiç demişler mi ki “Çocuklar çok, biz bakamayız. Birazını da kuruma verelim de, onlar büyütsün.” Hayır! Ya bizler? Bir sürü evlât, “İki kişiyi hangi kuruma yatıralım? Bakıcı tutsak bize kaça mâl olur?” diye planlar yapıyoruz. Ya da anne babanın yanında kardeşlerden biri duruyorsa, “O baksın canım! Parasını yiyor ya...” veya “Benim evim barkım, çoluk çocuğum, işim gücüm var. Her zaman gidemem. Hem oraya gitmek dünyanın parası, ben o parayla filan taksidimi öderim” deyip, telefonla “Kendinize iyi bakın, yiyin için, hasta olmayın. Çünkü bizler çalışıyoruz, size bakamayız” diyorlar. Bir düşünür şöyle demiş: “Anne ve babamızı sadece beslemek yetmez. İnsanlar evlerindeki kedi ve köpeklerini de beslerler, oysa onların sevgiye, şefkate ve merhamete ihtiyaçları vardır.” Evet, onları yemek içmek değil, ilgi ve sevgi ayakta tutar.

Televizyonda huzurevini gösteriyorlardı. Takım elbiseli, kravatlı bir amca “Burada rahatımız iyi, besleniyoruz, ama çocuğum gelse de onu bir kucaklasam, başka birşey istemem” diyordu. Amcanın çocukları kim bilir hangi mevkideler? Mevki sahibi olmuşlar, ama belli ki adam olamamışlar. Onların bizden beklediği sadece ilgi, sevgi ve merhamet... Ama bizim onlardan beklentimiz para veya bize yük olmaması, eşinin zahmete girmemesi. Peki Allah’ın rızasını kazanmak, ahiretimizi kazanmak, alacağımız hayır duâlar... Allah korusun ya bedduâsını alırsak, o zaman hem dünyamızı, hem de âhiretimizi kaybederiz. Bir ağabey, kendine lâzım olan malzemeyi, babası miras paylaştırırken kardeşine vermiş diye hasta ve yatalak olan babasına bakmadı. O ağabey yakın zamanda trafik kazası geçirdi, eşini kaybetti, kendi de yaralandı. Şimdi kızı ve oğluna muhtaç. Peki şimdi ne olacak? Rabbimiz “Yanınızda yaşlanan anne ve babanıza öf bile demeyin” demiş. Peygamberimiz de (asm), bir gün minbere çıktıklarında Cebrail’in (as) “Bir kul anne-babası veya ikisinden birisi yanında bulunur da rızalarını kazanmayıp Cennete giremezse, burnu yerde sürünsün” dediğini, kendisinin de buna “Âmin” dediğini bildiriyor. Biz kimiz ki? Bizim ne haddimize kızmak, küsmek, hesap sormak. Onlar yaşlı, onlar çocuk gibi. Çocuğumuzun söylediklerine küsüyor muyuz? Çocuklarımız hasta oldukları zaman içimiz acıyor, başında bekliyoruz. Yaşlı anne ve babamız da çocuk gibi boyunlarını büküp, bizden ilgi ve şefkat bekliyorlar. Yıllardır hasta olan bir baba, evlâdına “Allah senden razı olsun. Cennet mekânın olsun” diyorsa; bu hayır duâ, dünyaya ve dünyanın içindeki herşeye değmez mi? Rabbim cümlemizi anne ve babasının hayır duâsını alan kullarından eylesin.

NURİYE OTMAN

31.10.2010


Mekânın Cennet olsun Metin ağabey

Bir sabah (7.10.2010, saat 9:00’da) cep telefonum uzun uzun çaldı. Arayan Tekirdağ’dan Kasım Özadalı idi. Hal hatır sorduktan sonra Malkara’dan Metin Çekin (marangoz Metin Usta) Ağabeyin vefat ettiğini ve ikindi namazına müteakip defnedileceğini söyledi. “Hepimizin başı sağ olsun, O’ndan geldik, O’na döneceğiz” dedikten sonra otuz beş yıl öncesi (1975 yılı) bir yaz akşamı aklıma geldi. O akşam Şarköy’deki bir eve dâvetliydim.

Şarköy’de görev yapan genç imamın evindeki sohbette, Şarköy’de memur olarak çalışan Temel Muslu, Tekirdağ’dan Bekir İbiş, Malkara’dan Metin Çekin vardı. Sohbeti, birlikte gelmiş oldukları Mehmet Bey yapmıştı. Nur camiasına dahil oluşum bu gece nasip oldu ve devam etti. Metin Ağabey, İbrahim Baygın, Bekir İbiş ile beraber Trakya’nın her tarafını defalarca ziyaret ederek Nur çiçeklerinin açması için ömürlerini bu yolda fedâ ettiler. Bunun meyvesi olarak Malkara’da, Tekirdağ’da, Şarköy’de, Keşan’da, Çorlu’da ve diğer yerlerde hizmete yeni şahısları dahil ettiler.

Bu sacayağından 90 yıllarında İbrahim Baygın'ın vefatı ile eksildi. 7 Ekim 2010 Perşembe günü de Metin Ağabey’i ebedî âleme uğurladık. İmam efendi, “Hakkınızı helâl edin” dediği vakit “Asıl sen hakkını helâl et” demek geldi içimden. Çünkü bizlerin üzerinde hakkı vardı. Dükkânının arka tarafında yaptığımız sohbetler, beraber o zaman Cağaloğlu’nda bulunan Yeni Asya gazetesine gidişimiz, oradaki ağabeylerle tanışmamız... “Nurtaşı”nı ziyaret etmemiz ve biz gençlerin toplantı düzenlemesine destek olmaları... Şarköy’deki “son şahitler”den Hasan Engen’i, ziyaret edip Üstad Said Nursî ile ilgili hatıralarını teybe kaydedip Necmettin Şahiner’e gönderilmesi... 1984 yılında Metin Çekin, Mehmet Kaya, Hüseyin Can ve Mustafa Balıkçı’larla Malkara’da 3 gün tutuklu kalmamız, 12 Eylül’den (1980) sonraki dâvâlar... Devlet Güvenlik Mahkemesinden beraat etmemiz ve beraatin 1980 sonraki dâvâlarda emsal teşkil etmesi gözümün önünde resmi geçit yaptılar.

O gün Trakya ve Mora Fatih’i Gazi Ömer Bey Camii’nin içinde ve dışında güzide bir kalabalık vardı. Tekirdağ’dan, Malkara’dan, Keşan’dan, Edirne’den, Kırklareli’nden, Lüleburgaz’dan, Çanakkale’den, Şarköy’den katılan kalabalık bir topluluk fedakâr ve kahraman (aynı zamanda Kıbrıs gazisi) ağabeyi ebedî âleme uğurladı.

Cenâb-ı Hak İnşâallah hepimizi ve aile efradımızı başımızda Üstadımız Said Nursî ile beraber Hz. Peygamber’e (asm) komşu eyler. Ruhun şad, mekânın pür nur olsun Metin Ağabey.

İSMAİL SUBAŞI

31.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.