Önceki günkü yazımızda “suç örgütü lideri” olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanan Ayhan Bora Kaplan olayı örneği üzerinden Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin geldiği noktaya ilişkin bazı değerlendirmeler yaptık.
Ardından önceki gün bu şahsın polisteki ön ifadesinde eski Ankara Başsavcısı ve şimdinin Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman hakkında bazı iddialarda bulunduğu yolundaki haberlerin sızması üzerine Kocaman’ın kendisini savunmak maksadıyla yaptığı açıklamalar gündeme oturdu.
Konunun diğer yönleri ve açıklamadaki diğer hususlar bağımsız olabilirse yargının ve ölü toprağının altındaki Yargıtay’ın işi.
Ama Kocaman’ın beyanlarında bizim dikkatimizi çeken şu:
İddiasına göre; Emniyette “…öcü” tarzı bel altı vuruşlar devam ediyor ve bu sızdırma haber de bunlardan biri. Asıl amaç da eski Bakan Süleyman Soylu’ya operasyon çekmek.
Bir Yargıtay üyesinin –ki herhangi bir üye de değil, adeta Sarayın torpillisi- böyle bir yorum yapması tek başına Emniyet ve siyaset ilişkilerindeki ve dolayısıyla yargı ve siyaset ilişkilerindeki problemi gözler önüne seriyor.
İşte tam da bu siyasi gündem içinde iken önceki gün adeta tüy diken yeni bir siyasi gündemimiz daha oldu.
Avrupa Parlamentosu 18’e karşı 434 olumlu oyla kabul ettiği 2022 Türkiye Raporunda “Türkiye’deki demokratik gerileme artarak devam ediyor” deyiverdi ve Türk Hükümeti tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı takdirde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin devam edemeyeceğini bildirdi.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, “Türkiye’nin AB üyeliği, jeopolitik müzakereler nedeniyle değil, ancak Türk yetkililerin ülkede temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğünde devam eden düşüşe son verilmesi konusunda çaba göstermesi durumunda gerçekleşecektir” diye konuşmuş.
Ayrıca Raporda, “Türkiye’de yargının bağımsız olmaması ve yargı sisteminin siyasete alet edilmesi” kınanarak, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm kararlarının tam olarak uygulanması” istenmiş.
Bunun üzerine Adalet Bakanı Yılmaz Tunç şu açıklamayı yapmış:
“Söz konusu rapor, Türkiye’deki güncel reform çalışmalarını ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmeleri görmezden gelen, objektif olmaktan uzak, verilere dayanmayan haksız, temelsiz ve hezeyanlarla dolu bir rapordur. Bu raporun Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki olumlu gündeme herhangi bir katkı sağlamadığı açıktır. Türkiye, bir yandan Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hakkaniyetli ve adaletli dış politikası ile dünya barışı için çalışırken, diğer yandan da hukuk ve yargı alanında kendi insanımızın esenliği için ortaya koyduğu reform kararlılığından bugüne kadar taviz vermediği gibi bundan sonra da asla taviz vermeyecektir. Bu vesileyle, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne olan sarsılmaz inancımızla dün olduğu gibi bugün de güçlü bir şekilde yolumuza devam edeceğimizin bilinmesini isteriz.”
AB’nin yürütme organı olan Avrupa Birliği Komisyonu’na tavsiye niteliğindeki bu Türkiye Raporunun bağlayıcı gücü yok ama sağlayıcı etkisi yüksek.
Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan çıkıp nerelere gittiğini görmek ve sağlamasını yapmak için yargı ve siyaset ilişkilerine yakından bakmak yeterli. Ama önce rıza gözlüğünü çıkarmak şart.
Dolayısıyla bu rapor hakkında Adalet Bakanının yaptığı açıklamaların aslında dağ ve fare hikâyesinden pek farkı yok.
O 18 muhalif üyenin ne dediği bile daha kıymetli!