"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cumhurbaşkanı kriter mi değiştirdi?

Ahmet BATTAL
21 Kasım 2017, Salı
Son yazımızda, “…öcü davaları”nda yargılananlarla ilgili olarak önceleri “tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” demiş olan Cumhurbaşkanının yakınlardaki bir konuşmasında bu kere yaklaşım değiştirerek, “Akıllı olanlar Türkiye’yi terk etti, gitti. Aklı yetmeyenler tuzağa düştü. ‘Bilmiyorduk’ diyorlar. Hepsi hikaye.” dediğini ve böylece eski üçlü tasnifini bizzat kendisinin yıktığını anlattık ve şu iki soruyu sorduk:

“Cumhurbaşkanının hukuk yazma-yapma yetkisi ne kadar var? Bunu zamanla göreceğiz. Bu hukuk mudur? Hukuk böyle mi işler? Onu da zaman gösterecek.” 

Bugün, bu sorulara da cevap verebilmek için bu “yeni” yaklaşımı önüyle ve sonuyla bir bütün olarak inceleyelim. 

Erdoğan’ın konuşmasının konuyla ilgili kısmı şöyle: 

“Bizler çocuklarınızı bunların okullarından alın diye meydanlarda haykırdığımız zaman boşuna haykırmadık. Bunların bankasına paralarınızı yatırmayın dediğimiz zaman boşuna haykırmadık. O zaman parasını çekip almayanlar şimdi yanımıza gelip, ‘Biz bunları bilerek yapmadık’ (diyorlar). Hepsini bilerek yaptınız. Arabanızı sattınız, dairenizi sattınız yatırdınız. Kusura bakmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Bunların hepsi biliniyor. Akıllı olanlar Türkiye’yi terk etti, gitti. Aklı yetmeyenler tuzağa düştü. ‘Bilmiyorduk’ diyorlar. Hepsi hikaye. Neyi nasıl götürdükleri, silahlı kuvvetlerimizde, polisimizde nasıl örgütlendikleri ortada. Şimdi ise artık tamamen temizlenme döneminin içindeyiz. Yargı ile birlikte hukukun kuralları neyi gerektiriyorsa bunu sonuna kadar yapıp yolumuza devam edeceğiz. Devlet mekanizmasını bunlardan arındıracağız. Bu arındırma, temizleme olmadan devlet mekanizmamız rahat çalışamayacaktır.”

Cümleleri bölelim ve yorumlayalım:

 “… şimdi yanımıza gelip, ‘Biz bunları bilerek yapmadık’ (diyorlar). Hepsini bilerek yaptınız. Arabanızı sattınız, dairenizi sattınız yatırdınız.”

Elbette araba ya da daire satıp parasını bir bankaya yatıran, bu yaptığını bilerek yapar. Ama para yatırdığı bankanın “siyaseten muhalif bir grubun bankası” olduğunu bilmesi o bankaya para yatıran kişiyi suçlu yapar mı? 

Bu soruya adalet Kanunları “hayır” diyor. Zira muhalefet suç değil. Ayrıca cezalandırma için şart olan “kast”, bir kişinin “kendisi suç olan” bir eylemi bilerek ve isteyerek işlemesi demektir. Şiddetli muhalefet eden bir grubu, “din için bir şeyler yapmayı sürdürsün” diye ve hatta “muhalefetine devam etsin” diye desteklemek türünden eylemler suç değildir ki bunların “bilerek ve isteyerek” yapılmış olması suç olsun. 

Bu soruya cumhurbaşkanının eski baş hukuk danışmanı ve Ceza Kanununun baş mimarı Prof. İzzet Özgenç ve diğer ceza hukukçuları da teorik seviyede kalarak “hayır” diyor. 

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin yeni kararı da Kanunu olaya uygulayıp bu soruya yine “hayır” diyor. 

  “… Kusura bakmayın. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Bunların hepsi biliniyor. Akıllı olanlar Türkiye’yi terk etti, gitti. Aklı yetmeyenler tuzağa düştü.”

Bu cümlelerde gizli çok soru var: 

Aklı yetmediği için Türkiye’de kalanların aklı neye yetmedi? Akıllarının yetmemesi itibariyle, bu zavallılar, cumhurbaşkanının ve siyasi arkadaşlarının 17-25 Aralık öncesi haline benzemiyorlar mı? Tuzağa düştülerse düşürülmüşlerdir; düşenlerin ceza sorumluluğu kalkmaz mı ve tuzak kuranlar kimlerse onların cezalandırılması gerekmez mi? 

Türkiye’yi terk edenlerin aklı neye yetti? Neyi anladılar da ülkeyi terk ettiler? Bunlar için söylenen “darbeyi önceden biliyorlardı, başarılı olsaydı dönüp yeni devlette görev alacaklardı” iddiası anlamsız mıymış? 

   Bazıları herhalde bazı suçlar işlemişti, hesaptan kaçtı. Bazıları da gelmekte olan fırtınayı gördü ve zulümden kaçtı. (Bu grubun kaçması doğru muydu o ayrı mesele.) Ama sadece “kaçmış” olmak kişiyi suçlu yapar mı? 

Elbette yapmaz. Nitekim Türkiye’nin yakın tarihinde, bütün ihtilallerden ve muhtıralardan sonra kendince haklı sebeplerle yurt dışına kaçan çok kişileri biliyoruz ki bir zaman geçtikten sonra neredeyse kahraman gibi döndüler. 

“… ‘Bilmiyorduk’ diyorlar. Hepsi hikaye. Neyi nasıl götürdükleri, silahlı kuvvetlerimizde, polisimizde nasıl örgütlendikleri ortada.”

Bu sözleri on beş senelik muhalefet partisinin lideri söylemiyor. Devlette örgütlenme denilen şey neticede kadrodur, imkandır … ve bunlar siyasi iktidarın yetki ve sorumluluk alanındadır. Bunlar devletten ve siyasilerden çalınmış değil alınmıştır. O halde alıcısının varlığı yetmez, verici de olmalı ki alıcı alabilsin. Cemaat mensubiyetini tamamen gizleyenler hariç, devletten yararlanmak için devlette kadrolaşan bütün cemaatlerin bütün mensupları bunu göz göre göre ve göstere göstere yaptılar. Bu bir “al gülüm, ver gülüm” rüşvetçiliğiydi. (Üstelik bu yanlış başka cemaatler yönünden tam gaz sürüyor deniyor. Bu da ayrı mesele.).

“Şimdi ise artık tamamen temizlenme döneminin içindeyiz. Yargı ile birlikte hukukun kuralları neyi gerektiriyorsa bunu sonuna kadar yapıp yolumuza devam edeceğiz. Devlet mekanizmasını bunlardan arındıracağız. Bu arındırma, temizleme olmadan devlet mekanizmamız rahat çalışamayacaktır.”

Bu cümledeki “yargı ile birlikte” ve “hukuk kuralları neyi gerektiriyorsa” kısmını şimdilik geçelim. OHAL kalktıktan ve yargı işlemeye başladıktan sonra ancak konuşabiliriz. 

Bu cümlelerdeki hedef ve ideal “şeklen” iyi. Ama ya icraat ve akıbet? 

Gerçekten, haklı ya da haksız yollarla ama bir şekilde elde ettikleri devlet kuvvetini kendi dinî ya da dünyevî cemaat/grup menfaatleri için kullananlar devlete güveni sarstılar ve sarsıyorlar. Hele yargıda! 

Ama bunu engellemenin yolu nedir? Acaba hukukun dışına çıkarak devleti temizlemek mümkün müdür? Liyakate değil de sadakate değer vermek, “sadıklar cemaati”nin sahte mensuplarının sayısını artırmaktan başka neye yarar? 

Bu toplumun “münafık nifakına” tahammül gücü tükenme noktasına geliyor. Farkında mısınız ey yönetenler?

Bir hatırlatma: İnsanı neredeyse beyaz olmaktan utandıran Amistad isimli meşhur filmde tarihî bir olay anlatılıyor. Kendilerine köle muamelesi yapılan bir grup zenciye haklarının yargı kararıyla verilmesinin Amerikan iç savaşına yol açabileceği “ihtimali” sebebiyle (dikkat edilsin, bu ihtimal gerçekleşmiş) yani kamu yararı ve kamu düzeni gibi maslahatlarla yargıya müdahale ederek önce hakimi değiştiren ve sonra kararı alışılmadık biçimde temyize götüren Amerikan Başkanının erdemli yargı karşısındaki mahcup mağlubiyeti anlatılıyor. 

ABD’yi filmlerde büyüten ve büyük tutan, işte o “iç savaş riskinde bile” hukuktan ayrılmayan devlet anlayışıdır. 

Bizi de hem filmde ve hem de hakikatte büyütecek ve İslam dünyasından bir “Adalet İttifakı” çıkaracak olan sihirli değnek de hukuk devleti ve adaletidir. Yoksa ABD’ye hamasetle laf atıp her gelen lafa kafa tutmak değil! 

Siyasetten değilse de yargıdan ümitliyiz ve bekliyoruz; masumların hayır duası için. Amin.

Okunma Sayısı: 5730
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp

    21.11.2017 15:38:07

    Değerli Hocam, evvela demokratik hukuk devletinin hakiki mânâ , muhteva ve uygulamalarıyla varlığını sorgulamalıyız ki, yazdıklarımız bir mânâ ifade etsin değil mi? Önceki yazınızda "CB kriter belirleyebilir mi?" diye sormuştunuz. Demokratik Hukuk Devletinde bu sorunun cevabı:Belirleyemez! olacaktır. Peki belirliyorsa? Onun da cevabı demek ki o ülkede "Demokratik Hukuk Devlet yoktur!" olacaktır. Hak, hukuk ve adaletin tecellisi için yargının, birincisi; tam ve bağımsız, ikincisi; yargıçların da cesur, âdil ve vicdanı hür ve erdemli olamaları iktiza eder. Ki 18 yy. Almanya'sındaki bir değirmenci kadar bizler de "Ankara'da hâkimler var!" diyebilelim değil mi? Peki diyebiliyor muyuz? Elbette hayır. Hatta toplum olarak "Böyle adâletin..." denilen bir noktadayız. Bir de "Müslümanlık bu ise..." diyenler var ki bu durum öncekinden de vahimdir. Bizler de adil, cesur, hür ve erdemli yargıçların var olduğuna inanıyoruz.

  • Abdullah TUNÇ

    21.11.2017 11:25:08

    Ülkede yargı alanında yapılanları,olup bitenleri aklın, mantığın,vicdanın,hukuk ölçülerinin süzgecinden geçirilerek objektif bir şekilde analatan bir yazı.Mukteza-i hale göre yazılması gerekenleri yazmış.Tebliğ metoduna uygun,ifrat ile tefrite girmeden,ilmi bir şekilde durumu tahlil etmiş.Hukuk kurallarının pek işlemediği bir zaman ve zeminde,böyle ölçülü ikaz ve ihtarların yapılmasının çok büyük bir önemi var. Bu tarz yazılar belkide farzı kifaye noktasında,toplumu sorumluluktan kurtaracaktır.Çünkü haksızlıklar karşısında suskun kalmak bütün toplumu sorumlu duruma düşürür....Rabbim,haksızlıklara karşı toplumda duyarlılığı arttırsın,hakkı,hukuku savunanlara güç ve kuvvet versin,hıfz-u inayetini onlar üzerinden hiç eksik etmesin.Amin..

  • İhsan ERDOĞAN

    21.11.2017 11:01:47

    Tebrikler Ahmet Battal kardeşim. Hukukun üstünlüğünü bu zaman diliminde ancak nur talebelerinin şahs-i manevisinin temerküz etmiş bulunan yeni asya'da haykırılır. sizin haykırdığınız gibi...

  • g@L!p

    21.11.2017 08:55:04

    Ama o siyasilerin, sizin bu uyarilarinizi dikkate alacakları gözleri ve kulakları mühürlü, akılları tutulmuş durumda görünüyor . Mazlum ve Masumlar tüm dualarına AMİN.

  • Yavuz Selim Gürel

    21.11.2017 07:23:02

    Muhakkak birileri açısından bu yazıda bir takım eksikler, yanlışlıklar bulunacaktır fakat benim açımdan bu yazı doğruya en yakın tespitleri barındırıyor. Bu yazı ile tarihe bir not daha düştünüz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı