Doğru İslâmiyeti nasıl yaşarız” sorusuna cevap aramaya devam edelim.
-Dünyayı ve devleti fazla önemsememek lâzım. Devlet elbette önemlidir. Ama ondan önemlisi devlete nasıl ulaşılacağıdır. Devleti elde etmek ya da elde tutmak için dini feda etmemek lâzım.
Ama bu yetmez, devlet için dini alet de etmemek lâzım.
-Özel sektörde de devlette de işi ehline vermek lâzım.
Hepimiz biliriz. Hazreti Peygamber (asm) Mekke-i Mükerremeyi yeniden fethedince Kâbe-i Şerif’i putlardan temizledi ve fakat anahtarını putlara tapmayı sürdürmüş olan kişiye verdi.
Neden? Zira o işinin ehli idi.
“Devlet dindarların elinde olsun” diyen bizimkiler, işi ehline vermek konusunda devleti Kâbe’den daha mı mühim görüyorlar? Gaflet ki ne gaflet!
-Devleti hizmetkâr yapmak lâzım.
Devletin hizmetkârlıkta tarafsız olmasını sağlamak lâzım. Laikliklikse laiklik. Ama insanı samimî mü’min yapan budur.
-Hizmetkârlıkta muhalefete hazır ve hazımkâr olmak lâzım.
Muhalefetini sevmeyen, hele bu zamanda, galiba “adam bile” değildir.
Hazreti Peygamber (asm) bir konuda fikir beyan ettiğinde sahabe ona sordu: “Bu vahiy midir yoksa senin kanaatin midir?”
Yani dedi ki “vahiyse muhalefet edemem. Zira Allah’a muhalefet benim değil şeytanın işi. Ama senin fikrinse müsaade et fikrimi söyleyeyim. Yani izninle sana da muhalefet edebileyim”.
Bu “muhalefetini sevmek” konusu doğru İslâm hususundaki en esaslı meselemizdir. Zira muhalefeti gayrı meşrû ilân eden her iktidar sahibi aslında kendisini–haşa–muhalefet edilmesi caiz olmayan Allah’ın makamında görmektedir desek yeridir.
Yani bu muhalefet meselesi sıradan ve basit bir günlük siyaset meselesi değil. Doğrudan ve esastan bir iman ve itikat meselesidir.
Bunu okuyan dostlarımız bize kızabilirler. Ama bilsinler ki kızmakla yetinmeyip de fikirlerimize karşı fikirlerini söyleyebilirlerse biz de okur/dinler ve kendimize çekidüzen veririz.
Böylece anlarlar ki yazdıklarımızın arkasındayız. Söylediklerimizi yaşamaya çalışıyoruz.