Memlekette, adalet isteyenleri “siyaset yapmak”la suçlayan ciddî ve etkili bir kesim var. (Sanki siyaset yapmak suçmuş gibi. Ya da siyasetçiden adalet istemek ve yöneticiyi adil olmaya teşvik etmek kabahatmiş gibi.).
Hatta bazıları, adalet isteyenleri, -ne demekse- “muhalefet yapmak”la itham ediyorlar. (Halbuki muhalefet yapmak da suç değil ve olamaz.).
Bazıları ise sistematik zulmü görüp itiraz eden ve devletten adalet isteyen insanları doğrudan anarşist ve devlet düşmanı olmakla itham ediyorlar. (Oysa bu ithamların mazide kaldığını sanıyorduk!).
Yine bazıları, adalet isteyenleri “...öcü” olmakla itham edip aba altından -ve hatta açıktan- sopa gösteriyorlar.
Özetle bu kafadakiler, milletin neredeyse yüzde ellilik kesiminin gördüğünü görmezden geliyor.
İşte bunlar “adaletsizlik ve zulüm yok” diyorlar. Hükümete hüsnüzanda bulunuyorlar. Bu hüsnüzanları dolayısıyla devlete ve yargıya da gereğinden fazla hüsnüzan ediyorlar.
“Zulmü biz de kabul ederiz, ama siz abartıyorsunuz” deseler belki anlaşacağız. Ama öyle değil. “Biz zulüm görmüyoruz, demek ki zulüm yok” diyorlar. Oysa bilmiyorlar ki usûl-ü ispatta, “ben görmüyorum” ile “gerçekte yok” arasında dağlar kadar fark var.
Dolayısıyla halkın bu yarısı ipnotize edilerek uyutulmuş halde. Uyandırmak lâzım.
Bu naimleri; dürterek, sarsarak, çimdikleyerek, hatta su dökerek uyandırmak lazım ki o doğru olduğunu umdukları dünya cenneti Türkiye, sadece onların rüyalarında değil gerçekte de –birazcık da olsa- var olsun.
Bu yazı bunun için...
Bazıları sistematik zulmün varlığını kabul ediyor, “adaletsizlik var, ama başka çaresi yok, kabahat hükümetin/devletin değil, kabahat yine o zulme uğrayanların” diyorlar.
Ne saçma bir savunma ve ne çelişkili bir tevil, değil mi?
Mazlûmun zulme uğradığını kabul edeceksiniz, ama onu kabahatli görmeye devam edeceksiniz. Halbuki çektiği ceza onun kabahatinin karşılığı ise masum değildir. Masum ise “kabahat onun” demeyeceksiniz.
Bazıları kendilerince ortayı buluyorlar: “Kimsenin kabahati yok, ama devletin de başka çaresi yok!” Oysa böyle düşünmek, en hafifinden zalime devlet kılıfı giydirmektir.
Bir de bazıları var ki zulmü ve adaletsizliği tevil ediyorlar.
Bir hukukçu ile sohbet ettik. Yapılanları görmezden gelerek savunmaya çalışırken diğer yandan da aynen şunları söyledi:
“Bu olaylar annesinin karnındaki bebeği çıkarması gerektiğine ve bunu ancak annesinin karnını keserek yapabileceğine inandırılmış bir çocuğun elindeki bıçağın annesi tarafından elinden alınmasına benziyor.”
Ne kadar masum bir örnek, değil mi?
İşte bazıları kendilerini böyle kandırıyorlar.
Tutuklu elli küsur bin kişinin tahminen üç-beş bini darbecilikten yargılanıyor. Varsayalım ki bunların tamamı suçlu olsun.
Kalan kırk beş bin kişinin önemli kısmının, “tabanı diyanet” denilen yapının tabanı durumunda olduğu açık. Bunlara ne diyeceksiniz?
Annesini kesme riski var diyerek elinden bıçağı aldığınız çocukları bir de tutup hapse atmak hangi adalet kitabında var?
Ceza ehliyetine sahip olmayan kandırılmış insanları hapsederseniz bu başka bir zulümdür.
Nodula, üvendireye gerek kalmadan uyanın ve uyandırın ey ihvan-i vatan ve ey muhibbân-ı hukuk! Biz sizi medeni biliyoruz.