Kim bunlar diye düşünmenize gerek kalmamıştır. Hemen anladınız. Bankalar.
Elbette bilhassa faizli bankalar.
İşin güvenle ilgisi şu:
Paramızı bankaya “yatırıyoruz” ve biz bankaya güveniyoruz. Hatta paramız TMSF sigorta limitinin altında ise sadece bankaya değil bankacılık sistemine ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu işleten devlete itimat ediyoruz. (Burada bir problem görünmüyor.)
Bankanın bir kişiye kredi vermesi o kişiye limit kadar para için güvendiği anlamına geliyor. (Teminat olarak ipotek ya da kefalet alırsa aslında güvenmediğini de anlıyoruz. Ama problem etmiyoruz.).
Bilhassa bir bankanın bir kişiye kredi kartı kullandırması bankanın ve dolayısıyla bankacılık sisteminin o kişiye itimat ettiği anlamına geliyor. (Burada da problem yok gibi görünüyor).
Ama bu itimat aynı zamanda bir itibar vesilesi. (Ki muteberlik de mutemetlik de bugünkü dilde “güvenilirlik” ile karşılanıyor. Bu da lisanın yetersizliği ve ayrı mesele.).
Bu aynı zamanda, bankaları, bir tür saatli bomba ya da serseri mayın gibi kurup, itimat ve itibar piyasasının merkezine yerleştiriyor.
Bankadan kredi kullanabilen ve bankadan kredi kartı kullanan kişiler arkadaşlarından ve akrabalarından ödünç istemiyorlar. Zira bankada kredileri var!
Aslında bir problem var ama pek fark edilmiyor: Güven merkezîleşmiş oluyor.
Ama bir gün geliyor ve banka artık güvenmiyor ve ödünç (kredi) vermiyor. Güven sistemi çöküyor.
İşte bu noktaya gelen kişiler eşten dosttan da ödünç isteyemiyorlar. Zira alacakları cevap belli: “Sen de fazla açılmasaydın karrrdeşim.”
İstediklerinde de muhatapları çoğu zaman “param yok” diyor.
Oysa para istenenin cebinde para yok. Bu doğru. Ama güven sömürtgeni bankada parası var yani bankadan alacağı var.
O halde bu “param yok” cevabı aslında yalan.
Cevap en azından “vadesiz hesapta param yok” ya da “sana verecek param yok” gibi manalara geliyor. Yani dolaylı yalan.
Yalanın sebebi çok çeşitli:
-Daha önce başkalarına ödünç vermiş ve isteyince geri alamamış yani güveni kırılmış.
-Ayağını yorganına göre uzatmayı bilemeyen ya da beceremeyen biri ödünç istiyor.
-Alacağı ödünç elzem veya hatta lazım için bile değil.
-İsteyen hasen değil.
Gerekçeler arttırılabilir. Ama netice değişmez.
Netice şu: Güven sömürtgenleri piyasadaki güveni emip sömürüyor. Banka kârı dediğimiz zararsız kâra dönüştürüyor. Geriye posa kalıyor.
Hâlbuki mümin için hayat bir mücadele değil bir yardımlaşma alanıdır.
Hâlbuki mümin için en önemli ibadetlerden biri muhtaç dostuna karz-ı hasen yani “güzel ödünç” vermektir.
Onu güzel yapan, alanın ruh güzelliğidir. İbadet ve yardımlaşma niyetiyle vermeye hazır ve istekli olan samimi mümine dua etmek için ondan ödünç almayı vesile yapmaktır.
Onu güzel yapan, verenin ruh güzelliğidir. Samimi mümine ve muhtaç olduğunda ibadet ve yardımlaşma niyetiyle ve faiz ve benzeri doğrudan bedel ve hatta aracından ve evinden istifade gibi dolaylı bedel dahi almadan vermektir.
Zaten başkalarından aldığınız duanız olmazsa sadece sizin kendinize duanızın Allah katında ne ehemmiyeti var ki?
Bu yazıdan sonra bankayı bırakıp birbirlerinden ödünç isteyecek olanlara da bir tavsiyemiz var.
Temel kaide şudur: Sana yapılmasını istemediğini başkalarına yapma.