“Ben Diyanet İşleri Başkanı olsaydım” başlıklı son yazımızı “Personelime, ‘kaldırın lütfen web sayfamızdan o 28.10.2016 tarihli talihsiz hutbeyi’ derdim” diye bitirdik.
Bazı okuyucularımız, haklı olarak, bu hutbeyi neden gündeme getirdiğimizi sordular. “Ne var bu hutbede” dediler. Cevabı şöyle:
Önce 28.10.2016 tarihli o hutbenin ilgili kısmı:
«««
Hz. Ömer anlatıyor: Bir gün Peygamberimizin (s.a.s) yanında oturuyorduk. Bir adam çıkageldi. …O zat, bir soru daha sordu; “Kıyamet ne zaman kopacak” dedi.
Resul-i Ekrem (s.a.s): “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurdu.
O şahıs aramızdan ayrılıp gidince, Peygamberimiz… “O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi” buyurdu.
Kardeşlerim!
İslam kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu hadis, bize İslam’ın şartlarını, imanın esaslarını, ahlakın ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır.
Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez.
Hassaten Kur’an’ın… tarif ettiği “karmakarışık rüyalar” üzerine asla bir din bina edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilemez. Resûl-i Ekremin (s.a.s) sahih hadisleri dururken rüyalarla iyi kötüye, kötü iyiye dönüştürülemez. Zulüm ve haksızlık rüya üzerine bina edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül dünyaları istismar edilemez.
Aziz Kardeşlerim!
Cebrail’in (a.s)’ “kıyamet ne zaman kopacak” sorusuna Peygamberimizin (s.a.s) verdiği cevap çok manidardır; “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurmuştur. Buna rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile “ben bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak beyhudedir. Bugün birilerinin gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair kıyamet senaryoları üzerinden dini anlamak, dini okumak kabul edilemez.
«««
Bu metinde ne var? Biz hoca değiliz. Ama görüyoruz ki şu var:
“Gayb âlemine dair, Peygamberimizin (s.a.s) bile ‘ben bilmiyorum’ dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak beyhudedir.”
Biz hoca değiliz ama, bu cümle, dolaylı biçimde diyor ki:
Peygamberimizin kıyametin vaktiyle ilgili ve dolayısıyla öncesi ve ahir zaman ile ilgili bilgisi ve dolayısıyla mehdi, deccal, süfyan vb. ile ilgili olarak var denilen hadisleri aslında yoktur.
Yine dolayısıyla diyor ki:
Peygamberimiz dünyanın ve ümmetinin istikbaliyle ilgili haber vermemiştir.
Demiş oluyor ki: Ahir zaman hadisleri uydurmadır.
Daha da önemlisi, demiş oluyor ki: Peygamberin (a.s.m.), gelecekten haber verme nev’inden mu’cizesi de yoktur!
Korktunuz mu? Evet. Bundan bir adım sonrasını yazmaya bizim gücümüz, okumaya da sizin gücünüz yetmez.
İşte bu yüzden, tekrar diyoruz ki: Bu hutbe metni Diyanet İşleri Başkanlığına yakışmıyor. Başka bazı kişilere ya da gruplara yakışabilir, ama Diyanet’e değil. Okuttunuz, yanlış yaptınız; yayınlıyorsunuz, yanlışı sürdürüyorsunuz. Kaldırın bu hutbeyi!
Bu hutbenin neden okunduğunu ve yayınlandığını bilmiyoruz. Ama ışık tutabilecek bir hatıramız var:
Sene 1999. Marmara’yı sallayan büyük depremden sonra, dindar insanlar ve kanaat önderleri, özetle, “devlet başörtüsüne ve dinî hürriyetlere karşı haksızlık ve zulüm yapıyor, bu da Allah’ın gazabını çekiyor, deprem İlâhî bir ikazdır (ya da cezadır), ey siyasetçiler, ey devlet adamları, aklınızı başınıza alınız” dediler.
Bunu diyenlere, emirle dâvâlar açıldı, emirle cezalar verildi.
Ama başka bir şey daha oldu. Başbakanın emriyle bu “yobazlara (!) karşı” emirle hutbe yazdırıldı ve camilerde okutuldu.
O hutbede hocalar özetle dediler ki “Ey cemaat, deprem bir doğa olayıdır, -haşa haşa- Allah bu işlere karışmaz”.
Cumadan sonra “Hocam bu dediklerin onu diyeni dinden çıkarmaz mı?” diye soranlara da “ne yapalım, cemaat içinde (!) ihbarcı zındıklar var, okumasak sürüleceğiz, korkuyoruz, kör olası hanede evlâd u iyal var” dediler.
İşte din ve işte siyaset. İşte alet ve işte alet eden!
Bu arada 02.01.2016 tarihli “Kim korkar müftüden” başlıklı yazımızı da hatırlatalım.
Linki: http://www.yeniasya. com.tr/ahmet-battal/kim-korkar-muftuden_377379