Geçen Pazar günkü yazımızda Diyanet İşleri Başkanlığının Cuma günü hutbe makamında ve hutbe saatinde okuttuğu metni tebrik ve tahlil etmiş ve yazımızı şunlarla bitirmiştik:
“Siyasi farklar ve bilhassa terörist damgasının rastgele kullanılması yüzünden kardeşin kardeşle bağının kesildiğini herkes biliyor. ‘Madem kardeşsiniz, öyleyse dargın kardeşlerinizin arasını düzeltin’ manasındaki ayetlerin emrini bilhassa bu dönemde bu dindarlar arasında kim yerine getirecek? Cami imamlarına ve din görevlilerine cemaati barıştırma vazifesini bu ayetler vermiş. Demek Diyanet İşleri Başkanlığına düşen, cami görevlilerinin bu emrin gereğini yerine getirmesi hususunda takipçi ve projeci olmak.”
Bu proje teklifimize yardımcı olmak üzere 05 Eylül 2015 tarihli yazımızın ilgili kısımlarını paylaşalım:
***
Sosyal organizasyonlarda ve organizmalarda, bir problemin çözümüne yardım edebilecek olan “ilgili”lerin, “bana ne” demekten kaçınması ve o işle, “Hak namına” olmak kaydıyla ilgilenmesi gerekir.
Nitekim Bediüzzaman Birinci İhlâs Risalesinde (Lem’alar, s. 159) şöyle diyor:
“Ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. ‘Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim’ deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir.”
Bu cümleden çıkan mânâlar şunlar olabilir:
-Yüzlerce âyet ve hadis-i şerif uhuvvet ve muhabbeti emrediyor (tavsiye değil emir!).
-Mü’minler arasındaki uhuvvet ve muhabbeti bozan ihtilâfları gidermeye çalışmak en birinci ve en mühim görevimizdir. Manevî bir cihaddır.
-Bu görev uhrevîdir (ahiretimize ait), yani ibadet nev’îndendir.
-Bu görev için ayrılacak vakitler zikir ve tefekkür gibi şahsî ibadetlerden çok kıymetlidir.
-Bu görevi önemsiz görüp geri çekilerek zikir ve fikir gibi şahsî ibadete yönelmek, ittifakı zayıflaştırır. Dolayısıyla İslâm’ın sosyal hayatına da zarar verir.
O halde mü’minler arası bir ihtilâfı gidermek hususunda ilgili, bilgili ve faydalı olabilecek olan kişilerin “bana ne” demesi caiz değildir.
Zaten uhuvveti emreden en mühim âyet de (Hucûrat, 10) “bana ne” demeyi yasaklıyor ve birbiriyle arası bozuk olan mü’minlerin varlığını bilen herkese, “araya girmeyi” ve sulhu temin etmeye çalışmayı emrediyor.
Bu emir herkesedir. Yeter ki emri ifa edebilecek kudreti ve imkânı bulunsun.
Bu emre muhatap olanın, sulh gayretini bir kenara bırakarak başka işe ve bilhassa nafile nev’înden şahsî ibadetine öncelik verme hakkı yoktur.
Bu zaman, bütün İslâm dünyası açısından, bu âyetin hükmüne râm olma zamanıdır.
Hem de en dar daireden (meselâ aileden ve komşulardan) en geniş daireye (meselâ cemaatlere, devletlere, kültürlere ve mezheplere) kadar.
Yine Bediüzzaman’a ait olan “ittihad-ı İslâm bu zamanın en mühim farz vazifesidir” hükmünün mânâsı da budur.
İsterseniz bir hocaya sorun: Dargın mü’minler arasında kılınan namazın hükmü ve kıymeti nedir?!