Bir meşverete din ve ahiret hukuku namına katılan kişiler şahsî hakkını değil vazifesini ifa etmek için oradadır. Zira bu meşverete katılan kişilerin maksadı, paylaşıldıkça azalan dünyevî hakları korumak değil, el uzattıkça çoğalan uhrevî neticeleri arttırmaya gayret etmektir.
“Meşveret. On akılla düşünmek” başlıklı son yazımızı şu cümlelerle bitirdik: “On akılla düşünmek ancak meşveretle olur. Zira meşveret ortak aklı ortaya çıkarır. O halde ihlâs nasıl bir emir ise meşveret ve karara riayet de öyle bir emir.”
İstanbul’dan bir okuyucumuz şunları yazmış:
“Meşveret kararlarının bağlayıcılığı, kararlara uymanın gerekliliği ve önemi gibi konuları da işlemeniz gerektiğini düşünüyorum. Her kararın, içine sindiremeyeni elbette ki olur. Meşveretin hakkı, meşveret mahallinin dışında karara uymayı ve susmayı gerektirir diye düşünüyorum.”
Okuyucumuza tavsiyeleri ve düşünceleri için teşekkür ediyoruz. Düşündüğümüzü yazalım ki meşveret olsun. (Ama öncelikle bilinmeli ki maksadımız herhangi bir somut olay hakkında şu ya da bu yönde bir yorum yapmak ya da yapanlara destek olmak değil.)
Acaba bazı kararları içine sindiremeyenlerin her meşverette bulunabileceği varsayımı doğru mu?
Kanaatimizce, bu duygu, hak temelli meşveretlerde normal de olsa vazife temelli meşveretlerde normal değil.
Zira şahsî bir hakkını aramak ve almak için iştirak ettiği dünyevî bir meşverette “umduğu” neticeyi “elde” edemeyenin bir “iç”i vardır ve bir de “el”i vardır. Elindeki içindekini karşılamamaktadır. Karar bu yüzden içine sinmemiştir. Olabilir der, geçeriz.
Oysa bir meşverete din ve ahiret hukuku namına katılan kişiler şahsî hakkını değil vazifesini ifa etmek için oradadır. Zira bu meşverete katılan kişilerin maksadı, paylaşıldıkça azalan dünyevî hakları korumak değil, el uzattıkça çoğalan uhrevî neticeleri arttırmaya gayret etmektir.
Böyle bir mukaddes meşverette “umduğunu” bulamayan, bulduğunu mu eleştirir yoksa şahsî umudunu mu kırıp atar? Elbette ikincisini yapmalı.
O halde vazife temelli meşverette kararı içine sindiremeyen dönüp kendi içine bakmalı. Nefsini teşhis etmeli.
Meşveretin kararına herkes uymalı, tamam. Zira aksi halde vahid-i sahih ve “uygun adım marş” sağlanamaz.
Peki uhrevî bir meşveretin bir kararını uygun bulmayan ne yapabilir?
Kararı uygun bulmayan pes etmek mecburiyetinde değil. Zira hak değil vazife peşinde.
Elbette konuyu sonraki meşverette yeniden gündeme getirebilir. Zira Allah bize meşveretin kararını değil kendisini emrediyor! Yani meşveretin kararı Allah’ın emri değildir ki değişmez olsun.
Zira mantık kuralıdır: Karar veren ya da kural koyan kişi ya da heyet, bunları değiştirme yetkisine de sahiptir.
Kararı uygun bulmayan elbette kendisi gibi düşünenlerin sayısını arttırmak için bilgilendirme de yapabilir. Bu faaliyeti illa sadece şu ya da bu ortamda yapacak diye bir mecburiyet koymak anlamlı olmadığı gibi gerekli de değildir. Bu faaliyeti her halükârda “kulis” diyerek yaftalamak da doğru değildir.
Kararı uygun bulmayan, muhalefetini hakka hizmet ve vazife şuuruyla, iyi üslûpla ve doğru usûlle, iyi niyetle ve “ehakkı bulmak” maksadıyla yaparsa bu neden kötü olsun ki?
Zira, bir kişinin kerih hallerinin meşverette konuşulması gıybet sayılmaz ve caizdir.
Bir kişinin ya da bir meşveret grubunun “fikrinin ya da kararının gıybeti” ise her yerde caizdir.
Zira fikir fikirdir. Bir fikrin sahibi olan kişi ya da grup o fikrin kendi gıyabında konuşulduğunu duyunca kerih görmez. Fikrine değer verildiği için ancak memnun olur.
Fikrî azınlıkta kalana “artık sus” demek hırçınlıktır. Hırçınlık “ben seni yendim, artık pes et” ile başlar, bir adım sonra “biz”e dönüşür.
“Meşveret hakkım değil vazifemdir” diyen, hırçın olabilir mi? Hayır.
Bencil ya da bizcil olabilir mi? Asla!
Başkasının kalıbına bakabiliriz. Ama kendimizin kalbine bakalım.