İyi ki bu düdüklü günleri görmedin.
Görseydin fıkralara konu olacak o güzel espriyi yapamazdın.
Onun yerine şunları yazardın:
***
Düdüğü mü çaldınız!
Yok, hayır.
Düdüğümüzü çaldınız.
Çaldınız da ne oldu?
Kırdınız…
Şimdi çaldığınız düdük kimin?
Kimin düdüğünü çalıyorsunuz?
Parayı verenin düdüğünü çalan, bir gün o para verenin kalan parasını da çalar!
***
Evet Hocam, haklısınız.
Bu gün bu şiiriniz tam yerindedir.
Bildiklerini yazamayan yazarlarımız hep vardı.
İnanmadığını yazan yazarlarımız da.
Ama galiba mütarekeden bu yana sayıları hiç bu kadar artmamıştı.
Besleme basın hayli beslendi Hocam…
Hem de sizin mayaladığınız göldeki al yoğurtla!
O Akşehir ki artık gölleri kan kırmızı.
Ak pak yazarlarımız ak sayfalara al mürekkeple yazıyor yazıyı.
Kırmızı rüya gördünüz mü Hocam siz de?
Rüyadır tabir gerektir!
Kimileri parayı para olarak vermiyor Hocam.
Alan da para aldım demiyor zaten.
Kimileri paraya para demiyor be Hocam.
O parayı alan da para etmiyor ya neyse…
Paranın önü sandık sandık, ardı pare pare,
Düdük de düdük olsa!
Oy anam oy.
Hocam sen hiç dost sandığından taş yedin mi kafana?
Bizim sandıklarımızın tabelâsını kimin astığını gördün mü hocam? Rüyadır hani…
Mahkûmların yakasına asılanlardaki numaraları da gör be hocam,
Haydi kalk artık. Gülüvermekler zamanıdır.
Şimdi senin de bir reyin var. İkiye katlanan, yarıya bölünen cinsten.
Biz şaşırdık zira.
Tetik başkasının elinde ve bir vücudun azaları değilmişiz.
Dilimizi çözelim mi?
Çıkaralım mı baklaları.
Ya baklava yiyorlarsa?
Yine de mi?
Çıkar, çıkar evlâdım, yoksa çıkar, aheste aheste.
Zira bir ilâhî terennümdür bu beste…