Cumartesi günkü Yeni Asya’da manşetten okudunuz.
Abdullah Gül 22. Avrasya Ekonomi Zirvesinde konuşmuş. Haberin bir kısmı şöyle:
Konuşmasında popülizmin bütün dünyada güncel olduğu kadar, kaygı veren bir konu olduğunu belirten Abdullah Gül, popülizmin gelişirken sadece liberal demokrasiyi geriletmediğini, aynı zamanda demokrasinin temel ilkelerini ve niteliklerini de çok zayıflattığını söyledi.
Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından demokrasi ve özgürlüklerin çok geniş bir alanda yayılmaya başladığını, temel hak ve özgürlüklerden daha fazla insanın yararlanmaya başladığını vurgulayan Gül, yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılında işlerin geri gitmeye başladığını ifade etti.
Tarihin en kötü popülizminin İkinci Dünya Harbinden önce yaşandığını ve bunun çok büyük acılara yol açtığını anımsatan Gül, şunları söyledi:
“Bugün gördüğümüz popülizm, otoriter yönetim şeklinde ortaya çıkıyor… Popülist tarzlar, muhalefetteyken söylem seviyesinde kalır… Ama iktidar-dakiler popülizm yaparsa çok daha tehlikeli olur. Çünkü söylemle uygulama birleştiği anda bunun neticeleri gerçekten büyük sıkıntılar getirir ve toplumlara çok büyük zararlar verir.”
“Popülizm, en çok demokrasinin temel niteliklerini hedef alıyor, onu çürütüyor” diyen Gül, “Adaletin, tarafsız ve bağımsız bir şekilde dağıtılmasını, kamudaki şeffaflığı, hesap verebilirliği, hür basını; bütün bunları hedef alıyorlar. Bütün bunlar, popülizmin ilerlediği ülkelerde geriliyor. Bunları her kıtada görebiliyoruz.” dedi.
Bütün kusurlarına rağmen demokrasinin mükem-melleştirilmesi gerektiğinin altını çizen Abdullah Gül, “Gelirlerdeki adaletsizlikleri gidermek lazım. Bunu gidermenin yolu hiçbir zaman popülizm değil, demokratik değerleri, insan haklarını, hukukun üstünlüğü gibi temel evrensel kriterleri her ülkede güçlendirmekten geçer.”
***
Bu itiraf cümlelerini söylerken Abdullah Gül’ün aklından hangi ülkeler ve “popüler liderler” geçi-yordu, doğrusu merak ediyoruz.
Ama bir basit örnek verelim.
AKMHP Cumhurbaşkanı Erdoğan Kartal’da çöken binada vefat edenlerin cenaze namazında şöyle söylemiş: “Bu bina enkazının altında kalmak suretiyle şehadete ulaşan meyyit ve meyyiteler Allah’tan rahmet diliyorum. Rabbim taksiratlarını hasenata tedbil etsin, cennetiyle, cemaliyle müşerref kılsın.”
Biz de diyelim amin. Ama şunu da soralım: Kimin öldürdüğüne şehit denir? Şehidi öldürene ne denir? Şehidin ölmesine sebep olana ne denir? Hükümetin başının şehit dediği kişinin yakınlarının şehitlik maaşı isteme hakkı var mıdır? Diğer bir örnek:
Geçen gün AKMHP Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında şunları söylemişti: “İş Bankası Allah’ın izniyle Hazinenin malı olacaktır. Bu parlamento, bu tarihî kararı da Allah’ın izniyle alacaktır. Milletin Hazinesine İş Bankası devredilecektir, buna inanıyorum. Niye? Milletin malı, Hazinenin malı. Oraya gidecektir. CHP oradan para almıyormuş. Dört üyen oranın yönetiminde. O yönetimde onlar ne iş yapıyor? Sadece ellerini mi kaldırıp indiriyorlar? Biz hepsini biliyoruz ve onun için buradaki o tarihi yanlışı da yapılacak tüm yolsuzlukların önünü de biz keseceğiz.”
Bu cümlelerdeki diğer hususlarla biz şimdilik ilgilenmeyelim ve şimdi sadece şunu soralım: Türkiye’deki faizli bankacılık sisteminin atası sayılabilecek bir faizli bankanın CHP’nin elindeki bir kısım hisselerinin kanunla Hazine’ye devredilmesi neden “Allah’ın izniyle” olur?
Bu soruya “bu nasıl soru, yoksa sen Allah’ın izni olmadan hiçbir şeyin olmayacağına inanmıyor musun” diyerek itiraz edecek olanlar, popülizmi Abdullah Gül’den yeniden okusunlar yeterterterter!
Bizim sorumuz diğerlerinenenene…