"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyasetçiye adalet mektubu (4)

Ahmet BATTAL
14 Şubat 2017, Salı
Bediüzzaman’ın 1953’te Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı mektubu nakledip incelemeye devam edelim. (İtalik yazılar ana metin olup altındaki izahlar bize aittir).

Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.

Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, “ve lâ teziru vâziretun vizra uhra” âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” 

Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. 

Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.

Önceki yazılarımızda incelediğimiz yukarıdaki kısmı özetleyecek olursak; 

Siyasi tarafgirliklerin de neticesi olarak, toptancılık yapmak ve suçluyu cezalandırmakla yetinmeyip çeşitli bahanelerle suçsuza da ceza vermek, “adalet edeyim derken zulmetmek”tir. 

Bu durum genelleşirse siyasi kan davasına dönüşür ve toplumsal dokuyu bozar. Bu da dış güçlerin parmak karıştırmalarına zemin hazırlamaktır ve tehlikeli bir gidiştir. 

Bu tehlike önlenmelidir. Ama nasıl? Cevabı okuyalım.

Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.

Bir ön bilgi: Bediüzzaman’ın Menderes’e bu tavsiyesinde yer alan “kuvvet” elbette yasaması, yürütmesi ve yargısıyla “devlet kuvveti”dir. Ama kanaatimizce bu paragraftaki tavsiyeler, dördüncü kuvvet de denilen basın ve diğer siyasi kuvvet merkezleri için de geçerlidir. 

Tavsiye iki yönlüdür:

Birincisi, din kardeşliği ve İslamiyet milliyetini toplumun kaynaştırıcı harcı olarak kullanmak. 

Bu tavsiye adaletle hükmedebilmek için milliyetçilikten kaçınmak gerektiğini anlatıyor. Kaçınılması gereken milliyetçilik ırk esasına dayalı olabileceği gibi din ya da mezhep milliyetçiliği de olabilir. Hatta cemaat ve tarikat milliyetçiliğinden dahi söz etmek mümkündür. 

Hepsinin ortak özelliği “başkasını yutmakla” besleniyor olmasıdır. Ya da “bendensen iyisin, hasmımsan kötüsün” menfi siyasetine dayanıyor olmasıdır.  

Bugünlerde de olduğu üzere, Menderes iktidarında ve bilhassa son dönemlerinde çok ciddi bir milliyetçilik ve husumet dalgası tüm topluma yayılmış idi. 

Menderes’in meşhur “bana ‘sâbık başbakan’ dedirtemeyecekler” sözüyle ifade ettiği, “ne olursa olsun iktidarda kalabilme arzusu” da buna eklendiğinde maalesef ciddi hatalar yapılıyordu. 

İşte Bediüzzaman, Menderes’i, bu hataların daha başlangıcında iken uyarmış ve birleştirici bir unsuru olan “din kardeşliği” üzerinden gitmesini tavsiye etmişti.

İkinci tavsiye de, devletin, en esaslı adalet prensibi ve hedefi olan “masumları himaye” vazifesini hakkıyla ifa edebilmesi için, Kur’an’da beş ayrı ayetle emredilmiş olan “suçun ve cezanın şahsiliği prensibi”ni uygulaması gerektiğidir.  

Mektubun devamından, “suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi”nin, aynı zamanda kamu düzeninin kurulması ve korunması için de zaruri olduğunu anlıyoruz:

Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.

Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım -tâ ki mâsum çıkıncaya kadar. 

İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur. 

Ayrıca bu paragraflardan anlıyoruz ki masumu korumayan –güya- adalet, aslında adalet değil zulümdür. Bu zulüm “kamu düzenini korumak” adına da yapılsa, aslında, tam aksine asayişi ihlal eder. Üstelik bu zulüm yaygınlaşırsa o toplumun üzerine Allah’ın gazabı gelir. 

Adaletin suçluya ceza vermekten önce masumun hayatını ve hakkını korumakla ilgili olduğunu gösteren ve Risalelerde çeşitli yerlerde aktarılan bu meşhur rehine örneğinden de yola çıkarak, adalet-i mahzayı anlatabilmek amacıyla, yıllardır, hukuk derslerimizde bir anket yapageldik. 

Ve maalesef, her ne olursa olsun suçluyu cezalandırma ve bu sırada gerekiyorsa masumu feda etme anlayışının, üniversite öğrencileri arasında (ve dolayısıyla toplumda) çok yaygın olduğunu gözlemledik. 

Bu yanlış fikir, elbette, “suçluyu cezasız bırakmamak” ya da “kamu düzeninin ileride yeni suçlarla bozulmasını şimdiden engelleyebilmek” gibi görünüşte masum gerekçelerle savunuluyordu.  

Öğrencilerimiz de hatırlayacak ve teyit edeceklerdir, “gemideki masum rehineyi feda etmem” diyenlerin oranı, maalesef hiçbir zaman yüzde elliye ulaşamadı. 

Daha da ilginci, bu vahim oran, milliyetçilik ve devletçilik duygularının diziler ve iç/dış siyasi manipülasyonlar eliyle güçlendirildiği dönemlerde, AB üyeliği gibi demokratik dönüşüm süreçlerinin geliştiği dönemlere nazaran daha da yüksek çıkmaktaydı. 

Buradan da anlıyoruz ki, çok masum bir duygu olan “toplumsal/tarihî kahramanlık” hisleri ve belki doğru bir duruma dair olan “ulusal yalnızlık/kuşatılmışlık” duyguları bile insan haklarının ve adaletin ve dolayısıyla toplumsal dokunun tahripçi düşmanı olarak kullanılıyor!

Demek, adalete ilişkin bu mesele de yine dönüp dolaşıp, gelip, demokratikleşmeye dayanıyor. 

Menderes döneminde de öyleymiş. Şimdi de…

Okunma Sayısı: 3364
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Alpaslan

    14.2.2017 18:31:34

    Benim ve ailemin çektiği bu zulmü Allah biliyor. Ama elbette cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil.

  • Garib Doğu

    14.2.2017 12:38:06

    İçtima-i ve siyasi meseleleri,Risale-i Nurun esas kaide ve prensiplerine,meslek ve meşrebine göre,doğru olarak anlamadıktan sonra, başka cereyanların etkisiyle isteyen istediği gibi yorumlar yapabiliyor,hükümler çıkarabiliyor. Bunu medyadaki yazılardan,yorumlardan açıkça görüyoruz.Ve hayret verici cerbezeler yapılıyor.Buda akıl kuvvetinin ifrat mertebesi olup, istikametin kayboluş halidir. sosyal medyada,Risalae-i Nur adına ve Risale-i Nur ile zerre kadar alakası olmayan görüşler,yorumlar,bakış açılarını görebiliyoruz.Üstadımız,Kastamonu lahikasında,şartlar ne kadar ağır olursa olsun,Risale-i Nurun gözüyle bakmak gerekiyor diyor.İçtima-i ve siyasi hadiselere bu gözle bakmak ve yorumlamak durumundayız. Bu kolay mı dır,elbette değil. Her fert bunu yapabilir mi,elbetteki hayır. Kollektif bir akıl ve şura gerekiyor.Meşveret heyetleri derin ve detaylı bir tetkikat ile Risale-i Nur'un temel bakış açıları istikametinde yorumlar yapar,hükümler çıkarırlar.

  • timur

    14.2.2017 09:59:44

    tarih tekerrürden ibarettir diye boşuna dememişler. kaleminize sağlık.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı