Perşembe ve cumartesi günkü “… hayalî hasbihal” başlıklı yazı serimize muhalif siyasetçi ile yaptığımız hayalî hasbihalle devam edelim:
S: “…öcü” damgasının doğru ellerde ve doğru kişiler için kullanıldığını ve “…öcü” yargılamalarının doğru ve adil bir zeminde yürüdüğünü düşünüyor musunuz?
C: Muhalif olup da bunu düşünecek bir tek akıllı insan yoktur. Bu konuda iktidarın borusunu öttüren veya iktidar ne derse kayıtsız şartsız tabi olan kişilere muhalif değil muvafık demek gerektir. Zira bu konu bir tür turnusol kâğıdıdır. Öyle ya; bir zamanlar devlet ve dolayısıyla halk nezdinde ‘en makbul cemaat’ sayılırken her ne olduysa bir noktadan sonra en muhalif cemaat yaftasıyla ve sonra da “cemaat eşittir terör örgütü” toptancılığıyla “en terörist cemaat” olan bir yapıdan söz ediyoruz. Biz AKP’nin memleketi birçok konuda ve bilhassa adalet ve hürriyet konusunda geriye götürdüğünü her zaman söylüyoruz. Bunun en önemli delillerinden biri de bu konudaki yargılamalar. Bilhassa TBMM’de kurulmuş olan 15 Temmuz Araştırma Komisyonu’nun aktif ve verimli bir şekilde çalışmasının AKP ve MHP çoğunluğu tarafından engellenmiş olması şüphelerimizi arttırıyor.
S: Muhalefet bu konuyu işlemenin hakkını veriyor mu?
C: Maalesef hayır. Bu yargılamalarda istisna ya da adlî hata denilmeyecek türden yanlışların olduğunu ve çok sayıda kişinin mağdur edildiğini biz de biliyoruz. Ama bunları dile getirmenin kendi içinde zorlukları var. Öncelikle biz de o damgayı yemekten korkuyoruz. Zira biliyoruz ki o damgayı yiyen siyasetçi, seçmen nazarında kolaylıkla aklanamaz ve dolayısıyla da seçmenden oy isteyemez. İstese de alamaz.
S: Seçmenin bu sığ tavrının sebebi nedir?
C. Elbette medyadır. Yani medyanın büyük çoğunluğunun iktidarın kirli dilini kullanması ve hatta bu amaç uğrunda her muhalifi “…öcü” şeklinde yaftalamaktan kaçınmamasıdır.
S: Siyasetçiler olarak sizin bu konuda ve her konuda toplumun önünde ve ona yol gösterici olmanız gerekmez mi?
C: Evet, elbette gerekir ama mahalle baskısı denilen şey bizi de etkiliyor. Mesela camide hoca Cuma hutbesi saatinde hutbe makamında verdiği vaazında “cumaya gelin ve hutbeyi de ciddi dinleyin ey cemaat” dediğinde eminiz ki çok kişi ayağa kalkıp “tamam da sen de Diyanet İşleri Başkanlığının resmî emrine uyma ve hutbede parti siyaseti yapma, 15 Temmuz’u siyasetine alet edenlere prim verme” demek istiyor ama hiçbiri bunu yapmıyor. Zira “camidekiler bu çıkışıma ne derler” fikri baskın geliyor. Buna “kınayanın kınanması” riski deniyor.
S: Bu cevabınızdan, bu konuda yakın vadede ümitli olmamız için bir sebep olmadığını mı anlayacağız? Haydi ümidi hallettik. Ya diğerleri? Sizin gibi muhalif siyasetçiler daha net ve cesur ses vermeli ki toplum da bu meselede onların ardından gitsin. Ne dersiniz?
C: Bu konuda haklısınız. Daha cesur olmalıydık ve olmalıyız.
S: O halde bu sohbetimizi adınızı ve hangi muhalif siyasi partinin üyesi olduğunuzu da bildirerek yayınlayabilir miyim?
C: İsterseniz bu yayın işini sonraya bırakalım. Çünkü çevremize derdimizi anlatmakta zorlanırız. Biz sizin gibi değiliz!
Ve iç ses: Siz kendiniz olun yeter. Gazetecilik de dokunulmazlık da sizde.