Beştepe’deki Külliye için “bu bir israftır” diyenlere cevaben 2017’de yapılan açıklama şöyleydi:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en yüksek temsil makamı, dolayısıyla ülkemizin vitrini olan Cumhurbaşkanlığı nezdindeki faaliyetlerin ‘itibardan tasarruf olmaz’ anlayışı ile ülkemizin vakarına yaraşır şekilde yürütülme mecburiyeti vardır.”
Bu aslında Türkiye’nin yurt dışına karşı itibarını koruması için gösterişli binalara ihtiyacı olduğu fikrine bağlı bir imaj tasavvuru itirafı idi.
O gösterişli binalar, yakınından geçen cebi delik sıradan vatandaşlara gerçekten bir güç ve güven duygusu veriyor mu bilemiyoruz. Ama yurt dışından bakanlara ve gelen resmî misafirlere Türkiye’nin itibarını göstermesi beklenen bu binaların galiba bu açıdan hiçbir faydası olmadı.
Aksine o yıllardan bu yana yurt dışındaki itibarımız her geçen gün kötüye gidiyor. Hem de dünyanın dört bir tarafında…
İki hafta önce Amerikan Temsilciler Meclisi Sözcüsü Nancy Pelosi Trump’ı demokrat olmaya dâvet ederken şöyle söylemişti:
“Kime hayranlık duyduğunu biliyoruz. Putin’e, Kim Jong’a, Erdoğan’a... Türkiye’de değilsiniz, Kuzey Kore’de değilsiniz. Rusya’da ve Suudi Arabistan’da da değilsiniz. Sayın Başkan Amerika Birleşik Devletleri’ndesiniz ve burası bir demokrasi ülkesidir. Neden ABD Anayasası’na göre ettiğiniz yemine bağlı kalmaya çalışmıyorsunuz?”
Dikkat edilirse bu konuşma Türkiye hakkında bile değil. Türkiye; Kuzey Kore, Çin, Rusya ve Suudi Arabistan ile aynı karede görünüyor ve gösteriliyor. Utanç verici bu sözler dışarıdan nasıl göründüğümüzü net şekilde gösteriyor.
Cevabını Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu “millî irade hamase”tiyle kendince şöyle vermişti: “İbretlik cehaletiyle @SpeakerPelosi’nin ABD Temsilciler Meclisi Başkanlığı’na kadar yükselmesi esas Amerikan demokrasisi adına kaygı vericidir. Türk Milleti’nin iradesine saygı duymayı öğreneceksiniz.”
Bu cevabın itibar meselesinde hiçbir işe yaramadığı açık. Ligimiz belli maalesef.
Nitekim dahil olmaya çalıştığımız Hür Dünya Ligi’nin asıl temsilcisi AB’nin önceki günkü Liderler Zirvesi sonrasında konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Türkiye’ye yaptırım seçeneklerinin masada olduğundan bahsedip şunları söylemiş:
“Türkiye ile olumlu ve yapıcı bir ilişki kurmak istiyoruz. Bunun Ankara’nın da çıkarına olduğuna inanıyoruz. Ancak provokasyonlar ve baskılar durduğunda bu gerçekleşebilir. Bu yüzden Türkiye’nin tek taraflı eylemlerden vazgeçmesini bekliyoruz. Bu hareketlerin Ankara tarafından tekrarlanması halinde AB tüm mevcut araçları ve seçenekleri kullanacaktır.”
Ardından AB Konseyi Başkanı Charles Michel de zirveden sonraki iki haftanın Türkiye için kritik önem taşıdığını ve Türkiye meselesinin Aralık ayındaki zirvede yeniden gündeme geleceğini anlatıp şunları söylemiş:
“Çift stratejimiz var. Siyasî diyaloğa bir şans tanımak istiyoruz. Diğer taraftan da değerlerimiz ve Yunanistan’la Kıbrıs’a destek konusundaki kararlılığımızı ifade ettik. Eğer Türkiye bizimle daha olumlu bir gündeme girmek istiyorsa, biz de Türkiye’yle daha olumlu bir gündeme sahip olmaya hazırız.”
Türkiye’de AKMHP iktidarının demokrasi isteyip istemediği artık önemli değil. Zira dışarıda itibarının seviyesi belli. Ama muhalefet gerçekten demokrasi istiyorsa önce AB ile ve Hür Dünya ile ilişkiler konusunda yeni bir itibar tasavvuru çizmesi lâzım. Başka konularda farklı düşünebilirler, ama bu konuda net olmalılar ve aynı noktaya parmak basmalılar.