Bir süre önce birileri Risalelerden kendi anladıklarını kaleme alıp yayınladı. Ama yayınlayanlar “Bu da Risale-i Nur’un kendisidir, bunu okuyun” diyerek yayınladı. “Sadeleştirdik” dedi, “daha kolay anlaşılabilir hale getirdik” diye iddia etti.
Yeni Asya itiraz etti:
“Bu yapılan yanlıştır. Sizin anladığınız, sadece sizin anladığınızdır. Yanlış ya da eksik anlamış olabilirsiniz. Doğru ve tam anlamış ama anladığınızı tam ya da doğru anlatamamış da olabilirsiniz. Risalenin metni başka şeydir, sizin anladığınız başka şeydir. O halde onu bunun yerine koymaya kalkmayın” dedi. Dinlemediler, devam ettiler.
Birileri “sahteliği/tahrifatı durdursun” diyerek Devletten yardım istedi. (Varsayalım ki iyiniyetli idiler). Devlet de yardım(!) etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, önce, devleti yardıma çağıranları Risaleler konusunda yetkili ve hatta tek yetkili olarak kabul etti.
Sonra o “tek yetkili”ler(!)in beyanına dayanarak Risalelerin “sadeleştirilmiş” olanını basıp yayanların aslında Risale basmaya yetkili olmadıklarına inandı.
Güya onları engellemek için de bir karar aldı: Farklı formatlarda Risale basan ve yeni baskılar için bandrol isteyen bütün yayınevlerine, “bundan sonra Risale basmak için yetki belgesi” getirin dedi. Güya maksat sadeleştirerek basanları önlemekti. Zira sadeleştirenlerle iktidarın arası bozulmuştu.
Oysa Devletin, kendiliğinden harekete geçme ve bir eser üzerindeki hak sahibinin ya da sahiplerinin yerine geçerek onu re’sen koruma yetkisi yoktu.
Yeni Asya “Yetkili değilsin, konuyu bilmiyorsun, karışma, karıştırma” dedi. Ama Devlet “Yetkiliyim, konuyu da yetkilisinden öğrendim” dedi. İtirazları da dinlemedi.
Korkulan oldu, Risale basanların hiç biri “yetki belgesi” getiremedi. Zira böyle bir belge yoktu. Olması mümkün de değildi.
Kimse bandrol alamadı. Yeni baskıları basamadı. (Halen de basamıyor). Siyasîler kendi bürokratlarının kuyuya attığı taşı çıkarmak için ilgilileri kendi bürokratları ile bir araya getirmek ve çözüm bulmak yerine, konuyu siyasete alet ve malzeme etti.
Hükümet -maalesef- siyaseten kendisine yakın bulduğu bazı yayıncıları toplayıp “madem siz bize destek oluyorsunuz biz de meseleyi sizin lehinize çözeceğiz merak etmeyin” dediler.
Siyasetçiler yalnızca sadeleştirme yapanları dışarıda tutmakla yetinmediler. Risale yayınlama konusunda açık farkla önde olan Yeni Asya’yı da kapsam dışı tuttular. Muhatap dahi almadılar. Zira Yeni Asya’nın siyasî tavrını-öteden beri-beğenmiyorlardı.
Yeni Asya itiraz etti, “Yanlış yapıyorsunuz, Risale Yayıncılarını bu şekilde bölme hakkınız yok, bu işi siyasetinize alet etmeyin” dedi, ama dinlemediler.
Siyasîler amaçlarına uygun çözümü Risaleleri devletleştirmekte buldular. Bakan “taraftar yayıncılar”ı ve kendisince ilgili gördüğü bazı taraftar kişileri topladı. Bazılarını bu çözüme ikna etti.
Yeni Asya itiraz etti. “Risaleler umumun malıdır, sadeleştirmeyi önlemenin doğru yolu bu değil” dedi. Ama yanlışta ısrar ettiler.
Kanun, devletleştirmeye izin vermiyordu. Kanunu da yaptılar. Bakanlar Kurulu’na olağanüstü bir yetki verdiler.
Şimdi top Bakanlar Kurulu’nda. Bir Kararname çıkaracak, “Risaleleri devletleştirdim, yayın yetkisini Diyanet’e ve filancaya verdim” diyecek. Diğer yayınevlerine ve Yeni Asya’ya Risale yayınlama yetkisi vermeyecek. Neden? Ne hakla?
İnşallah yanılıyoruzdur. Endişelerimizde haksız çıkmak ve hatta şaşırmak istiyoruz.
“Bunda ne mahzur var” diyecek olan safdil dostlara da cevabımız şu:
Anonimleşen bir kitabı kimin yayınladığı önemli. Risale yayınlayan ilk yayınevi olan Yeni Asya’nın imzasına güvenmeyi sürdürmek isteyenler var ve hep olacak. Devletin Risaleye muhatap olmak isteyenlere “Sizin güvenebileceğiniz yayınevini de biz belirleriz, bizim güvenmediğimize güvenmemenizi isteriz” deme hakkı var mı?
Bu devlet, böyle bir devlet mi? Cevap için devletin anayasasının başlangıcının birinci cümlesini okuyun yeter.
Risaleler bu devletin inisiyatifine ve tekeline terk edilebilecek bir eser mi? Cevap için devlete Risale okuyun yeter!