"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hak haktır! Aza çoğa bakılmaz!

Akif ARSLAN
01 Ağustos 2016, Pazartesi
Ey Risale-i Nur’ların sadık Nur Talebeleri ve Risale-i Nur’lara muhabbet edip sözlerine itibar eden din kardeşlerimiz ve ey ceddi, İslâmiyetin sancağını asırlarca taşımış olan kahraman Türk evlâtları!

Elbette ki sancağımız Kur’ân sancağı olduğu için küfür komiteleri ellerini yakamızdan hiç çekmemişler her türden oyun ve cerbezeyle aldatmak suretiyle birlik ve beraberliğimizi bozup bizleri kuvvetten düşürüp elimizdeki kutsal emaneti düşürmemizi beklemişler ve istemişlerdir. Bilmeliyiz ki o şebekeler ne halt ederlerse etsinler bizler Kur’ân’ın çelikten kal’ası içerisinden çıkmadıkça ve O’nun emirlerine riayette fütur vermedikçe bir halt edemezler. Lâkin, olur da nefsimize yenik düşüp düşmana karşı hiddete gelip o elmastan prensiplere olan bağlılığımızı yitirip gardımızı düşürürsek işte o vakit düşman fırsat bulacak ve belki de Allah muhafaza bize ciddî zarar verecektir.

“Medeniyet” diye tesmiye ettikleri gaddar zihniyeti içimize sokup bizlerden “medenî” olmamızı bekliyorlar. Halbuki onların medeniyet dediği gaddar canavarın zihniyeti “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz”dır. Böyle zalimane bir zihniyeti İslâmiyet’in asla ve kat’a kabul etmediği aşikârdır ve Cehennem, bu fikir karşısında hiddete gelip tabiri caizse o gaddar zalimleri yutmak için sabırsızlanmaktadır.

Ey bir buçuk milyardan ziyade olan Müslüman kardeşlerimiz! Ve ey dünyanın dört bir yanında “Müslüman” deyince akla ilk gelen millet olan bahtiyar Türk Milleti! En başta sen dikkat et! Bak! Görmüyor musun ki dünya alevler içerisinde yanıyor. Bu ateşin yakıtı ise maatteessüf mü’minlerden teşekkül ediyor. Müslüman devletlerin bir nevî ağabeyi olan Türkiye ayağa kalkmadıkça diğer devletler de ayağa kalkamayacaktır. Onun için aldanma! Önce kendi içerisindeki Müslüman Kardeşliğini tesis et! Et ki gözün dışarıyı da görebilsin. Bilirsin ki Cenâb-ı Hakk’ın emri olan “vela teziru vaziratun vizra uhra (Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez)”1 âyeti bizlere kat’i olarak adalet-i hakikiyeyi emrediyor. Bizim kahraman atalarımız asırlarca İslâmiyet’in sancağını kıt’adan kıt’aya taşırken bu adalet ölçüsüyle yola çıkmışlardır. Devletlerini bu mihenk üzerine kurmuşlar ve halklarına da bu hassas terazi ile muamele etmişlerdir. Bunun neticesi olarak da Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu olarak asırlar süren ve kıt’aları aşan bir hakimiyet nasip edilmiştir. Onun içindir ki Türkler bu Kur’ânî zihniyetle yüzyıllarca diğer mü’minlere ağabeylik edip onları Allah’ın izni ile küfrün zalim komitelerinden muhafaza etmiştir. Ta ki adalet-i hakikiyeyi kaybedene kadar..

Kurtuluşumuz, düşman saldırıya geçtiği hengâmda heyecana gelip tetkik etmeden gözü kapalı saldırarak çok masumların canlarına, mallarına, haklarına kast ederek olmaz, olamaz! Bilirsin ki yerde bir masumun hakkı çiğnendiğinde gökte binler melek Allah’ın emriyle o hakkı çiğneyene “va esefa - yazıklar olsun!)” derler. Kurtuluş ancak O’nun (cc) emirlerine kayıtsız şartsız itaat iledir. Felâket ve helâket asrının adamı olan Bediüzzaman’ın bu husustaki şu çok önemli uyarısına kulak kabartalım. Eğer bu tavsiyeleri manevî hastalıklarımıza birer reçete olarak telâkki edersek ayağa kalkıp doğrulmamız çok vakit almaz kanaatindeyim: “Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor. Çok mâsum ve mazlûmların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz, gaddar medeniyetin zâlimâne düsturu olan, “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz” diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaate feda etmez; “Hak haktır; küçüğe, büyüğe, aza, çoğa bakılmaz” diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında Risale-i Nur şakirtleri gibi hakikat-i Kur’âniyeyle meşgul adamlar, zaruret olmadan, lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibarıyla fâidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zâlimâne tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur’ân lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takip etmekle meşgul olmak münasip olmadığı için, nefis de, akıl ve kalbe tâbi olup merakını bırakmış diye anladım.”2

Dipnotlar: 1- Zümer Sûresi, 7. 2- Kastamonu Lâhikası.

 

Okunma Sayısı: 1875
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı