"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Seni pijama ile karşılayamazdım”

Ali SANDIKÇIOĞLU
28 Ağustos 2016, Pazar
Seksenli yıllarda Ramazanı Şerif için vazifeli olarak Yunanistan’a gönderilmiştim.

O tarihlerde Yunanistan’a gidecek yolcular Aksaray’dan otobüse biniyor İpsala’ya gidiyor. Gümülcine ve İskeçe’den Türkiye’ye gelecek yolcular da Yunan otobüslerine binerek İpsal’a hududa geliyor karşılıklı olarak otobüsler yolcularını diğerine vererek yola öyle devam ediliyordu.

Ben yolculuğumu otobüsle değil de, dolmuşla yapmayı tercih ettim, daha çabuk gideyim diye. Ancak bizim arabamız bazı sebeplerden geç kaldı. Hududa gittiğimde Yunanistan’a devam edecek otobüs yolcularını alarak gitmişti. Düşündüm ne yapabilirdim diye. Aklıma daha önce öğrencim olan İpsala’da iki sayfalık İpsala Gazetesini çıkartan Ahmet Yılmaz geldi.

Bir dolmuş taksi ile İpsala’nın çarşısına geri döndüm. Gazeteyi ve talebemi buldum. Durumu kendisine anlattım. “Hocam sen rahat ol. Kolay inşaallah bir çare bulur seni yolcu ederiz” dedi. Ahmet’in arabasına binerek tekrar hududa gittik. İki sayfalık bir gazete sahibi olmasına rağmen bu küçük ilçede devlet erkânınca tanınıyor ve hatırı sayılıyordu. Hudutta müdürün odasına çıktık. Ahmet, Müdür Beye durumu anlattı.

Müdür Bey de bizi çok sıcak karşıladı. ”Hele oturun, bir çay için ondan sonra gereğini yaparız . Hocanı İskeçe’ye yollarız dedi.” Çayları içtik dışarı çıktık.

Tam o esnada boş olarak Yunanistan’a doğru devam eden bir Yunan tırı geldi. Müdür Bey tırın şoförüne nereye kadar devam edeceğini sordu. Şoför Kavala’ya kadar boş olarak devam edeceğim dedi. Müdür Bey tır şoförüne: ”Bu hoca efendi benim özel dostumdur. Din adamıdır, Ramazan için İskeçe’ye gidecek. Otobüsünü kaçırmış. Bunu alıp oraya kadar götürebilir misin?” dedi. Yunan şoför, “ben zaten boş gidiyorum. Ben kendisini İskeçe’ye bırakır, Kavala’ya devam ederim” dedi.

İsmini kendisi ile konuştukça öğrendiğim şoförün adı Aleko idi. Elimde ufak bir çantam vardı onu arabaya koyarak kamyona bindim. Ve hareket etik.

Şoförle biraz İngilizce, biraz Türkçe konuşarak yola devam ettik. Ramazan-ı Şerifin ilk günü idi. Bilmediğim bir yola gidiyordum. Pek tabi biraz da heyecanlı idim. O tarinlerde Türkiye’den Yunanistan’a giden yollar çok dar ve virajlı idi. Şimdi çok güzel yollar yapılmış. Yolun kenarında bazı yerlere haç işaretleri ve bazı yerlerde mumlar konulmuştu. Çok acaibime gitmişti.

Arabamız Gümülcine’ye gelince ben yazıları karıştırdım. İskeçe zannederek Gümülcine’den indim. Hava kararmıştı. İndikten sonra yalnış yerde indiğimi anladım, ancak yapacak bir şey yoktu.

Kendimi toparladım geçen bir dolmuş taksiye el ettim kendisine Türkçe bilip, bilmediğini sordum. Türkçe biliyordu. Arabasına bindim ve beni Tüklerin yoğun olduğu Türk kahvesine götürmesini söyledim. Türk kahvesine gittik büyük bir çınar ağacının altında ahşap bir katlı oldukça büyük bir bina. Türkler çay içiyorlar. Kimileri de Türk televizyonuna bakıyor. Ben doğruca ocağa gittim. Ocakçıya “ben Türkiye’den geliyorum. Din adamı, vaizim İskeçe’ye gidecektim yalnış yerde indim. Bende Yunan parası yok lütfen taksicinin parasını verin biz sonra kendi aramızda halleşiriz” dedim.

Ocakçı taksiciye tam para vermek üzere iken Yunan taksici benim hoca olduğumu anlayınca “Ben hocadan para almıyorum. Benim ikramım olsun” dedi. Kahveci de, “bari bir çayımızı içte öyle gidersin” dedi. Kahveci hem bana hem de taksiciye bir çay yaptı. Çayları içmeye başladık. Böylece ben gurbet yolunda ilk iftarımı da açmış oldum.

Taksici ayrıldı. Ben kahveciyem müftü efendinin evini sordum.  Kahveci orada oturanlardan birine seslendi. “Bu misafir hoca efendiyi müftü efendinin evine götür” dedi. Kahveden çıktık. Ahşap tek katlı, iki katlı evler arasından sanki bir Türk mahallesinden yürüyerek Radyolardan Türk şarkı ve türkü sesleri kulağımızı okşayarak müftü efendinin iki katlı ahşap evinin kapısına geldik. Zili çaldık. Beyaz sakallı, nuranı yüzlü bir zat kapımızı açtı.

O içeride, biz dışarıda duruyorduk. Türkiyeden geldiğimi vaiz olduğumu İskeçe’ye gidecekken, Gümülcine’de yanlış indiğimi ve bana yardımcı olmasını söyledim.

Müftü efendi “bir dakka” diyerek kapıyı kapattı gitti. Biz kapıda beklemeye durduk. Bir süre zonra tekrar kapı açıldı. Yaşlı müftü efendi elbisesini giymiş, cübbesini giymiş, sarığını başına koymuş olarak kapıyı açıverdi.  Osmanlı medreselerinde okuyan gün görmüş müftü efendi bana: “Evlâdım yaşın küçükte olsa, gençte olsan Türkiye’den gelen bir misafirimi pijama ile karşılayamazdım. Seni kapıda beklettiğim için özür dilerim kusura bakma” dedi. Evinin ikinci katına çıktık ben kendine durumu anlattım. Nereden gelip, nereye gideceğimi söyledim. Müftü “Evlâdım, sen hiç meraklanma, ben seni gideceğin yere gönderirim” dedi. Müftü efendi, “evlâdım sen belki de orucunu açmadın, ben sana bir şeyler hazırlayayım hele bir yemeğini ye ondan sonra seni gideceğin yere göndeririz” dedi. Müftü kendi elleriyle mutfakta bir şeyler hazırladı.

Yemekten sonra Müftü efendi o zamanlar Gümülcine’de Türk Vakıflar Müdürü olan Hafız Yaşar’ı telefonla aradı. “Arabanı al buraya gel. Burada bir emanet var. Onu yerine göndereceğiz. Sen götüreceksin” dedi. (Hafız Yaşar sonradan miletvekili oldu.)

Hafız Yaşar geldi. Müftü Efendi meslektaşı İskeçe Müftüsüne telefon etti. “Türkiye’den gelen emanetiniz bizde ben onu Hafız Yaşar’la göndereceğim” dedi. Hafız Yaşar beni Gümülcine’den İskeçe’ye götürdü. 

Okuyucu kardeşlerim beni yadırgamasınlar. Şimdi hepimiz insafla düşünelim; ülkemizin amirlerinde, memurlarında, idare makamında olan her kesimde olan insanlarda, din adamlarında zamanımızın imamlarında, müftülerinde işverenlerde, işçilerimizde böyle bir tevazu, alçak gönüllülük, insana saygı var mıdır? Pek tabi hiç yoktur diyemeyiz elbette vardır. (olanları tenzih ederiz.)

Merhum müftünün hareketinden hepimiz dersler çıkartmalıyız. Allah gani gani rehmet eylesin. Ne edep, ne terbiye ve ne saygı... İşte Osmanlı... İşte medrese kültürü... İşte alçak gönüllülük, işte tevazu... Babasının, annesinin yanında yan gelip yatan evlâtlar, ayak uzatanlar, baba anne geldiğinde kılı kıpırdamayanlar. Yerinden kalkamayanlar Müftü efendinin bu davranışı karşısında ne derler acaba?...

Müftü efendiyi ve bütün geçmişlerimizi rahmetle anarken bu hatıramı okuyan kardeşlerime hediye ediyorum. Cenâb-ı Hak ibret almayı hepimize özellikle gençlerimize nasip eylesin. Mevlâ’ya emanet olunuz.

Okunma Sayısı: 2281
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Zeliha Özpamuk

    29.8.2016 13:12:35

    Ruhumuzu neşelendiren çok hoş bir aniydi Allah razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı