Hayatıma nakış nakış Nurları işlediğim, satır satır ezberlediğim senelerdi.
Marksist ve Allahsız bir ideolojiden beni kurtaran Rabbime şükrümü nasıl yaparımın endişesini taşıdığım günlerde; yine Zümrüt Apartmanındaki dersanemizin kuş sesi zili çalıyordu, bir ikindi vakti.
O anda benden başka kimse de bulunmuyordu dersanede. İkindi vakti ezanı yeni okunmuştu.
Kapıyı açtım. Birde ne göreyim Mustafa Sungur abi, Ali Mutlu, Ahmet Abi vs. içeriye girdiler.
O anda manevi bir havanın etrafa hakim olduğunu hissediyordum. Edep ve tevazu içerisinde muhterem ve aziz misafirlere hoş geldiniz dedikten sonra bir kenara erircesine oturdum usulca.
Bu arada Ahmet Abi ile ilgili hatıratımızı anlatmadan geçmek ona haksızlık olur düşüncesindeyim. Nakledeyim:
Nurları yeni yeni tanıdığım ve henüz devrimci ideolojinin tesirinden kurtulamadığım ilk aylardı. Kafamda, Nurlardaki iman kıvılcımlarıyla, emekçi proleteryanın kıyasıya çarpıştığı günlerdi bu günler.
Ahmet Abinin ismi, kaldığım yerde ikamet eden; dersanelerde kalan öğrenciler arasında bir efsane gibi anlatılıyordu.
KTÜ’de ki ilk Nurculardan birisi o, diyorlardı. Silme devrimci öğrencilerin hakim olduğu fakültede, namaz vakti dersin hocasına ve öğrencilere aldırış etmeden seccadesini serip sınıfta namaza duran Ahmet Abi.
Ailesi, onun yeni yaşantı ve düşünce tarzına karşı olduğu halde, Nur talebeliğinden taviz vermeyen birisi diye anlatılıyordu.
KTÜ baştan sona devrimcilerin hakimiyetindeyken, özellikle okuduğu fakülte komünist kaynıyorken; o hiçbir şeye aldırış etmeden, Nur’un hakikatlerini duyuran bir idoldü hepimizin gözünde.
Nurlarla ve Nurcularla tanışmamın ilk ayında tanıdım Ahmet Abiyi. Uzun boylu, beyaz benizli, takke takmaktan saçları hep arkaya yatkınlık kazanmış, atletik yapılı ve oldukça mütevaziliğiyle beraber, Nurlarla bezenmiş asil bir duruşu vardı.
Salona kurulan yemek sofrasının etrafına halka olduğumuzda, benimle hoş beş ediyordu. İlk defa tanışıyorduk. İsmimi falan sordu. Hal hatır faslından sonra, bana dedi ki, “senin ismini değiştirelim. Sana başka bir isim verelim.”
Tuhafıma gitti. Bu nasıl birşeydi böyle. İsmimin ne mahzuru vardı?
Söylediklerini iş olsun diye öylesine dinledim.
-Olur, dedim, değiştirelim.
Olayın seyrine bakacaktım. Çok da önemli değildi. Umursamadığım zamanlardı. Zaten okulda devrimcilerle birlikteydim. Hayatı fazla taktığım yoktu.
“Senin adın Hüseyin olsun. Abin de Hasan sen de Hüseyin. Nasıl?”dedi
Hemen itiraz ettim.
-Hüseyin olmasın.
-Ya ne olsun?’
Bir devrimci ismi söyledim, “Cebbar!’’
Benim için devrimci ideolojide farklı yeri vardı bu ismin.
-Ya boş ver, o ne öyle. Hüseyin. Hüseyin iyidir, mübarektir. Abin Hasan sen Hüseyin.
Eh olsun peki. Fark etmezdi benim için. Devrimci ismi olmadıktan sonra ne olursa olsun, diyordum içimden.
Ondan sonraki beş yıl boyunca gelip geçen devreler beni Hep Hüseyin bildi. Hep Hüseyin oldum ve hep öyle kaldım.
İlk zamanlarda Ahmet Abiye karşı bu isim değişikliğinden ötürü hep buğzettim. Zira o benim devrimci ismime karşı çıkmıştı. Madem değiştireceksin öyle ya. Yaani...
Ama, ilerleyen aylarda özellikle Celal Tiftik ve Faris Kaya’nın emekleriyle, Nurlardaki hakikatlerle meczolduktan sonra her şey çok farklı gelişecek ve değişecekti.
Bu üç ismede sağlık, sıhhat, huzur ve afiyet diliyorum. Allah onlardan razı olsun.