İnsanlık âlemi, Müslümanlık âlemi, duygular, hisler, hâsılı her bir âlemimiz, her bir hâlimizle, Akif’in; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın tabirini yaşıyoruz. Bu nasıl bir alçalma, nasıl bir sukut ki başka inecek yer yok gibidir.
Her gün İsrail zulmünden aldığımız haberler bir öncekinden daha kötü. Bu kadar da olmaz, daha kötüsü olmaz dediğimiz şeyin, ertesi günü daha kötüsünü duyup kahroluyoruz.
Evet, kahrolmak... Bu kelimenin şimdiye kadar böylesine iliklerime işlediğini hatırlamıyorum. İnsanın ellerinin bağlanıp gözünün önünde en mahremine yapılan kötülüğün, aynı acılarını yaşıyorum. Haberleri okudukça ah diyorum, şimdi o kardeşlerimle beraber olmak vardı. Bir zamanlar söylediğimiz marşlar gibi onların hisleri ile hislenmek, onların acılarını paylaşmak vardı. Orada olmak mı zor, yoksa burada olmak mı? Onlar için hiçbir şey yapamıyor oluşumuz, bana burada olmanın daha zor olduğunu düşündürüyor.
İnsanlık çok güzel bir imtihan veriyor. İslam âlemi hariç herkes sokaklara dökülüp protesto yapabiliyor. En baştakilere itirazlarını, tepkilerini gösterebiliyor ama Müslüman toplumlarda biz de dâhil, boykottan başka bir şey elimizden gelmiyor. Bir de üstüne üstlük o kardeşlerimizin, ülkemizin gönderdiği malzeme ile vurulmaları, bizim suyumuzu içip bizim gönderdiğimiz gıdalarla beslenen düşmanlarını düşündükçe, daha çok kahroluyorum. Nasıl bir tezat Allah’ım, aklım havsalam almıyor. Bir yanda İsrail’le ticareti kesmeyen hükümeti destekleyip, toplantılarında İsrail aleyhine pankart bile açamayan bir güruh; diğer yandan paylaşımlarında boykot yapmayan sade vatandaşa ateş püskürüyor. Anadolu’da bir tabir vardır. Devesine eremeyen hatabını (yavrusunu) döver derlerdi. Her gün gemiler dolusu malzemenin İsrail’e gönderildiğini bile bile hem de.
Gençlik yıllarımda İsrail’in mezalimini duyup kıyamet savaşının Müslümanlarla Yahudiler arasında olacağını okuduğum yazılarda şöyle denirdi: O savaşta bütün ağaçların, taşların ‘gel arkamda Yahudi var, öldür’ deyip dile geleceğini, onları yalnız garkad ağaçlarının koruyacağını, bu yüzden onların devamlı çevrelerine garkad ağacı diktiğini okumuştum. Risale-i Nurlarda teşbihleri olduğu gibi anlamamamız gerektiğini öğrendiğimden, düşündüm ki, gerçekten siyonist Yahudiler çevrelerindeki İslam ülkelerinin başlarına diktikleri yönetici konumundaki garkad ağaçlarıyla, kendilerini korumaya almışlar zaten. Ondandır ki böyle saldırıyorlar, yoksa cesaret edemezlerdi.
Evimizde televizyon olmadığı için bilmiyorum, ama bu milleti nasıl bir hale getirdiler ki böylesi tezatları düşünemiyorlar. Hâlbuki Risale-i Nurlarda “müştebih ağaçları gösteren semereleridir” der.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” der Ziya Paşa. Hâsılı bu insanları anlayabilen var mı bilmiyorum. Şu kadere iman olmasa, şehitliğin kıymetini bilmesem, Cennet ve Cehennemin sakinlerini beklediğini bilmesem, bu zulüm çekilecek bir şey değil. Merhum Akif’in bir sözü var. Seyfi Baba şiirinin son mısrası ve bence de şiirin en can alıcı yeri:
“Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi” der.
Ben de diyorum ki;
Ya böyle bir vicdanım olmasaydı veya böyle bir zulüm