Bu güzelim dünyamız geçicidir.
Bu hayat rüzgâr gibi uçar gider. Bil ki ey insan bu hayatı devamlı ve sabit bir hayat değildir. Bu âlem insanlığa saadet ve mutluluk veremez, ancak iman ve Kur’ân nuru ile hayatlanırsa, o vakit hayattan zevk alabiliriz. Büyük Şair Yunus Emre: “Ömrüm geçti hayfa ki geç uyandım / Bu dünya bana bâki kala sandım.” diye insanlığı uyarmaktadır. Ömür şimşek gibi geçip gidiyor. Ne yazık ki bizler hâlâ uyuyoruz. Evet, dünya hayatı bir uykudan ibarettir. Gaflet ve dalâletle bu ömürü yaşamaktayız. Güzelim dünyamız, bütün şan ve debdebesi ile aldatıcıdır. Bir lezzet verir bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse yüz tokat vurur. Kişi bir kötülük yapar görevini ihmal ederse, haramlara ve çirkin işlere dalarsa; sonu pişmanlıktır. Bir günah işler sonunda elem ve ıztırap çeker. Bu bağlamda her ne şekilde olursa olsun, fani dünyanın dikenli otlarına, pis lezzetlerine ve çirkin işlerine başımızı sokmadan, istik- baldeki yani bâki âlemdeki ebedî saadete ve ebedî mutluluğa ve Cennete karşı kayıtsız kalmak; akıllı ve tecrübeli insanların işi olmasa gerektir. Yine bu bağlamda büyük müceddid Bediüzzaman Said Nur- sî “Eyvah aldandık şu dünya hayatını, sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün bu hayatı zayi ettik evet şu güzeran-ı hayat, bir uykudur. Bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür, bir rüzgâr gibi uçar gider” diye biz insanlara ihtar etmektedir. (Sözler, s. 22)
Hakikaten şu temelsiz ömrümüz fırtına gibi uçup gidiyor. Bir gün gelecek eyvah aldandık diyeceğiz. Ancak son pişmanlık fayda vermeyecektir. Gözümüzü açınca: “Düşünen kimsenin, düşünme fırsatı bulabileceği kadar – sizi yaşatmadık mı? Üstelik sizi Cehennem ile korkutan bir Peygamber (asm) bile geldi.” (Fatır Sûresi, 37) sorusu ile karşı karşıya geleceğiz. Bu dünyada iken biz insanlara anlatılan gerçeklerle karşılaşacağız.
Şu âyetleri iyi hatırlayalım. “Eğer bilseler gerçek hayat, ahiret hayatıdır.“ (Ankebut, 64) dünya, sakın sakın biz insanları aldatmamalıdır. Şu dünya hayatı bir imtihan salonudur. Burada her halimizi her tavrımızı ve her anımızı ölçülü ve dengeli bir şekilde götürmek durumundayız. İyilikleri emredip halkları kötülüklerden sakındırmalıyız. İnsan oğlu devamlı iyi ve güzele meftundur. Güzelliklerin ve iyiliklerin meyvesi Cennettir. Bu sebeple daima güzel işler yapmalı bizi yaratan Allah’a karşı şükür ve hamd vazifemizi yapmalıyız. Bu bağlamda iyi ve güzel olan her şeye teşekkür etmek ve şükretmek için Zat-ı Zülcelâl’e karşı ubudiyet vazifemizi en güzel biçim de yapmalıyız. Eğer şükretmezsek, emredilen İlâhî emirleri ve ibadetleri yapmazsak, işte o zaman “Eyvah deyip pişman olacağız. Oysa bu geçici hayatımız rüzgâr gibi uçup gidiyor. O zaman fani dünya bizi kovmadan evvel biz Müslümanlar olarak tam bir izzet ile ve büyük bir şeref ile Allah’a ısmarladık deyip dünyanın fani zevklerini bırakmalıyız.