"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ümidini hep geleceğe taşırdı

Caner KUTLU
27 Eylül 2018, Perşembe
Öğretmeni yenen “talebe”! - 22

“Hıristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir” dese de Bediüzzaman ümidini hep geleceğe taşırdı: “Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır.” (Hutbe-i Şamiye)

İslâmın insanlık tarihine getirdiği önemli bir yenilik bilimin ve eğitimin her insana açık hale getirmesidir. Ki bu “örgün ve yaygın” iki koldan gelişerek insanlığın en parlak rönesansını netice vermiştir. Ashab-ı Suffa ile başlayan kurumsal örnekler “yetenek” sahibinin soyluluk ya da seçkinlik şartı olmadan ilim ve eğitim haklarından (kadın erkek her yaştan) faydalanma imkânı verebiliyordu. Hatta gayri Müslim olsa da... Böylece dünyaya açılabiliyorlardı. Buradan dünyaya Yunan felsefe okullarının çok ötesinde bir disiplin ve pratik genişliğine sahip üniversite geleneği hediye edilmiştir. Medreseler bunun temelini oluşturmuştu.

Bediüzzaman Mısır‘a giderek El Ezher’i model olarak incelemek arzusundadır. Bu gerçekleşmez, ancak aynı dönemde Mısır’a giden Şiblî Numânî için Ezher’de durum pek iyi değildir: “İnsanı çok fazla üzen şey eğitimin kötü hale gelmesidir. Burada temel bilgi olarak; Arapça dilbilgisi ve fıkıh öğretiliyor. Mantık, felsefe, Matematik Bilimler ve diğer akıl bilimleri neredeyse ders programına dâhil değil. Adları var, kendileri yok denecek derecede.” Bir de:  “... insanı derinden üzen bir şey de, eğitim ve öğretimin hiç metod ve düzene bağlı olmamasıdır. Ne bir sınıf sistemi, ne öğretilenlerin bir imtihanı, ne de öğretimi daha da geliştirme ve modernleştirme çabaları var.” diyor. Aliya İzzetbegoviç Doğu ve Batı’sında gelinen noktada eleştirel düşünce gerekliliğini ifade etmişti: “Ben olsam Müslüman Doğudaki bütün mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” İslâm dünyasının modernizmi çözemediği Şerif Mardin’in “deşifre” kelimesiyle tanımladığı süreci Risale-i Nur’un ihtiva ettiğini görebilmesi aslında Aliya’nın beklentisi ile örtüşebiliyor. Dünyanın yuvarlaklığına muhalefet eden medrese hocaları münasebetiyle Bediüzzaman: ”Eğer çendan böyle mübahesatta şahsî şeylerin zikirleri lâzım değildir. Fakat şahsiyette kalmadı. Medreselerin hayatlarına taalluk eder bir meseleyi umumiye hükmüne geçti. O zahirperestler emin olsunlar ki, sayleri beyhudedir. Şimdiye kadar böyle avamperestane safsatalar ile bizi cahil bıraktılar. Bundan sonra bizi cahil bırakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz; medreseler hayatlanacaktır vesselâm...” diyordu.

Bu bağlamda düşünülmesi gereken, K. Anders Ericsson’un “zirve performans” konusunda pek çok kültürde ve farklı sahada yaptığı çalışmaların sonucunda vardığı bir formül var. 

Herhangi bir alanda zirveye çıkmak için şu 4 şartı yerine getirmek gerekiyor: 1.  Tahayyül, 2. Durum tesbiti, 3. Sürekli geri besleme ve 4. Pratik!

Bunun için de “ahlâk! “... Önce şunu kabul etmek gerek: Fen bilimlerinin de iç disiplini sayesinde üretebildiği bir “ahlâk” var. Hatta bilim sanayi ve teknolojide de bunu uygulayarak genelleştirebilir. Spor, san’at ve sosyal hayat da aynı insanî tekâmülü netice verecek ahlâk üretebilir. Demokrasi, hümanizm de... Ki bu alanlardaki disiplin yoksunlukları günümüz Müslümanlarının çokça eleştirildiği malûmdur. Yani ahlâk sadece “din” konusu değildir. Modern bilimlerde “etik” seküler bir kaygı taşısa da neticede davranışlar bütünü olarak insanı bir yüksek mertebeye taşımayı mümkün görüyor. Ancak buradaki tehlike insanın hırs ve bencillik gibi zaaflarının farklı reflekslerle katlanarak süren kötülüklere (“hile veya şüphe”) “tolerans” gösterebildiğidir. Walter Isaacson’un “Steve Jobs” biyografisinde, Picasso’nun “iyi san’atçılar kopyalar, büyük san’atçılar çalar” sözünü hatırlatan Jobs’un: “Biz de parlak fikirleri çalmaktan utanmadık hiç” dediği anlatılıyor. Apple’in Xerox PARC’a yaptığı akının, o endüstrinin tarihindeki en büyük hırsızlıklardan biri olduğu söylenir bazen. Jobs’un bu bakış açısını gururla onayladığı zamanlar oldu. “Mesele kendini insanların yaptığı iyi şeylere açmak ve sonra bunları yaptığın işe yedirmeye çalışmaktır,” dedi bir keresinde. Jobs’ın yine bazen onayladığı başka bir kanıysa, ortada Apple’in yaptığı bir hırsızlıktan çok Xerox’u beceriksizliği olduğu fikri: “O fotokopiciler bir bilgisayarın neler yapabileceğinden habersizdiler. Bilgisayar endüstrisinin en büyük zaferini yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Xerox bütün bilgisayar endüstrisinin hâkimi olabilirdi.”

Isaacson’a göre iki konuda doğruluk payı var, ama hepsi bu değil. T.S Eliot’un dediği gibi, bir fikri bulmakla icraate dökmek aynı şey değildir. Mucitlik tarihinde fikirler denklemin sadece bir parçasıdır. İcraat da bir o kadar önemlidir. 

Son tahlilde ise: “Steve Jobs, Mac bilgisayarları yazarken Xerox’u kopyalayacak. Microsoft ise Windows’u yaparken Apple’ı” söylemi de doğrulanacaktır.

Peygamber Efendimizin (asm) Ashab-ı Suffa’sı başta sahabelerine: “İlim Çinde de olsa alınız” fermanı büyük bir ahlâkî yaklaşımı da ihtiva ediyordu. Ki öyle de olacak. İslâmiyet bu sayede yayılabilecekti. Hint ve Çin medeniyetleriyle gerçekleşen mezc ile Dünya tarihinde görülmemiş bir sıçrama mümkün olabilmişti. Bediüzzaman’a göre modern dönemin İslâmiyetten “hırsızladığı” pek çok “ahlâk” var. Meselâ: “Bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki ecnebilerden içimize giren pis, fena seciye itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, hiç yağmur bir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.” (Tarihçe-i Hayat)

Müslüman toplumların düştükleri ahlâkî problemler modernizmin deşifre edilememesi ile “din ile fennin mezci”ndeki yetersizliklerden kaynaklanıyor. Bu durumda kelimeler de anlam değiştiriyor. 

Çünkü gerçeklerini hırsızlayıp sahtelerini bırakmışlar: “Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bağy ismi takılmış; esarete hürriyet namı verilmiş!.. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.” (Hutbe-i Şamiye)

Okunma Sayısı: 2336
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı