"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Din ile fennin mezci Peygamberlik nuruyla gerçekleşebilir

Caner KUTLU
18 Ekim 2018, Perşembe
Öğretmeni yenen “talebe!” -25-

Finlandiya Eğitim Bakanı Marjo Kyllonen’in eğitim sistemindeki değişikliğin sebebini açıklayan beyanı şu şekilde: “Bizler hâlâ 19. Yüzyıl’ın ihtiyaçlarına yönelik eski moda bir eğitim sistemiyle hareket ediyoruz. Oysaki 1900’lü yıllardan bu yana çok şey değişti ve bizler de artık 21. Yüzyılın ihtiyaçlarına göre bir eğitim sistemi planladık.”

Yeni sisteme göre, Finlandiya’da konu bazında gerçekleştirilen dersler yerine, öğrencilere olaylar ve faaliyetlerle disiplinler arası formatta bir eğitim veriliyor.  Meselâ, İkinci Dünya Savaşı’nın anlatıldığı bir derste, konuya dair tarihî, coğrafî ve matematiksel veriler bir arada anlatılıyor. Bir başka başlık ise “Kafede Çalışmak” adlı ders. Bu dersle beraber de öğrenciler İngilizce, ekonomi ve iletişim konularında bütün bilgi birikimlerini kullanabiliyor.

Bediüzzaman Abdülhamid’in açtığı modern okulların yanı sıra daha fazla sayıda azınlık okullarının ve eski medreselerin bulunduğu Van’da, Horhor’da medrese adı altında bir uygulamayı özel bir alanda gerçekleştiriyordu. Uzun bir masa, üzerinde matematik, fen, din ilimlerine mahsus kitaplar bir arada; etrafında talebeler müzakere halinde ve Üstad ayakta onlara eşlik ediyor. Şüphesiz Üstad din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulacağının imkânlarını örnek uygulamalarla görmek ve göstermek istiyordu. Farklı fenlerdeki muallimlerle müzakerelerde bulunuyor, hepsinde üstün gelebiliyordu. Yeni usûlü Abdülhamid’in modern okullarındaki “muallimler”le paylaşmak istiyor olsa gerekti. Burada Üstadın mahsus derslerin özlerini kısa sürede -en azından lise düzeyinde- elde edecek yeteneği engin Matematik ve dil birikimi ile zekâ ve hafızanın mezci”ndeki harikulâdelikle çok verimli bir yorum alanı üretebiliyordu. İşte Bediüzzaman’ın eğitimde hedefi İslâm medeniyetini yüzyıllarca taşımış bu alanı yeniden inşa etmekten ibaretti. Buradan marifet basamakları olan ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn ulaşılabilir hedefler halinde mahsus yetenekleri çıkarabilecekti. Ancak bu alana girmek artık herkes için mümkün olabilirdi. Uzun yıllar sürecek medrese veya tekke terbiyesine ihtiyaç bırakmıyordu. Bunun için meselâ Medresetü’z Zehra projesi özel uygulama sahasının ötesinde örgün, yaygın ve yüksek eğitim programlarını ve öğretici eğitimini de ihtiva ediyordu. En yüksekteki hedefi ise her ilimde mütehassıs bir kurul oluşturabilecek bütüncül bir akademik anlayışı başarabilmekti. Bu kurul belki yeni bir Kur’ân tefsiri yazabilirdi; ancak asıl gösterge yeniden yüksek medeniyetin İslâm âleminde parlayacak olmasıydı. Bunun için Bediüzzaman’ın “talebeleri” kuru ve tek dünyalı “öğretmen”in hedefsiz ve vasıfsız gelecek tasavvurunu yenecekti. Çünkü tarih başta buna itiraz edecekti.

Tarihte ne zaman din ile felsefe, hikmetle iman birleşmişse ahlâk yükselmiş medeniyet parlamış. Ayrıldıklarında ikisi de sönmüş çekilmiş. Bu iki yönlü gerektirme ihtiva eden bir ilişkidir. Biri birisiz olmaz. Peygamberlik her ikisini birleştiren bir kurumdur; hem medeniyetin hem dinin temsilcileridirler. Onlar sadece ahireti değil dünyayı da ders verirler. Ashab-ı Suffa dersleri ve hadisler bunun apaçık örnekleridir. Bu böyle iken din ile fennin buluşları bir peygamberin izini ve önderliğini taşıyacaktır. O halde din ile fennin mezci Peygamberlik nuruyla gerçekleşebilir. Bunu öğrenmek de kitap, sünnet, kıyas ve icma unsurlarının mezcini ister. Bunun mekânı başta “akl-ı selim, kalb-i selim” gibi vicdan denen “insan madenidir”. Hayattır.

“Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır. İhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır.” (Hutbe-i Şamiye)

Bir saat sohbet ile medeniyet üstadları yetiştirecek bir etki vardır. Ancak bir öğretici ve uyarıcı olan bir Peygamber vardır. Yani dine tâbi ve itaatkâr fen nasıl yüksek ahlâk kurabilirse din de fennin özündeki disiplini bir ahlâk unsuru olarak karşılayabilir. Nasıl ki dinsiz fen ahlâk değil hile ve şüphe üretirse; fensiz din de mükemmel ahlâk bulamaz, taassup üretir; bu da şiddet getirir. Mutaassıp insanda ahlâkî sorunlar yer bulur. En başta sertlik cehaleti büyütür, ilmin ve fikrin insana getirdiği esneklik kaybolursa kabalık davranış biçimi olur. Nezaket ve zarafetin olmadığı yerde ahlâk da bozulmuştur. Cehaletin ve kabalığın övülecek bir yanı yoktur. Fıtrat ve ahlâk fen ve dinî beraber ister.

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.” (Münâzarât) Bediüzzaman’ın formüle ettiği bu denge “adalet” kavramının ahlâk üretecek yönünü ortaya çıkarıyordu. Adalet olmadan ahlâk olmaz. Adaleti de evrensel bir kanun olarak görmek gerekir. Herkese ve her yere adalet.

Bediüzzaman’ın eğitim kurumu bir felsefe okulu, bir düşünce sistemi miydi? Yani Aristo okulu, Sokrates okulu gibi... Bediüzzaman’ın “beni skolastik bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar” tepkisi onun anlayışının teorik yaklaşımlardan ibaret bir dünya görüşü gibi görülme endişesinden kaynaklanıyordu. Konfüçyüs, “Eğer bir yerde biçim özü unutuyorsa, bilin ki orada yüzeysellik vardır. Eğer bir yerde öz biçimi unutuyorsa, bilin ki orada kabalık vardır. Eğer bir yerde ikisi birden unutuluyorsa, bilin ki orada seçkinlik vardır” diyor. Medresetü’z Zehra projesi öz olan iman ve ahlâkı biçim olan fen ve teknoloji ile füzyonunu amaç edinmişti. Bu ikisi birlikte olduğundan bir seçkinci tavır da engellenmiş oluyordu. Medresetüzzehra bir azınlık ya da “cemaat” okulu değildi. Milletin ve devletin okulu idi.

“Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddî cihette elimden hiçbir şey gelmiyor. Yalnız Kur’ân’dan anladığım ve kaleme aldığım Meyve Risalesi ile Hüccetullahi’l-Bâliğa’yı yeni hurufla tab’etmek için bazı kardeşlerime izin verdim.” (Emirdağ-1)  diyerek Cumhuriyet döneminde de aynı tavrını sürdürecekti.

Okunma Sayısı: 1734
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı