"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Doğruluğun inşası

Caner KUTLU
17 Ocak 2017, Salı
Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mal-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır. (Emirdağ1)

Elbette bu yaklaşımın hem ittihad-ı İslâm hem de medenî dünyayı ikna sürecinde doğru karşılıkları bulunacaktır. Bunun da çok önemli şartı, doğru ifade tarzı ile anlatılıyor olmasıdır. Bunun dahi lâyık bir doğru biçim ve forma sahip olması elzemdir.

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor .” (Mesnevi-i Nuriye )

Medenîlerin dramını Bediüzzaman bu şekilde özetliyor. O zaman gafil kafalara yüksek bir ışıma için aklın ve vicdanın birleşimi olan “hakikatin tecellisi”ni göstermeli değil mi?

Bunun için gerekli delilleri çürüten bir sorun var: Aşırılık. 

Aşırı somutlamak bizi fikrin alanından çıkarıp sert bir zemine çakılmasına sebep olduğu gibi; aşırı soyutlama da bizi hakikatin alanından hayalin belirsizliğine sürükleyebilir. İslam düşüncesinde tevhid “hüsn-ü mücerred” olan imanı sonsuz bir zemin olarak kullanırken vahdet aynı anda cismaniyette (kesrette vahdet) sonsuz karşılıkları da araştırmaktadır (iman-ı tahkiki). Tarif için en çok mecazın kullanıldığı soyut alanlardan olan haşir, cennet ve cehennem dahi cismaniyetten ayrı değildir. Esma-i İlahiyenin en geniş ve zengin zemini cismaniyettir. Bu yüzden düşünce ya da anlayışlar fikirden eyleme, hayalden tasavvur ve forma ulaşma gereğindedir. İmkân ‘ içinde olmalıdır hedef ve hayaller...

Bediüzzaman’ın cismaniyete vurgusunu içeren şu bölüm yeterli olsa gerek: 

“Esma-i İlahiyenin en cem’iyetli âyinesi cismaniyettedir. Ve hilkat-i kâinattaki makasıd-ı İlahiyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbaniyenin en çok çeşitleri ve rengârenkleri cismaniyettedir. Ve beşerin ihtiyacat dilleriyle Hâlık’ına karşı dualarının ve teşekküratının en kesretli tohumları yine cismaniyettedir. Maneviyat ve ruhaniyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri yine cismaniyettedir.”    

Bunun için zemin yüzünde cismaniyeti çoğaltmak gereği: 

“Bunlara kıyasen, yüzer küllî hakikatlar cismaniyette temerküz ettiğinden, Hâlık-ı Hakîm zemin yüzünde cismaniyeti çoğaltmak ve mezkûr hakikatlere mazhar eylemek için öyle sür’atli ve dehşetli bir faaliyetle kafile kafile arkasına mevcudata vücud giydirir, o meşhere gönderir. Sonra onları terhis eder, başkalarını gönderir. Mütemadiyen kâinat fabrikasını işlettirir. Cismanî mahsulâtı dokuyup, zemini âhirete ve Cennet’e bir fidanlık bahçesi hükmüne getirir.  (Asa-yı Musa)

Yani, biçim ve formlar sınırlı ancak sonsuz bir sürekliliğe namzettir. Matematikteki sonsuz asallar karşılığı da akıl bunu kabul ediyor. “Göklerde ve yerde kim varsa O’ ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır. “ (Rahman:29). 

Bediüzzaman’ın insaniyet-i kübra olan din ve şeriatın bir yansıması, insaniyet-i suğra olarak tarif ettiği medeniyet de cismaniyetin geniş bir zeminidir. Sosyolog Nilüfer Göle, Paris saldırısı sonrası yine de Avrupa’da yeni bir medeniyet üretiliyor, düşüncesinde... Müslümanlar burada kendilerini Avrupalı hissediyorlar, diyor. Ardından şu sonuca varıyor: 

Medeniyet muhayyileniz sadece fikirle olmaz....Yeni form ve biçimlerle ifade etmeniz gerekiyor. Meselâ yeni Avrupalı câmi formu... 

Bernard Lewis Hıristiyan ve Müslüman’ların benzerliklerinin daha çok çatışmaya sebep olduğunu anlatıyordu. Nilüfer Göle ise, çelişkiler Avrupa’daki Müslümanları toplumla birleştiriyor, diyor. 

Lewis, İslâm ve Batı (Akılçelen Kitaplar) adlı kitabında: Müslüman yönetimi altındaki gayr-i Müslimlerin konumu güncel ve neredeyse evrensel bir meseleydi ve dolayısıyla detaylı değerlendirme ve düzenlemelere ihtiyaç duyuluyordu. Bunun muadili olan Müslümanların gayr-i Müslimlerin yönetimi altında yaşaması sorunu pek gündeme gelmedi ve geldiğinde de, sadece önemsiz ve yüzeysel bir dikkate mazhar oldu, tespitini yapıyor. 

Lewis, bundan sonra aynı noktaya dikkat çekiyor: Bir Müslümanın bir gayr-i Müslim ‘amanı’nı kabul etmesi, Müslüman açısından belirli şartlara tabidir ve bunlardan en önemlisi “İslâm’ın emarelerini sergileyebilmesidir”. Müslümanlara ilişkin tartışmalarda sık sık karşımıza çıkan bu ifade, biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya muhtaçtır. 

Bu duruma Bediüzzaman’ın ilk olarak tepkisi şu şekilde olmuştu (ifadeyi form ve biçim olarak okursak): “Avrupa, bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir, o da onu doğuracak.  -Tarihçe-i Hayat - 

Aslında bu Osmanlı’nın da Avrupa’nın da ilk doğumları olmayacaktır. Halil İnalcık’ın aktardığına göre (Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ), Osmanlı Sultanları 15. ve 16. yüzyıllar boyunca; bir ticaret ve zenginlik öğesi olarak bilinen Yahudilerin, Avrupa’dan Osmanlı ülkesine göçmelerini teşvik etmiştir. İnalcık’a göre, Fatih’in ayrıca Hıristiyan dünyaya ilgisinin tek sebebi, Roma ve İtalya fatihi ve yöneticisi olma isteğidir. 

Avrupa’nın Endülüs tecrübesi -ki Bediüzzaman: Avrupa’nın en büyük üstadı, Endülüs Devlet-i İslâmiyesidir. -Mektubat - diye örnek göstermiştir.

Belki de yeni Avrupa dönemi, Bediüzzaman’ın “sulh-u umumî” ve “musalaha” ile: Nasraniyet, ya intıfa ya ıstıfa bulacak. İslâm’a karşı teslim olup terk-i silâh edecek. -Sözler- şeklinde formüle edilmiştir. 

Göle’nin yaklaştığı gibi, Avrupa’da yeni dönemde bir yeni “gelenek üretmek” gereğine, doğru İslâmiyet’in doğru geçmişine atıfta bulunabilme zorunluluğu  (Avrupa’nın Roma mirasına atfı gibi..) işte güçlü bir şekilde ortada bulunmaktadır. Yeni medeniyet Osmanlı ve Endülüs ideallerinin bir birleşik formunu üretebilecektir.

Siyasetin bu plandaki gündelik sorunları medenîlere yeterli cevabı vermeyeceği ortadadır. Tarafgirlik ise, sadece fikirde aşırılık ve biçimde kabalık üretmektedir. Bediüzzaman’ın bu tarz bir siyasetten kaçınması ve “medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. -Divan-ı Örfi - şeklindeki tavrı, yeniden bir medeniyet için bir  akl-ı selim ve akıllı vicdan ile doğru biçim ve form ihtiyacının “efalimizle izhar...” etme zorunluluğunu üretmede Nur şakirdlerine vazifeler yüklüyor olsa gerek değil mi?

Okunma Sayısı: 2103
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı