"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fikir meydanında kılıçlar keskin olmalı

Caner KUTLU
04 Ocak 2018, Perşembe
Güler Sabancı da “Teknoloji ve dijitalleşme ile değişen dünya eğitimi de dönüştürüyor ve bu yarışta kimse geriden başlamıyor” düşüncesine katılıyor. Çünkü, dünyadaki hızlı değişim bütün ülkeleri tekrar en başa, başlangıç çizgisine getirdi.

Bu da bize yepyeni bir fırsat penceresi araladı. Şöyle diyor: ” Eğitim rekabetinin gerisinde kalmamak ve ülke olarak fark atmak için üstümüze düşen; bilimsel, akılcı ve katılımcı bir süreçle, teknolojinin bize sağladığı imkânlarla yeni bir eğitim sistemi tasarlamaktır. Ülkemizi her alanda ileri taşımak, ancak bu yolla mümkün olacaktır. Genç nüfus avantajını kullanarak, gereken yetkinliklerle bugünden donanmış nesiller üretmek hedefimiz olmalıdır. Bu üç fırsatın da kazananı olmak için enerjimizi ortak hedeflere odaklamak, ihtiyaç duyulan iklimi oluşturmak ve bugünden adım atmak gerekiyor.”

Bu noktada; yeni vizyona katkıda bulunacak sanayi 4.0 uygulamalarından, kompozit gibi yeni iş kollarına her türlü fırsatı önümüzdeki dönemde değerlendirme hedefine geliyor. Böylelikle Bediüzzaman’ın milletin fakirliğine karşı teklif ettiği “san’at” bileşeni değerlendirilmiş oluyor. Bu da marifet ve ittifakına yol açacaktır.

Öte yandan, yeni yarışın parlak bir örneği Güney Kore gibi ülkeler Pisa değerlendirmelerindeki yüksek başarı durumlarına karşın OECD ülkeleri arasında özellikle genç intiharlarında (yaşlı intiharlarında da) en önde geliyorlar. Burada sorun bilimsel mi, kültürel mi, ahlâkî mi? Bu soruyu da ortaya koymak gerekiyor. 

Şunu hiçbir zaman unutmamak lâzım: eğitimin temel ve tek malzemesi insan ve yetenekleridir; bunları işleyebilmek için aslolan “talim ile tekemmül” etmektir. Yoksa eğitim tasarımlarında kullanılacak diğer veri ve gereçler, teknolojik yardımcılardır.

Yeni dönemler, yeni sistemler pek çok yeni meslekler yeni yollar üretebilir fırsatları ortaya çıkarıyor.

Abdülhamid döneminde de tarih, şimdi olduğu gibi küresel ve dâhilî ölçekte fırsatlar getirmişti. Bediüzzaman’ın o dönemdeki heyecanı da bu sebeptendi. Eski Said’in siyasette gördüğü “Nûr” belki buradaydı. Çünkü fırsat dönemleri en çok fakir veya gerilemiş coğrafyalar için fırsattır. Çünkü bu dönemlerde imkânlar nerdeyse eşitlenir. Sabancı’nın söylediği gibi, başlama çizgisinde buluşurlar. Bediüzzaman dahi tarihin yeni başlangıç dönemlerinde yol almanın kolaylığını bildiğinden; ümitvâr olmaktan, geleceği inşa noktalarında bulunduğu yeri doğru sistemle geliştirmek gereğinden dem vuruyordu. “Abdülhamid’in ‘kalkınmacı’ siyaseti gereği inşa ettirdiği modern okulları tarihin getirdiği imkânları niye kullanamadı?” bugünün de kritik bir sorusudur. O dönemde azınlık okulları ya da yabancı okulların sayısı ve seviyesinin altında kalması şüphesiz devam eden süreci de belirleyecekti.

Diğer taraftan Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra projesinin akıbetinin de aynı çerçevede görülmesi gerekiyor. Bediüzzaman’a göre, Müslümanlar için kalkınma ve yeni medeniyet inşası ikililerin mezcine bağlıdır. Çünkü Doğu’da din hakimdir, Batı’da felsefe... Peygamberlerin ekserîsi Doğu’da felsefecilerin çoğunluğu Batı’dan çıkmıştır. Doğu’nun felsefesi de zaten din (mistisizm) kaynaklıdır.

Bediüzzaman bir “yalancı şafak” olduğunu çabuk fark ettiği zafer sonrası Ankara’sından ümidini çabuk kesmiş “mahalle”ye geri dönmüştü. Tarihin, İkinci Dünya Savaşı’nda yeniden başlaması vesilesiyle “Nûr”u Demokrat Parti döneminde tekrar görecek; Celal Bayar ve Adnan Menderes’e mektuplarıyla Medresetüzzehra’sını hatırlatacaktı. Tevfik İleri’nin gayretleriyle kapatılan köy enstitüleri ve açılan imam-hatipler “Allah’tan bahsetmeyen muallimler” yerine geçecek mahallenin “talebeler”ini çıkarabilecek bir fırsattı. Bu proje Kemalist ideolojinin kalıplarını kıracak bir güce hiç ulaşamadı. O halde bu yeni dönem, neden yeni bir fırsat dönemi olmasın ve Bediüzzaman’ın “gaye-i hayal”i olan büyük füzyonu üretecek bir birleşmeye zemin olmasın?

Tarihin yeni başlangıçlarında herkes “vizyon”dan söz ederken öncenin sistemleşmiş yapıları da yeni vizyon yerine yeni kurumları önceleyeceklerdir. Bediüzzaman ise farkı ortaya çıkaracak füzyondan söz ediyor. 

Madde ile mânâ, akıl ile kalp, bilim ile din, san’at ile iman ikilileri “insan” üzerinde buluşacaklar; birleşecekler: “Medeniyet ve fazilet çarşısında; cep- hesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstüne kalb yazılan siyah veya pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.” (Münâzarât) dediği... 

Bu kutu Tesla’nın elektriği ya da Curie’lerin laboratuvarlarında ürettikleri gibi bir yüksek keşiftir: İki madde var, mezcettiriyorum: Bir tiryak-ı şâfî, bir elektrik-i muzi tevellüd eder. (Münâzarât) şeklinde bir füzyondur.

Bediüzzaman “sistem” kavramına sıkça vurgu yapıyor ve eğitimde farklı sistemler kurulması gereğini de kendi uygulamaları ile gösteriyor. “Hafız Ali sistemi ve takipçisi Hasan Feyzi ile onun sisteminin takipçisi Hoca Hasan” gibi.. “Halil İbrahim’in sisteminde Ahmed Feyzi’nin..” “Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeşi Süleyman” gibi... 

Hattâ şöyle anlatıyor: “Nur kahramanlarından Re’fet kardeşimiz, kendi sisteminde gayet ehemmiyetli Abdül’ehad namında bir büyük hocayı, Risale-i Nur’a tam bağlı bir kardeşi İstanbul’da bulmuş. Cenâb-ı Hak ikisini de daima muvaffak eylesin, âmîn!” (Emirdağ-1) ya da: “Alamescid imamı faal kardeşimiz İbrahim Edhem’in kendi sisteminde tam Nurcu olarak bulduğu vaiz Ali Şentürk’ün ve vaiz Osman Nuri’nin...” (Emirdağ-1) gibi...

Bir de; “doğru” füzyon etkisi üretebilecek, başlangıç noktasında buluşan fikirlerin “kutuplaşma” ile katılaşıp statik hale geçmesini önlemek için, bu fikirlerin “çarpışmaları” gerekiyor. Hadiste ifade buyurulan “Müsbet ihtilâf” karşıtların bir vasatta çarpışarak doğru oranda ve biçimde hakikatin bir anda yüksek bir enerjiyle tecellisini mümkün kılıyor. Zaten bu da “tevhid-i efkâr”ı netice verecek yöntemdir. Bu sebeple fikir meydanında kılıçlar keskin olmalı, ses çıkmalı... Evet her kafadan bir “ses” çıkmalı.. söz olmalı... neticede ittifaklar kurulmalı...

“Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukûlden hakikat tamamıyla tezahür eder.” (Mektubat)

Okunma Sayısı: 2589
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı