Cağaloğlu’nda Divanyolu Dergisi’nin düzenlediği ve moderatörlüğünü Muammer Erkul’un yaptığı MTTB konuşmaların ilki, hem gazetemizde hem de Can Kardeş dergisi’nde önemli katkıları bulunan Gürbüz Azak’la gerçekleşti.
Gürbüz Azak’ın konuşmasının son bölümüne yetiştim.
Yine o nazik ve beyefendi üslûbuyla tane tane edebiyatı, Türkçeyi ve Osmanlı nezaketini anlatıyordu.
Gürbüz Azak, çok değerli bir kalem... Bir Bab-ı Ali efendisi…
Bab-ı Ali dedik de… Bab-ı Ali’nin ne olduğunu şimdiki gençlere anlatalım;
Bab-ı Ali, Cağaloğlu’nda Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemi edebiyatçıların harmanlandığı yer.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Sadrazamlık binasına ve daha geniş anlamı ile dönemin hükümetine verilen isim... Bab-ı Ali günümüz diliyle Yüce Kapı anlamını taşır. Bilirsiniz, daha sonra Cumhuriyet döneminde Bab-ı Ali binası, Valilik binasına dönüştürüldü ve halen bu amaçla İstanbul halkına hizmet vermektedir.
BAB-I ALİYE ALTERNATİF; MİLLÎ BASIN
Osmanlı döneminde Osmanlı hükümetinin bu binada çalışması yeni ortaya çıkan Türk basınının haber kaynağına yakınlığı açısından, edebiyatçıların ve basının ünlü isimlerinin burada toplanmasına vesile olmuştur.
Bu yüzden edebiyatçılar ve eli kalem tutan muharrirler eserlerinin bir çoğunu burada yazmıştır.
Zira, Bab-ı Ali’nin bir diğer adı “İstanbul Basını” idi. Cumhuriyet sonrası Ankara, Bab-ı Ali’ye alternatif bir cephe oluşturdu ve adına “millî basın” demiştir.
BİZİM MESLEK VE DÂVÂ
Köprülerin altından çok sular aktı. Gazetecilik kavramı değişti. Radyo, televizyon ve internet medya yazarlığı gibi birçok alanda yeni yazarlar türedi. Ancak şu var ki, gazetecilik meslek itibariyle tartışılır hale geldi.
Kimi gazeteciler bu mesleği ‘namusuyla’ yapmaya çalışıp muhafazakâr değerleri korumaya çalışırken, kimi gazeteciler Cumhuriyet döneminin getirmiş olduğu şımarıklıkla palazlandı.
Bizim meslek, insanı yoldan çıkartan bir özelliğe sahip… Önce psikolojiniz değişir, sonra algı dünyanız.
Kendimizi birden önemli, vazgeçilmez hatta muktedir görmeye başlarsınız. İktidar ve hükmetme duygumuz fikirlerimizi ve duygularımızı kuşatır.
Güç-konum kaygısı, konfor-ilişkiler dörtlüsü herşeyi belirleyen ilke haline dönüşür.
Yola çıkarken taşıdığımız duygu ve düşünceler, büyük idealler bir bir dökülür yollara. Bu da bize bedel olarak geri döner.
Hiçbir değer üretemeyen, var olan hiçbir değeri koruyamayan eksen kayması yaşayan mürekkepsiz kalemlere dönüşüveririz.
Eski gazetecilerden Galip Erdem’in kendi camiası (ülkücü) için yazdığı bir kitaptaki şu sözleri hayli düşündürücü:
“Bizler ‘dâvâ’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu, ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ‘Dâvâ’yı dağın eteklerinde unutmuştuk!? Meğer biz dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.” (a.g.y., Ülkücülük nedir?)
BAB-I ALİ VE EDİPLER
Bab-ı Ali denince aklıma Bediüzzaman’ın “Edipler edepli olmalı” sözü de gelir.
Bab-ı Ali’deki bazı yazar çizer takımı, İslâm âleminin durumunu ve kültürel yapısını göz ardı etti. Sefih medeniyeti empoze etmek için birçok “değerlerden” taviz verilmesi gerektiğini yazdı... İşte Bediüzzaman Hazretleri burada devreye girerek, “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı” diyerek ikaz etti.
Yol gösterdi Bediüzzaman; “Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanındaki hiss-i diyanet ve niyet-i halisa tanzim etmeli” diyerek tarafsız, dini hassasiyet taşıyan ve doğruları yazan kalem ehline seslendi. (Divan-ı Harb-i Örfi)
Hatta, İstanbul’da gazete çıkaranlara taşrayı İstanbul’a, İstanbul’u da Avrupa ile yanlış kıyaslarda bulunduğuna dikkat çekti. Böylece “efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz” der. Dahası, “Şahs-i garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira, elif-ba okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu karı libası yakışmaz” diyerek dönemin “edip” diye geçinen yazarlarına ayar verdi.
Bu hamur çok su götürür.
Gürbüz Azak, Bab-ı Ali yıllarını anlatırken, işte bu düşünceler aklımıza geliverdi.