"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Reyhanlı'nın Reyhanı - 5

14 Ağustos 2023, Pazartesi 11:18
-Nureddin Tokdemir ağabeyin vefatının beşinci yılı anısına-

ANMA - Feyzullah Ergün - Yasir Özer

Reyhanlı’nın Reyhanı Nureddin Tokdemir’i ebediyet yurduna yolcu edişimizin üzerinden beş yıl geçti. Ancak geride bıraktığı hatıralar ve hizmetler zihnimizin en kıymetli yerinde bütün canlılığı ve tazeliği ile duruyor. Her kesimden insana muhatap olabilme kabiliyeti, üslubundaki ikna edicilik ilk bakışta öne çıkan özelliklerindendi. Hoş sohbeti ve samimiyeti sebebiyle bir anda muhatabının kalbine girebiliyordu. Soranlara; “Kardeşim, muhatabınızın mahiyetini anlamak istiyorsanız, daha çok onu konuşturun. Sakin ve kendinden emin bir tarzda, gülümseyen bir yüzle, yerine göre teşekkür ederek ve yerine göre de özür dilerim diyebilecek toleranslı bir havada rahatlatarak… Muhatabı negatif diyalog ortamında boğmaya çalışmamalı. Böylece muhatabın kalp ve ruhuna nüfuz edilebilir.” derdi.

Nureddin Tokdemir Ağabeyi rahmetle yâd ederken, okuduğu bir Risale-i Nur dersini istifadeye medar olması adına sizlere takdim ediyoruz.

***

Kıymetli arkadaşlar,

Hz. Musa aleyhisselam, Firavun’un şerrinden inananları kurtarmak için Kızıldeniz’e doğru yürüyor. Firavun da en az 10.000 kişiyle onu takip ediyor. Ve nihayet Kızıldeniz’e vardığında on iki yol açılıyor. Daha önce Haman’a “Acaba hakikaten de Hz. Musa’nın dediği gibi böyle tasarrufta bulunan biri var mı?” diyerek kule yaptıran Firavun, bu sefer de “Kudretime bakın! Bu deniz bana açıldı.” diyor ve Musa aleyhisselamla inananların peşinden gidiyor, deniz o anda üzerine kapanıyor. O anda “Musa’nın Rabbi’ne inandım!” diyor; ama istiğrak yani tam boğulma halinde iken...

Bu ceset British Müzesi’nde çürümemiş halde aynen duruyor. Bu ayet-i kerime Mekke’de inmiş. Asırlar sonra tefsiri ortaya çıkacak  olan bu ayette Cenâb-ı Hak “Bugün ben senin bedenine necat verdim” diyor. Yani, “Sen çürümekten kurtarılacaksın.”

Bu iman makbul olmadığı hâlde Cenâb-ı Hak, “Siz madem mumyalamak suretiyle bedeninizi korumak istiyorsunuz, ben de senin bedenine necat vereceğim.” diyor.

Bu ayet-i kerime ile tarihi bir mucize gösterildiği gibi Üstad da bu mûcizat-ı Kur’aniyeyi şöyle açıklıyor:

“Bugün senin cesedini kurtaracağız.” (Yûnus, 10/92) gark olan Firavuna der: ‘Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim.’ ünvanıyla, umum Firavunların, tenasüh fikrine binaen, cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensâl-i âtiyenin temâşâgâhına göndermek olan mevtâlûd, ibretnümâ bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşf olunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret i gaybiyyeyi bir lem’a-i i’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.” (Sözler, 25. Söz)

Geçenlerde bir hoca bu meseleye değindi. Ancak orada Üstadın değindiği ince bir noktayı atladı. Üstad diyor ki “Firavun’un getirdiği iman makbul olmamasına rağmen, yine de imanın mahiyetine hürmeten, onun bedenine necat veriyor.” (Konferans, Y. A. N, s.114-115) Demek iman Allah indinde ne kadar kıymetli ve onun indinde nasıl bir azamet taşıyor. Onun için Nur talebeleri okuduğu eserin değerini bilmeli ama bunun ilmelyakin, aynelyakin ve hakkalyakin mertebeleri var. Bunun da tek yolu çok okumaktan geçiyor. Cehaletimizi okuyarak bertaraf etmeliyiz. Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde, makalelerinde bunların tahlilini yapıyor.

Bakınız, üç düşmanımızı şöyle nazara veriyor: “Birincisi: Fakr ki, İstanbul’daki kırk bin hamalın vücudu o düşmanımızın numune-i tasallutudur.”

O günlerde fakirliğin musallat olmasıyla 40.000 bin kişilik bir hamal sektörü oluşmuş. Geçimini sağlamak için çoluğu çocuğu memleketine bırakıp İstanbul’a gidiyorlar. Çok insan böyle değil mi? Üstad Münazarat’ta, “El-kâsibu habibullah” ve “leyse lil insani illa ma sea” yı nazara veriyor.

Maalesef bu iki tane büyük hazineyi bize kimsenin anlatmadığından bahsediyor. “Ümmeti ümmeti” diyen bir Resulullah’ın ümmetiyiz. Kazanıp çalışan Allah’ın sevgili kuludur ve insan için şahsi çalışmasından başka bir şey yoktur. Üstad Kastamonu Lahikası’nda bunu teşebbüs-ü şahsinin bir ünvanı olarak ifade ediyor. 

Yine Münazarat’ta bütün meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvasının “meylü’r-rahat” olduğunu söylüyor. Bunu bir “cellad-ı sahhar” yani sihirleyen, hipnotize eden, zehirleyen, sonra da götüren bir cellada benzetiyor.

Bugün internet, telefon, tablet... Her birisi tam bir cellad-ı sahhar. Bağımlılık seviyesinde kullanılıyor ve netice olarak da ümmeti kaybediyoruz. Çünkü insanı sefalete atıyor. Çalışmayan bir adamın sonu, geleceği nedir: Sefih olmak.  Onun için de bunun bir çaresi var: “leyse lil insani illa ma sea” .

Arkadaşlar, bugün en büyük sıkıntılarımızdan birisi  meylü’rrahat. Konforizm o kadar artmış ki evin dışına çıkamıyor, derse gidemiyoruz. Hâlbuki “Rahat olmak yok!” Bir kardeşin dediği gibi rahat değil de müsterih olmak lazım. İnsan vazifeyi yapacak vazife-yi İlâhiyeye karışmayacak, “Elhamdülillah elimden geleni yaptım.” diyecek. Birinci düşmanımız bu.

“İkincisi: Cehil ki, birinci düşmanımızın istilâsına büyük bir yardımcıdır. Zebun-u fakr olan o kırk bin hamalın içinde binde biri bir gazeteyi okuyamıyor ki, bir tarik-ı necat bulsun.”

Üçüncüsü de çok önemli. İslâm âleminin kurtuluşu buradan geçiyor: “Üçüncüsü: İhtilâf ve muadat-ı cahilânemizdir ki, biz birbirimizle boğuştukça bir terbiyeye bihakkın kesb-i istihkak ediyorduk.”

Muadat, birbirimize düşmanlık yapmaktan geliyor. Adâvet yapıyoruz. Üstad bunun sebebi cehalet diyor. İşin doğrusunu bilmiyoruz. Yeni Asya’da çıkan bir yazıda Prof. Dr. Adil Bebek, “Tehlikeli olan bilmemek değil, esas olan yanlış bilmek en büyük cehalettir.” diyor ve bilhassa dinle ilgili yanlışların daha yakıcı olduğunun altını çiziyor. Kişi bilmeyince bilhassa yanlış bilgisi dinle ilgili ise bu sefer yanlış bildiği dini, sana dayatıyor.

İşte bu bilgisizliğe dayanan düşmanlık bizi çok perişan ediyor. Biz de düşmanlık ile, muadat-ı cahilâne ile birbirimizle boğuştukça içimize ihtilaf giriyor ve terbiyeye kesb-i istihkak ediyoruz.

Bakın, okudunuz; Ban Ki-mun buradan ayrılırken, “Bunlar (büyük devletleri kastediyor) menfaatleri için devletleri feda ediyorlar, Suriye feda edilmiş bir devlettir.” dedi. 

Zamanında dostluk olsun diye tarım arazisine çevirdiğimiz Suriye sınırına bugün duvarlar örüyoruz. Hâlbuki Ortadoğu’ya giden yol Suriye’den geçer. Suriye’yle, Mısır’la bozuşamazsın. Bunlar Arap milliyetçiliğinin temerküz ettiği Baas Partileri’yle idare ediliyor. Şimdi her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Şu meydandaki Suriyelileri görünce hanginizin içi yanmıyor? Biz azap çekiyoruz. 

Demek ki kitap elimizden düşmemeli. Eskiden otobüste bile bir adam eline bir kitap alır, hem okur, hem tefekkür ederdi. O yüzden bu ezberi bozmak adına bu emri dinlememiz lazım. Cevdet Said şöyle diyor: “Biz değişmedikçe toplum değişmez, biz değişmedikçe dünyaya hükmedemeyiz. Bu nedenle Müslümanlar değişmeli.” Cevdet Said’in kitaplarında en çok üzerinde durduğu konu okumaktır. “Bu dinin ilk emri okumaktır. Bugün maalesef en çok kitabın yazıldığı ülkeler Batı ülkeleridir. Allah (c.c.) okuyun, diyor ama Müslümanlar inatla okumuyor, inatla yazmıyor.”

“Üstad, bir gün talebeleri ile birlikte Barla’ya giderken, yorgun argın işten dönen köylüler onu görünce hemen yanına gelip etrafını sarmışlar. Kısa bir selâm-kelâm sohbetinden sonra, onların kendisinden nasihat dinlemeye hazırlandıklarını görünce gülümsemiş ve nasihat vermek yerine bir soru sormuş:

‘Eve gidince Risâle okuyabiliyor musunuz?

‘Pek okuduğumuz söylenemez Hocam.’

‘Günde en az otuz sayfa okumalısınız.’

‘Okumamız gerekir ama okuyamıyoruz.’

‘Yirmi sayfa da mı okumuyorsunuz?’

‘Hasat zamanı olduğu için mütemadiyen çalışıyoruz.’

‘On sayfa okuyorsunuzdur herhalde?’

‘Ne yazık ki.’

‘Beş sayfa?’

‘Maalesef.’

‘Bir sayfa da mı okuyamıyorsunuz?’

Köylüler sessizleşip mahcubiyetle birer ikişer başlarını önlerine eğince, şartların zorluğunu ve köylülerin işlerinin çokluğunu bilen Üstad, onlar için özel bir tavsiyede bulunmuş, ‘O zaman, şimdi sizden yapabileceğiniz bir şey istiyorum. Eve gittiğinizde biraz dinlendikten sonra okumak maksadıyla Risâleyi elinize alın, kapağını açıp kapayın’ demiş.

Sevinçle, ‘Tamam efendim, onu yaparız işte’ demişler.

Bu durumu soran talebelerine de ‘Risâle-i Nur’da öyle bir câzibe var ki, açtılar mı kapatamazlar.’ demiş.

İzzetbegoviç de diyor ki “Ben olsam Müslüman Doğu’daki bütün mekteplere eleştirel düşünme dersleri koyarım.” Eğitim sistemimizde böyle bir ders yok.

Taha Akyol diyor ki “Bediüzzaman İslâm tefekküründe bir teceddüdü gerçekleştirdi. Hepimizi bir araya getirerek ortak platformları çoğalttı.” Bir vesile ile Mustafa Akyol’la görüşmemizde fırsat bulup konuştum. Dedi ki “İslâm âlemi Bediüzzaman’ın siyaset topuzu anlamındaki noktadan çıkıp, ‘Nur’a dönmedikçe ‘yukarıdan aşağıya dindar yapacağız’ tarzıyla İslâm âleminin kurtuluşu mümkün değil.”

28 Şubat’ta ‘Bediüzzaman haklı çıktı’ diyerek itirafta bulunmadılar mı? Şimdi de haklı çıktı. Bediüzzaman siyasette hürriyetçi-demokrat çizgiyi takip ederek onları Risale-i Nur’a dost, hadim, hizmetkâr yapmak için uğraşıyor. Bizim Siyasal İslâm’dan ayrıldığımız ana nokta budur. %60-70 kriter koymasına rağmen ikinci paragrafta yine de ona tam cevaz vermiyor.

Kıymetli arkadaşlar, şimdi size meşhur Nahda’nın kurucusu Gannuşi’nin fikirlerinden bahsetmek isterim. Ancak öncesinde şunları ifade etmek istiyorum:

Bakınız, İhvan-ı Müslimin, Hasan El-Benna isminde bir İslâm alimi ve altı arkadaşı tarafından kuruldu. Siyasi ve dini bir mahiyet arz ediyor. İslâm şeriatı ile hükmetmeyenleri tekfir ediyor ve silah, kuvvet dahil onlarla mücadele etmeyi meşruiyet alanı içinde görüyorlar. Özellikle II. Dünya Harbi’nden sonra binbir belaya uğradılar. Sonuçta bir kısmı tam radikalleşti, bir kısmı pasifleşti. Böylece bir türlü hadd-i vasatı bulamadılar. Mısır’da, Suriye’de bunlar yüzünden ne yangınlar oluyor.

Üstad Hazretleri bu sebeple “Ed-Difa” gazetesinden bir bölümü, önemine binaen hem Tarihçe-i Hayat’ta hem de Emirdağ Lahikası’nda neşrettirmiş.

Gannuşi, seçime kuvvetli bir şekilde giriyor ve seçimi alıyor, şöyle diyor: “Bölgedeki tüm İslâmcılara daha açık olmalarını ve diğerleriyle uzlaşı içinde çalışmalarını tavsiye ediyoruz. Çünkü diktatörlüklere karşı ulusal birlik ve ulusal direnç olmadan, özgürlüğe ulaşılamaz. Müslümanlarla, Müslüman olmayanlar; İslâmcılarla, laikler arasında hakiki bir uzlaşma olmalı. Diktatörlükler, tüm partilerin karşı karşıya gelmesinden beslenir. Bu da kimsenin kazanamadığı, herkesin kaybedeceği bir iç savaş ve kaosa yol açar.”

Bunları söyleyen kişi İhvan-ı Müslimin, ancak tecrübeler bu kişiyi bu noktaya getirmiş. Üstadın dışında bu meselelere böyle bakan olmamış.

Gannuşi aynı konuşmada şöyle devam ediyor: “Geçen hafta parti kongresinde sivil bir parti fikrini benimsedik. Böylece İslâm’da neyin mukaddes, neyin serbestçe yorumlanabilir olduğunun ayrımını daha iyi yapabileceğiz. (…) Câmiler siyasi partilerin kapışma yeri değildir. Câmiler Müslüman toplumunu bölmemeli, birleştirmeli. Câmilerde en ufak bir siyasi propagandadan bile kaçınmamız gerekiyor. (...) Dindarlığı kullanarak insanları yanlış yönlendirmemeliyiz.”

Geçenlerde Deniz Baykal bir yerde hata yaptı, Medresetüzzehra’yı Hoca ile karıştırdı. Biz de kendisinden randevu alıp “Beyefendi zatınızı itham değil ama bir bilgi eksikliği olabilir. Müsaadenizle bu alanın içinde olan insanlar olarak size arz etmek istiyoruz.” deyip Medresetüzzehra ile alakalı dökümanlarımızı önüne koymalıyız. Kabul eder, etmez; ama kavl-i leyyinle, nezaket içinde, haddimizi bilerek ve güzel bir tevazu fakat vakarlı bir duruş ile bunu izah etmeliyiz.

Şimdi arkadaşlar, son bir olayı okuyacağım bu güncel bir konudur. Burada bu işin tedbirini eğer Risale-i Nur talebeleri, şuurlu, okumuş insanlar, cemiyetin her yerinde paylaşmadıkça Türkiye, Gannuşi’nin dediği gibi kargaşaya doğru gidebilir:

“Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez. Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve âkıbeti hatarlıdır. 

Evet, bugün Bolşevizm bitti ama fikriyatı devam ediyor, ırkçılık fikrini kırıyor. Bazıları “Biz İslâmiyet’i kuvvetlendirmek için bunu milliyet fikri ile takviye edeceğiz” diyor. Hâlbuki ayette “Bugün sizin dininizi tamamladım.” diyor.  İslâmiyet’in Türkçülükle başka bir fikirle takviyesine yer yok. Bediüzzaman Hazretleri izahı yaptıktan sonra “fakat” diyor. Bütün bu “fakat”lara çok dikkat etmemiz gerekiyor. “Fakat” dedi mi, “Acaba hükmünü nasıl verecek?” dememiz gerekiyor. 

“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.

Üstad herkesi Türk unsuru içerisinde görüyor. Üstad kadar bu işi birleştiren biri yok. Çünkü bu üst kimliktir, hepimiz orada toplanmışız. Bu ırkçılık değildir. Onun için Üstad 26. Mektup’ta “Ey Türk kardeş bilhassa sen dikkat et!” diyor. “Nerede Türk varsa Müslümandır, Müslümanlığını terk eden Türklükten dahi çıkmıştır” diyor. Bu şekilde kim birleştirmişse hepsi aynı kategori içindedir.

Kabil-i iltiyam ne demek biliyor musunuz? Kapanması mümkün olmayan…  Eğer böyle giderse öyle bir parçalanma olur ki bunun tedavisi mümkün değil.

Arkadaşlar, Ünal Erkan bölgeye olağanüstü vali olarak görevlendirildiğinde Süleyman Demirel’in yanına çıkıyor ve “Sayın Cumhurbaşkanım. Bölgeyi çok iyi bilmiyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?” deyince, Demirel kendisine, “Orada Risale-i Nur talebelerini bul, onlarla görüş. Onların Kürt’ü, Kürtçü değil, Türk’ü de Türkçü değil. Onlarla her türlü hasbi görüşmeni yapabilirsin.” diyor.

Arkadaşlar, Risale-i Nur talebesi her zaman aranan insandır. Hâlbuki Üstad Hazretleri baba tarafından Hasanî, anne tarafından Hüseynî, iki tarafı da Ehl-i Beyt… Yezid'in Ehl-i Beyt’e düşmanlığından kaçıp gelmişler, kuş uçmaz kervan geçmez dağların başına sığınmışlar. Ne zulümler yapılmış Ehlibeyt’e. Bu Şia meselesini de çözecek tek merci Risale-i Nur’dur. 

Bakınız, Tahran’da bir panel yapıldı. “Biz bunları hiç bilmiyoruz” diyorlar. Çünkü “Neden önce değil de sonra halife oldu?” diye tarihe takılıp kalmışlar. Hz. Hüseyin ile Kerbela’da yanıp gidiyorsun ama Hz. Hüseyin ne istemiş; Hürriyet-i şer’iye…

Arkadaşlar Risale-i Nur bir istikametin adıdır, hadd-i vasatın adıdır, her türlü ifrat ve tefritten bizi çıkarmış vasat ile irtibatımızı kurmuş bir istikamettir. Bunu elde edebilmek için çok okumamız gerekiyor, başka yolu yok.

Son günlerde iki kişi çıktı: Birisi CHP’den Tanrıkulu, diğeri de AKP’den ve eski Demokratlardan Galip Ensari… Bediüzzaman Hazretleri’nin “Kürt sorununun ileride nasıl bir tehlike ortaya çıkaracağını görmüş büyük bir insan” olduğunu söylüyorlar. İkisini de tebrik ettim.

Tanrıkulu’na, “Eğer Üstad Hazretlerinin teşhisleri istikametinde bir tedavi yapılabilseydi, bugün Doğu bu şekilde kaynamazdı.’ diyorsunuz. Bu bir hakikati teslim etmektir. Onun için sizi tebrik ediyorum” dedim.

Galip Bey de aynı şekilde “Ben Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir vizyon sahibi olduğunu zaten biliyorum” dedi. 

Okunma Sayısı: 5362
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İ. Seyda

    14.8.2023 14:31:11

    Reyhanlı'nın Reyhanına Allah'tan rahmet ve mağfiret dileriz. Mekanı cennet olsun. Büyük hizmetlere vesile oldu. Sebep olan yapan gibidir kaidesiyle, külli inşirahlardan o da nasiplenecek inşallah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı