Gecenin sabaha yakın vaktinde, komünizmin, dinsizliğin, anarşinin toplumu kasıp kavurduğu şu helâket ve felâket asrında, Allah bizi çaresiz bırakmamış Bediüzzaman Said Nursî’yi, müceddidler halkasının sonuncusu olarak göndermiş.
Gecenin bu vaktinde ölmüş, kabrin karanlığına, sıkıca saran toprağın bağrına terk edildiğimi ve dünyada kalan bütün eserlerimin de unutulduğunu düşündüm. Dünyanın karmakarışık uğraşmaları, boşa giden yıllar, kırılan kalbler, düşmanca çekişmelerin kabirde bana hiç faydası olmadığını hissettim. “Sen iman fetvasını selâmete kavuşmayı bekleyenlere niye tebliğ etmedin” diye hiddete gelen toprağın sıkmasıyla duyduğum dehşetli acıyla öyle bir çığlık attım ki, o tefekkür halinden irkilerek ayıktım. Oturduğum koltukta birkaç saat önce bir kardeşimle aramızdaki çekişmeyi düşündüm. Ben birisinin hatasıyla, onun yakınlarını suçlamanın zulüm olduğunu söylüyordum. Meşreben benden farklı bu kardeşimiz lâkayt ve kaygısızca; “Hani nerede zulüm?” deyiverdi.
Aman Allah’ım? Tarafgirlik insanı bu kadar mı körleştirir?
Malûm “yapan bilir, bilen konuşur.” Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur ne diyor? Hakikati oradan öğrenmek lâzımdır diye düşündüm.
“Aziz, sıddık kardeşlerim! Bu dünyada hususan bu zamanda, hususan musîbete düşenlere ve bilhâssa Nur şakirdlerindeki dehşetli sıkıntılara ve me’yusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır.
Mabeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatımı ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeğe karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki: Sekiz gündür Nur’un iki rüknü zahirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdisenin bu sırada benim kalbime verdiği azab cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El-Eman, el-Eman! Ya Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadâkat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur.” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.” (Hizmet Rehberi, s. 42)
Sabah namazı ve tesbihatını eda edip, herkes için başlayacak yeni günü bir elektrik düğmesine dokunur gibi aydınlatmak lâzımdı. Bu günü hem bütün günlerimizi hayattar kılmak için, hayatımızı imanla hayatlandırmalı, feraizle zinetlendirmeli, günahlardan çekinmekle muhafaza etmeliyiz vesselâm.