Ülkemize ve sair İslâm ülkelerine tesir eden yabancılaşmanın, Batıyla münasebet kurmak ve Batıyı öğrenmekle eş manalı olmadığı düşüncesindeyim.
Gazali döneminde, suskunluk ve durgunluk değil, faaliyet ve dinamizm mesele olmaktaydı. Şimdiyse, gerileme ve içe kapanış problemi içinde yaşıyoruz. Batıya bağımlılığımız ne kadar gelişip artıyorsa, Sünnet de o nisbette tatbik edilmez oluyor, hayatımızı bid’atlar kuşatmaya başlıyor.
Sünnet olmadan, bir İslâm cemiyetinin can alıcı darbeler yiyeceği şüphesiz. Yabancılaşma ise, sünnetleri sosyal hayattan koparıyor. Bu gidişin son bulması için, Batının düşünce temellerini anlamamız gerektiğine inanıyorum.
Batı için felsefe, ilim ve rasyonalizm vazgeçilmez üç kaynaktır. Felsefe hakikat arayışı içinde gerçeğe yaklaşmayı değil, gerçekten uzaklaşmayı getiriyor. İlim, vahiy gerçeklerini çürütmek maksadıyla kullanılıyor. Rasyonalizm ise, aklı putlaştırıp metafizik duyarlılığı reddetmenin ifadesi bir ekoldür. Birer Batılı oldukları halde, Bergson ve Pascal, rasyonalizmin kısırlığını itiraf etmişlerdir. İmam Gazali, “Aklımı gerdim gerdim, çatlayacak hale getirdim ve sonra anladım ki, akılcı olmakta kurtuluş yoktur. Kur’ân ve Sünnete sarıldım, kurtuldum” diyor. Felsefe ve rasyonalizmde mutlak doğrunun, İlâhî vahyin yeri yoktur.
Yabancılaşma, ilk hamlede Batının ilim ve teknolojisini alma gerekçesiyle başladı. Ardından Batının kültür ve medeniyet mirası geldi. Batı hatadır, bizim için şifa reçetesi olamaz. Bize düşen, Âkif’in dediği gibi, asrın idrakine İslâmı söyletmektir.