"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bedeli kim ödüyor?

Faruk ÇAKIR
26 Haziran 2016, Pazar
Avrupa Birliği üyelerinden İngiltere’de yapılan referandumda ‘ayrılalım’ kararı çıkması elbette önümüzdeki dönemde çok tartışılacak, ama Türkiye’nin AB macerası bu referandumdan bağımsız olarak devam ediyor.

İngiltere’deki referandumun Türkiye-AB ilişkilerine elbette ki etkileri de olacaktır.

İngiltere’deki gelişmelerden bağımsız olarak Ankara ile Avrupa Birliği arasında epeydir soğuk rüzgârlar esiyor. İdarecilerimiz Avrupalı yöneticileri kınayıp rest çekiyor, ama acaba bu krizin faturasını, bedelini rest çekenler değil millet ödüyor.

Maalesef bu tartışmada kamuoyuna söylenenler ile gerçekler birbirinden farklı. Acaba, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etmemesinin tek sebebi ‘İslâm ülkesi’ olması mıdır? Yoksa her 10 yılda bir darbe süreci yaşanmasının da tesiri var mı? Her defasında ifade etmeye çalıştığımız üzere Türkiye’nin önüne bahaneler seren “İkinci Avrupa”ya kızalım, ama önce kendi vazifemizi de yapalım. 2016 yılında bile hâlâ darbe anayasası ile idare edilen bir ülkenin başkasına kızmadan önce kendisini düzeltmesi gerekmez mi? AB’nin yaptığı değerlendirmeleri bir an için unutalım ve hak, hukuk ve adalet noktasında bulunduğumuz noktayı bir düşünelim. Bulunduğumuz noktadan idarecilerimiz memnun mudur? Pek çok beyanlarında mevcut durumdan memnun olmadıklarını onlar da açıklamıyor mu? Bugün, yarın, bu ay, bu yıl diyerek yıllardan beri darbe anayasasından kurtulmadığımız belli değil mi?

Son zamanlarda AB’ye kızıp rest çekenlerin yıllardan beri “AB taraftarı” açıklamalar yaptığı bilinmiyor mu? AB’ye üyelik yolunda atılan müsbet adımlardan sonra ya da AB canibinden gelen olumlu mesajlardan sonra övünenleri unutalım mı? Aynı şekilde AB’ye itiraz edenler AB ile anlaşma yapıp vizelerin kaldırılmasını arzu etmediler mi? Yarın bir gün AB canibinden müsbet bir mesaj gelse bugün rest çekenler yine sevinmeyecek mi? Sadece bugünü değil, yıllar sonrayı düşünüp öyle adım atmak gerekmez mi?

Son tartışmaların Türkiye ile AB arasındaki ilişkiyi 12 yıl geriye götürme ihtimalinden bahsediliyor ki bu milletin kaybetmesi anlamına gelir. 

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından hazırlanan “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” başlıklı rapor ve beraberindeki karar metninde, son zamanlardaki siyasî gelişmeler sebebiyle Türkiye’nin, Avrupa Konseyi üyeliğinden kaynaklanan siyasî ve hukukî yükümlülüklerini yerine getiremez bir ülke haline geldiği ve demokratik kurumların işleyişini tehdit ettiği ileri sürülmüş. (http://www.dw.com)

Dikkat edilirse hukuk noktasındaki sıkıntılar her kademede önümüze çıkıyor. Raporlara itiraz etmek de bir yoldur, ama eksikleri tamamlayıp ‘evimizin önünü süpürmek’ daha isabetli olmaz mı?

Türkiye, AB’ye üye olmak istese de istemese de, onlar kabul etse de etmese de pek çok konuda ciddî reformlar yapmak durumundadır. Elbette bu reformlar daha iyi, daha güzel, daha doğru yönde olmalı. Geçmişteki yanlışları aratacak şekilde adımlar atılması reform olarak sunulmasın.

Bir rey sahibi olarak idarecilerin kızgınlıkla söyledikleri sözlerin, attıkları adımların bedeli ödemek istemediğimizi ifade ediyoruz. 

Yanlış adım atanlar bedelini de ödesin. 

Okunma Sayısı: 1440
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı