12’nci yüzyıl sonlarına kadar Batı’da, sadece hasta kabul eden ayrı binalar mevcut değildi. Müslüman hastahanelerine benzer şekilde, yalnız hastalarla onların bakım ve tedavilerine mahsus müstakil hastahane binaları, Batı’da ancak haçlıları takiben kuruldu. Kendisini Hıristiyan olmayan bir doktora, bir musevî veya bir Müslüman’a tedavi ettiren, kiliseden afaroz edilip tard olunur. Zira burada, “umumî selâmet ihlâl ve tehdit olunmuştur.” anlayışıyla kurulan hastahanelerden önce, 11’inci asırda Kahire Etibba Odası’nın başkanı tabib İbn-i Rıdvan “Doktor, düşmanlarını da aynı ruh, aynı alâka ve ihtimamla tedavi etmelidir. Bu suretle onları tedaviye çalışırken, sevmelidir.” sözleriyle mevcut farkı belirtmiş oluyordu.
Batı tababeti bu durumda iken, “Biz en iyi, başarılı tedavinin, hastanın zihnî ve ruhî kuvvetlerini takviye eden, cesaretini ve mücadele kuvvetini arttıran, muhitini güzel ve hoşa gider tarzda tertipleyen, müzik dinleten, onu sevdiği kimselerle bir araya getiren tedavi olduğunu, düşünmeye mecburuz.” diyen İbn-i Sina’nın modern görüşü ibret vericidir.