30 Mart seçimleri sona erdi. Sonuçlar büyük ölçüde şekillendi. Vatana millete hayırlı olsun. Bundan sonra elbette ki hizmet yarışı başlayacak, seçilen bütün üyeler millete hizmet etmek için seferber olacaklar. En azından her seçim sonrası beklenen budur.
Ancak 30 Mart seçimleri biraz farklı gibi. Zira şimdiye dek böylesine gergin ve stresi yüksek bir seçim yaşamadık. Gerek iktidar kanadında, gerekse muhalefet kesiminde, gerekse halk kitleleri arasında çok büyük bir gerilim yaşandı. Seçimler bitmiş olmasına rağmen bu gerilim devam etmekte. Hatta dindarlığı öne çıkmış AKP gibi siyasî bir kurum ile Cemaat diye vasıflandırılan Gülen hareketi arasındaki gerilim tansiyonu olabildiğince yükseltti. Seçim sonrasındaki beyanlar ve sokaklara yansıyan görüntü hiç de iç açıcı değil. Sanki taraflar gerilimi arttırmak için özel bir itina gösteriyorlar. Bu da milletin arasına kin ve nefret tohumlarının ekilmesine vesile oluyor. Sonra da bakıyorsunuz bir noktadan patlamış oluyor toplum.
Gerilimi yükselten, karşısındaki bütün kesimi olabildiğince tahrik eden elbette ki iktidar partisi. İktidar partisinin üst yöneticileri adeta gerilimden besleniyorlar. Bilhassa Sayın Başbakan bunu bilerek yapıyor gibi. Anlaşılan o ki kazanmak uğruna her şey mübah görülüyor. Her türlü değer rahat bir şekilde kullanılıyor. Bakın Başbakana... Bu yıla kadar ancak üç kez ağzına aldığı Bediüzzaman ismini bütün seçim mitinglerinde kullandı. Mazisini bilmeseniz, zannedeceksiniz ki bu kişi bir Bediüzzaman aşığı...
Halbuki hiçbir şey olmasa dahi toplumu gererek, insanları menfaatine uymadı diye akıl almaz bir şekilde itham ederek, kitleler arasına kin nefret tohumu ekmeye çalışarak yapılmaya çalışılan şey; bizzat Bediüzzaman Hazretlerinin şefkat, merhamet, fedakârlık, dinî ve kutsal değerleri siyasete âlet etmemek, affetmek; cemiyet hayatında saygı, sevgi ve muhabbet gibi rabıtaları esas almak gibi temel prensiplere zıttır. Fiillerin sözleri tasdik etmesi gerekiyor. Yoksa samimiyet imtihanında sınıfta kalmak ihtimali var.
Fakat her şeye rağmen, her şey milletin önünde cereyan etmiş ve malûm netice alınmıştır. Millet iradesine saygı göstermek gerek. Ancak bu saygı bazı temel problemleri gündeme getirmeye de engel değil, hatta zarurî. Zira bundan sonraki seçimlerde millet iradesinin tam olarak ve doğru bir şekilde tecelli etmesi ve demokratik siyasî yapının daha da güçlenmesi için bazı temel meseleleri tartışmak zarureti var.
30 Mart seçimleri açık ve net olarak göstermiştir ki, ülkemizde bir iktidar probleminden çok bir muhalefet problemi vardır. Zaten iktidarı da böylesine hukuksuz ve haksız bir zemine iten dengeli, makul, iktidar için gerçek bir alternatif olma durumunda olan bir muhalefet hareketinin olmayışıdır. Bakın gelişmiş ülkelere, orada mutlaka ki muhalefetin iktidara gelme potansiyeli çok yüksektir. Almanya, ABD, İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkelerdeki siyasî yapı sözlerimize en büyük delildir. Ülkemizde ise bu günkü şartlarda muhalefetin iktidar olma ihtimali sıfıra yakın gibi bir şeydir. Bu da iktidar partisini alternatifsiz hale getirirken, siyaseti de fiilî olarak “bir tek parti veya tek adam siyasetine” doğru itmektedir. Bu ise siyasî yapı için çok ciddî bir problemdir.
Çözüm ise açık ve nettir:
Makul, merkezde, geniş kitleleri kucaklayan, inançlara saygılı, kutsal değerleri siyasete âlet etmeyen, maddî ve manevî kalkınmaya öncülük edecek, açık rejim taraftarı, hukukun üstünlüğüne inanan ve hukuku hakça uygulayan, adalet prensiplerine bağlı bir siyasî harekettir. Buna demokrat hareket deyin, muhafazakâr merkez siyaset deyin, kitle partisi deyin ve ne derseniz deyin, siyasetin çözümü bu. Böyle bir alternatifin bugün için tesisi çok zor olsa da imkânsız değildir.
Bu konuda Yeni Asya fikrî anlamda öncülük edebilir. Zira 12 Eylül ihtilâli sonrasında siyasetin tekrar meşrû zeminine oturması için yapılan o büyük mücadele benzeri, yine siyasetin aksayan yönlerinin düzelmesine ve siyasetin temellerinin meşrû zeminlerde yeniden tesis edilmesine vesile olacak büyük ve etkili bir faaliyet yapılabilir.
Bu nasıl bir faaliyet olabilir? Merkez siyasete yakın milletvekili, eski siyasetçi, fikir adamları, akademisyenler ve basın mensuplarından görüşler mi alınabilir? Bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılarak toplumun geniş katmanları harekete mi geçirilir? Bu konuda her ne yapılacak ise, yapılacakları da gazetemizin tecrübeli çalışanlarına ve içtimaî hayatın düzelmesi için kafa yoran komisyonlarımızdaki değerli üyelerin görüşlerine havale ediyoruz.