RAMAZAN DEYİNCE...
Her şey baharın neşvesi gibi… Umudun topraktan yeni yeni filizlenmesi, başını çıkarması, boy vermesi gibi… Hem rüzgâr hem toprak gibi… Hem kıpır kıpır yerinde duramayan bir şahbaz, hem de mutmain, gönlü sükûnet dolu bir derviş gibi…
Şevkin tutuşturduğu ruhlar bir Kehkeşan gibi giriyor Ramazana. Şevkle donanan kullar, bir besteyi dinler gibi eğiyor nefsini. Hareketi, faaliyeti, gayreti atının terkisine koyan mü’min, yeknesaklığı, ademi, füturu kovmaz mı dünyasından? Tembelliğin ruhunu kabzetmesine, kemirmesine müsaade eder mi?
Ramazanı bihakkın yaşamaya söz vermiş bir insanın, bu atmosfer girdiği andan itibaren yaptığı her şey şevkin tatlı dantelâlarını nakış nakış işlemektir. Bu ayın kutsal programından, Kur’ân’dan, teravihten, hatimden, mukabeleden hakkıyla feyizyâb olmak isteyen mü’min, Ramazanın içlere üflediği şevk rüzgârına muhtaçtır. Aman vakit kaybetmeyeyim, bu saatlerden istifade edeyim, boşa geçirmeyeyim diyen bir inanmışın başucunda bekler şevk. Onun yürüyen ayağı, tutan eli, gören gözü, duyan kulağı olur.
Kâinattan, insandan, Kur’ân’dan hissesinin ziyade olması için çalışan gönül atının nefesidir şevk. İçini tatlı tatlı kıpırdatır, hafif hafif harekete geçirir. Şevkini ziyade tutan, kaybetmeyen Müslümanın Ramazandan istifadesi de ziyade olacaktır. Hani hacca, umreye gidersiniz de, beşerî faaliyetlerinizi minimumda tutarsınız ya.. Yeme içmeye, uyumaya daha az zaman ayırır, ibadetlerinize ağırlık vermeye çalışırsınız ya.. Öyle işte…
Bu ayda, bu kutlu zaman dilimlerinde şevke, gayrete, faaliyet ve harekete merhaba!