1950’den 27 Mayıs 1960’a kadar Demokrat Parti’yi destekleyenlerin bir kısmı, ne zaman ki askerî darbe ile Demokrat Parti iktidarı son buldu; İslâm kahramanı Menderes ve iki kahraman arkadaşı dar ağacına gönderildi, o zaman Demokrat Parti’yle yollarını ayırdılar. Bununla yetinmeyip, yapılan askerî darbeyi alkışlamaya başladılar.
Askerî cuntanın iktidarından sonra toparlanan Demokrat kitle bu defa Adalet Partisi çatısı altında bir araya geldi. Bediüzzaman’ın tavsiyelerini dikkate alarak Demokratların devamı olan bu partiye destek olmakta karar kılan Nur camiasının da gayretleriyle, giderek güçlenen bu parti 1965’te yapılan seçimde tek başına iktidara geldi. Maddî ve mânevî sahada bir çok hizmetlere imza atan bu parti de 12 Eylül 1980 darbesiyle ile alaşağı edildi. Yine o tarihe kadar Adalet Partisi saflarında yer alan birçok insan derhal partiden uzaklaştılar. Uzaklaşmakla da kalmayıp, askerî cuntanın yanında yer alarak, şakşakçılığını yaptılar, hazırladıkları anayasalarına “evet” dediler.
Göründüğü gibi bu serüvende de, esen yele göre yön değiştirmeyi, gelenin keyfi için, geçmişe küfretmeyi, her dönemde güçlünün yanında olmayı, mazlûmun yanında değil; zalimin yanında olmayı gönül rahatlığıyla tercih eden malûm çevreler yine bu alışkanlıklarına devam ettiler.
Adalet Partisi iktidardan indirilince sözünü ettiğimiz çevreler güç odaklarınca güçlü hale getirilen Özal’ın partisine yöneldi. Özal’ın vefatıyla beraber, bu defa derin mahfillerce öne çıkarılan Erbakan’ın partisine yöneldi. 28 Şubatta tasfiye sürecine giren Refah Partisi’ni, önce hocanın çekirdek kadrosundan olan şimdiki Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin önemli isimleri terk ettiler. Bundan sonraki süreçte de bilindiği gibi habire parti değiştirmeyi meslek haline getiren malûm çevreler, canla başla şimdiki iktidar partisindeki yerlerini aldılar.
Bu güne kadar yaşananlar gösteriyor ki, şimdiye kadar hep güçlünün yanında olmayı alışkanlık değil; meslek haline getiren ve şimdiye kadar iktidar partisinin meddahlığını ve şakşakçılığını yapanlar, bu partinin bir şekilde zaafa uğrayıp, tökezlediklerini fark eder etmez, hızla partilerinden ayrılmakla kalmayıp, aleyhlerinde bir tavır içine gireceklerinden de hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Hani menfaatlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen menfaatparestlerin veya tek gayeleri hayal ettikleri makam mevkileri kapmak olan şöhretperestlerin veya hiç bir gayeleri, dâvâları olmayan bazı dalkavukların böyle her dönemde gömlek değiştirir gibi parti değiştirmeleri makul görülmese bile pek de yadırganmayabilir.
Ama aslî işleri din-i mübine hizmet olan cemaatlerin, özellikle de Bediüzzaman’ın içtimaî ve siyasî hayatımızla alâkalı tavsiye ve ölçülerinden haberdar olan ihvanın her konuda olduğu gibi siyasî tercihlerde de hem sair ehli dine de nümune-i imtisal olmakla vazifeli olmaları itibarıyla yalnız ve yalnız Demokrat siyasî kadrolara yardımcı, yol gösterici ve nokta-i istinat olmakla vazifeli olan Nur Talebelerine ne oluyor, anlamak güç. Üstadlarının ölçü ve prensiplerini kulak ardı ederek hemen her seçim dönemlerinde farklı farklı siyasî partilerden yana tercihlerde bulunmalarının ötesinde onlara nokta-i istinat olup, duâlarda bulunmalarının inandırıcı, tatmin edici bir izahı olur mu? Bununla da yetinmeyip, parti tarafgirliği üzerinden, tek gayesi Bediüzzaman’ın dâvâsına, meslek meşrebine sahip olup, onu lekedar etmemek için çabalayan, başka hiçbir beklentisi ve gayesi olmadığı için zaman, zemin ve şartlara göre siyasî tercihlerde bulunmayarak, hakta sebat eden Yeni Asya’ya aslı astarı olmayan iftira ve karalamalarla saldırılarda bulunmalarına da cevap vermeyi gereksiz görüp, Allah’a (cc) havale ediyoruz.