"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Manevi depremin yıkımı daha büyük

Hüseyin Kıymık
06 Şubat 2024, Salı
Manevî depremle meydana gelen yıkım çok daha büyük. Bu depremler ise, itikadî ve ahlâkî depremlerdir. Maddî depremlerden milyonlarca kat fazla zarar veriyor…

DİZİ-1: DEPREMİN ELBİSTAN’I VE ELBİSTAN’IN SELİM’İ
HÜSEYİN KIYMIK

Kahramanmaraş ve Elbistan merkezli iki büyük depremin üzerinden bir yıl geçse de, depremi bizzat yaşayanların gözyaşlarının hâlâ dinmediğini, gönüllerinin hâlâ kırık olduğunu ve yürek yaralarının hâlâ iltiyam bulmadığını bilenler bilir.

Elbette böyle büyük felâketlerde ölen müminler, manevî şehadet mertebesini elde ediyorlar. Zayi olan malları ise haklarında manevî birer sadaka oluyor. Bunda hiç bir şüphe yok.

Bu tür felâketlerde; milletimizin zaman zaman kaybolmaya yüz tutan güzel hasletleri de ortaya çıkıyor. Her düşünceden insanın birlik ve beraberliğini, sevgi ve saygısını, ayrıca büyük fedakârlığını göstermesi gibi.

Bu depremde bir başka gerçek de ortaya çıktı.. O da; maddî depremin çok daha büyüğü olan manevî bir depremle de karşı karşıya olmamız.

Dünyevî maddî depremler ve felâketler kısacık bir dünya hayatını yok ederken, manevî depremler ve felâketler ebedî bir hayatı ve ebedî bir saadeti yok ediyor..

Bu manevî depremle meydana gelen yıkım çok daha büyük.. Bu depremler ise, itikadî ve ahlâkî depremlerdir. Maddî depremlerden milyonlarca kat fazla  zarar veriyor…

Bazılarınca deprem bahanesiyle, Allah’ın varlığının ve birliğinin inkârına yeltenilmesi... Gerçek tasarruf sahibinin tasarrufunun gizlenmeye çalışılması... Hikmetinin yok sayılması... Sebeplerin, tesadüfün ve tabiatın ilahlaştırılması... Rabbimizin sonsuz adalet ve merhametinin sorgulanması... Kaderin inkârı veya suçlanması…

İşte böyle bir bakışla deprem; dünya hayatımızı cehenneme çevirdiği gibi ahiret hayatımızı da yok etmektedir.

Bu manevî deprem, özellikle deprem bölgesinde olduğu gibi, maalesef tüm ülkemizde de yaşanmaktadır. Bunun yıkımı öbüründen milyonlarca kat daha fazladır.

Böyle manevî bir depremin olduğu kanaatine sizi sevkeden nedir derseniz…

Depremin ertesi günü Elbistan’dan bir dostumdan aldığım bilgilerle, daha sonra basından izlediklerimdir.

Sorumluluk makamlarında olan kimileri, ihmallerini, yetersizliklerini ve cinayetlerini kadere yükleyerek mesuliyetten kaçmak isterken, kimileri de “Kader ne demek? Kader diye bir şey yok. Bunun dinle diyanetle ne ilgisi var, bu işe Allah’ı neden karıştırıyorsunuz? Bu tür felâketlerin-hâşa-Allah ile bir alâkası yoktur. Bu bir tabiî hadisedir, tabiatın bir gereği olarak meydana gelmektedir. Bakınız gelişmiş ülkelerde de depremler oluyor, ama böylesine büyük yıkımlar (söz doğru, ama maksat yanlış) olmuyor” diyerek hadiselerin Allah ile olan bağını tamamen koparmaya yelteniyorlar. Böylelikle insanların beyinlerinde itikadî şüpheler uyandırıyorlar. Bu tür tartışmalar bilhassa böyle zamanlarda çok daha fazla olmaktadır.

Şimdi sizleri Elbistan’dan yükselen feryat ve itiraz sesleriyle baş başa bırakıyorum…

Önce Elbistan’da bir kamu kuruluşunda memur olarak çalışan kardeşim ve evladım yaşında olan İbrahim Said’i ve eşi Merve Nur Hanımı dinleyelim. (İsimler değiştirilmiştir.) Daha sonra da Elbistan Devlet hastanesinde uzman bir doktor olarak çalışan Nuri Beye kulak verelim.

Merve Nur Hanım, İbrahim Said’in hanımı ve benim de çok sevdiğim kardeşim merhum emekli öğretmen Rüstem Beyin kızıdır. İlk önce telefonla onu aradım.

“Selamünaleyküm Merve Nur..”

“Aleyküm selam Hüseyin abi...”

“Kızım öncelikle geçmiş olsun, sesini duydum çok sevindim..”

Merve Nur hem ağlıyor hem de titreyen sesiyle anlatmaya çalışıyor:

“Abi ben bir gün önce Elbistan Devlet Hastanesinde sezeryanla doğum yaptım. Hastayım ve bebeğimin durumu da çok kritik. Burada sanki aniden bir kıyamet koptu. Hastane yaralılarla doldu. Doktorlar haklı olarak şimdi onlarla meşgul. Benimle ve bebeğimle ilgilenecek halleri yok. Bu durumda hastaneden mecburen ayrıldık. Bitkin bir vaziyetteyiz, buradan Elbistan’dan da ayrılma mecburiyetindeyiz. Annem de yanımda konuşamıyor, ne olur bize dua et.”

Öğleden sonra bu defa İbrahim’i aradım.

“Geçmiş olsun İbrahim! Şu an neredesin ve ne yapıyorsun?” 

“Abi şu an arabamın içindeyiz. Evde kalan bir yavru kedimiz ve bir de eşimin el çantası vardı. Az önce onları almak için korkarak eve girdim. Kucağımda kedi ve elimde çanta. Binamız tekrar sallanmaya başladı. Arkasından duvarlardan dökülmeler, toz toprak.. Dışarıdan gelen eşimin ve kayınvalidemin çığlıkları. ‘İbrahiim! İbrahiiim! Ne olur çık dışarıya! Allah’ım ne olur ona yardım eyle!’ diye yükselen ağlama ve dua sesleri…”

(Devam Edecek)

Okunma Sayısı: 3010
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı