"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u anlamak

Kâzım GÜLEÇYÜZ
24 Mart 2018, Cumartesi
Üstad Bediüzzaman Said Nursî Eşref Edib’e verdiği ve Sebilürreşad’da yayınlandıktan sonra büyük kısmını Tarihçe-i Hayat’ında iktibas ettirdiği tarihî mülâkatta “Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum” demiş ve şunları söylemişti:

“Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde bir medrese hocası zannediyorlar. Ben bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum.”

Bu sitem ve serzenişin muhatabı, güya “bilim ve fen adına” Üstada kem gözle bakanlar ve onların etkisindeki yöneticilerdi.

Ancak daha kapsamlı bir perspektiften bakıldığı zaman, muhatap kitle genişliyor.

Üstadı dar ve sığ kalıplar içinde hapsetmeye çalışan bütün yaklaşımlar, hangi nokta-i nazardan yola çıkarlarsa çıksınlar, netice olarak bu çerçeveye dahil oluyorlar. 

Oysa Üstadın Risale-i Nur’da ortaya koyduğu ufuk, sonu olmayan bir derinliği ifade ediyor. 

Kur’an’ı ve kâinatı aynı Yaratıcının kaleminden çıkan ve birbirini  tefsir eden kitaplar olarak okuyabilmenin anahtarını veriyor. 

Aynı şekilde, kâinat ağacının meyvesi ve Kur’an’daki mesajların muhatabı olan insana hem bu kitapları, hem kendisini okutturuyor.

“Ey kendini insan bilen insan, kendini oku” seslenişi böyle bir manayı ifade ediyor.

Ve “Risale-i Nur’u anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın hakikatli bir âlimi olur” tesbiti böyle bir arkaplana dayanıyor.

Gerçekten Risale-i Nur, kendisine bu dikkat, niyet ve samimiyetle yönelip muhatap olabilen her okuyucusuna, başka mahfillerde yıllarca, hattâ ömür boyu çalışsa dahi elde edemeyeceği bilgi ve tefekkür birikimini çok daha kısa bir zamanda kazandıran bir eser.

Rabbimizi, varlık âlemindeki eserlerinde tecellî eden güzel isimleriyle tanıtan; iman esaslarını, müsbet ilimlerin refakatinde son derece mantıkî izah ve ispatlarla zihnimize ve gönlümüze nakşeden; güzel ahlâk prensiplerini, ibadetleri ve bütün ubudiyet vazifelerini böyle bir tahkikî iman temeline oturtan; sosyal ve siyasî olayları fıtrat kanunlarına uygun tarzda şekillendirmenin ölçülerini sunan muhteşem bir rehber ve pusula.

Yeter ki, bütünlüğü içinde ve tek bir cümlesi, hattâ kelimesi dahi gözardı edilmeden dikkatle okunsun ve anlamaya çalışılsın.

Kadir Akbaş’ın yöneteceği, Ahmet Battal, Cihangir İslam, Veysel Kasar ve İslâm Yaşar’la birlikte konuşmacı olarak katılacağımız “Hürriyet ve demokrasi ekseninde İslam kardeşliği ve dünya barışı” panelimiz yarın. Pullman Otel, saat 14:00. Bekliyoruz.

Zekât mevsimi yaklaşırken: Medresetü’z Zehra’nın gelir kaynakları - YENİ ASYA http://www.yeniasya.com.tr/video/medresetu-z-zehra-nin-gelir-kaynaklari_446150

Okunma Sayısı: 4393
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Zeki Aslan

    24.3.2018 12:57:16

    Risale-i-nur niçin yazıldı? Said-i Nursi Hz., irşadının uzaktaki insanlara ulaşması için, fikirlerini yazdı, yazdırdı. Lakin, insanların, Kur'an'ı anlayamamaları gibi, Risale-i-nur da anlaşılamıyor. O diyor ki, "Ben Hz Mehdi AS'ın öncüsüyüm(pîşdar). O şahıs benden sonra gelecek. " İnsanlar da hâlâ "Mehdi Said Nursi Hz.dir." diyorlar. Yani: Said Nursi Hz.nin işaret ettiği Mehdi AS.a tâbi' olmadıkça, Risale-i-nurun fikirleri hayata geçirilemez.

  • Gündüz Alp-3

    24.3.2018 10:19:48

    Bunları ifade ederken kastımız ne bir itham ne bir iftiradır. Bir şeyi olduğu gibi vasfetmek en güzelidir. Dün Üstad'a kulak vermeyenler gibi bugün de Üstad'a ve eserlerine karşı müstağni davrananlar, farklı zihniyette olsalar da ortak kafa yapısına sahiptirler, denebilir. Dün dinsizliği siyasetine alet edenler ile bugün siyasetlerinde dini kullanan siyasal düşüncenin çıkış noktası ile varış noktası aynıdır: İktidar olmak. Netice ve semere de aynıdır:Tahribat. Oysa hürriyetçi demokrasi taraftarı demokratlar siyasiler için hedef de yöntem de müspet/olumlu siyasetle, milletin maddi manevi refah ve mutluluğu, toplusal barış ve huzurudur. Hür ve demokrat dünyada ülkenin saygın bir üyesi olmak, uluslararası ihtilaflarda sözü dinlenen, hakemliğine baş vurulan bir devlet olabilmesi. Öyle miyiz? "Evet" dersek doğru söylemiş olur muyuz? Çözüm için doğruyu söylemek zorundayız.

  • Gündüz Alp-2

    24.3.2018 10:04:23

    "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" dedikleri dönemden bugüne, ülkede elbette pek çok değişmiştir. 14 Mayıs 1950'de hürriyetçi demokrasi ile tanışan Türkiye, 1960'dan başlayan ve her on yılda bir tekrarlanan darbelerle hürriyetçi demokrasi kesintilere uğrasa da, milletin büyük çoğunluğu tercihini hep darbecilerin aksine hürriyet, hukukun üstünlüğü, adalet ve demokrasiden yana kullanmış; tabir yerinde ise onların bozduklarını millet tamir etmiştir. Aslında bu durum devam etmekte iken, bu sefer, hürriyetçi demokrasiden hazzetmeyen baskıcı, dayatmacı, cuntacılar, milleti "sağdan" kündeye getirmenin kolay yolunu buldular. O da siyasal İslamcılık ideolojisine iş başı yaptırmak. Darbe ve süreçlerden bunalan ve bir çıkış yolu arayan millet için böyle bir ideolojinin iktidara gelmesi onlar için "şartların olgunlaşması" açısından en kestirme yoldu. Ve 16 yıllık siyasal İslamcı kadroların iktidarında 2018 Türkiye'si.

  • Gündüz Alp

    24.3.2018 09:49:40

    Sayın Güleçyüz, şahsi düşüncem, risale-i nur'lara karşı müstağni davrananlar, anlamayanlardan ziyade "anlamak istemeyenler"in olduğu yönündedir. Zira meselâ, diyanet camiasının risaleleri "anlamaması" mümkün değil. Yine meselâ, siyasetçinin de -belki- siyasal düşünce ve çıkarlarına uygun görmediğinden "anlamak istememesi" gibi. Her iki grubun da risalelere mesafeli tavrının temelinde, menfaatlerinin "okuma ve anlama" cehd ve gayretinin önünde olmasıdır, diyebilirim. Halbuki her iki taraf da ciddi anlamda okusalar, siyasi, iktisadi ve içtimai/toplumsal/sosyal anlamda pek çok kazanımlarımız olacaktır. Hem kazanacaklar hem kazandıracaklardır. Yani moda tabirle "kazan-kazan" durumu. "Büyük kafalar" büyük işler yapmak istiyorlarsa, Bediüzzaman gibi büyük Zatlara kulak vermek zorundalar. Aksi halde "büyük kafalar" küçük işlere imza atmış olurlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı