Zor zamanlarda hep tekrarlanan bir söz: “Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz bugünlerde...”
Yine öyle çok çetin ve zorlu bir dönemden geçiyoruz.
Koronavirüs salgınıyla oluşan sıkıntılı ortam hayatımızın bütün alanlarını ve tek tek her bireyin dünyasını olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Sokağa çıkma yasakları, işyerlerinin çoğunun kapatılması, birçok sektörde üretimle iç ve dış ticaretin neredeyse durma noktasına gelmesi, zaten sayısı çok fazla olan işsizlere yeni milyonların eklenmesi, geçim için yardıma muhtaç hale gelenlerin hızla artması.
Ufukta görünen ve çığ gibi gelen işsizlik dalgası için tsunami benzetmesi yapılıyor.
İktidarın çizdiği pembe tablolardan çok farklı olan gerçeklerin milyonları zaten iyice bunalttığı bir ortamda böyle bir felâketin yol açacağı ağır sonuçlar herkesi düşündürmeli.
En başta da yetkili ve sorumlu konumda bulunanları.
Ama iktidarın tavrına baktığımızda şunu görüyoruz:
“Bir ve beraber olalım. Ama benim dediğim şekilde. Herşey benim kontrolümde olsun. Bütün yardımlar bende toplansın ve benim elimle dağıtılsın. Yaptığım hiçbir şey eleştirilmesin. Eleştirmek bozgunculuk ve hainliktir.”
Böyle tekelci, dayatmacı, mütehakkim, dışlayıcı, ayrımcı, kutuplaştırıcı bir yaklaşımla birlik ve beraberliği sağlayabilmek mümkün olur mu?
Sürecin, muhalefeti ve bütün toplum kesimlerini işin içine dahil eden bir ortak akılla yönetilmesi gerekirken, böyle yapılmayıp, tam tersine salgın ortamında bile birlik beraberlik manasını baltalayan yardım engelleme ve kayyım atamalarını tamgaz devam ettirmek gibi davranışların demokraside yeri var mı, olabilir mi?
Yine bu dönemde, infaz yasasında yapıldığı gibi, insanların hayat hakkının söz konusu olduğu bir meselede çağrılara kulak tıkayıp ayrımcılığı ısrarla sürdüren bir yaklaşım hukukla, adaletle, vicdanla, insanî değerlerle bağdaştırılabilir mi?
Kucaklaşma ve kenetlenme manalarının en çok hissedilmesi ve paylaşılması gereken Ramazan günlerinde bile bu tavırdan vazgeçilmemesi, iktidarın nasıl bir psikolojinin içine girdiğini göstermesi açısından son derece ibretli.
Bu ruh hali ülkeye de, kendisine de hayır getirmez. O zaman, hâlâ o cenahta durmaya devam, ama bu hal ve gidişten rahatsız olan sağduyu ve vicdan sahiplerine iş düşüyor.
En azından ses vermek için kıyameti mi bekliyorlar?!